“Dün İstanbul’un neredeyse bir ucundan diğer ucuna gittim. Gittiğim her yer, bilebildiğim son 65 senedeki halinin en iyi durumunda idi. Gördüğüm neredeyse herkes halinden çok memnun gözüküyordu; çoğunluğu orta sınıf turistler dahil. Muhalefet ederken halk perişan edebiyatından vazgeçmek gerekebilir; görebildiğim halk halinden oldukça memnun…”
Yukarıdaki satırlar, bir arkadaşıma ait. Buna benzer çok laf duyuyorum bugünlerde. Acaba öyle mi? Hemen cevap vereyim: Değil! Devletin istatistik kurumu TÜİK, Türkiye’deki gelir dağılımını her yıl araştırıyor ve yayınlıyor. Örneğin 2023 yılında gelir dağılımımız şöyle: Geliri en yüksek kesimin yüzde 20’si, ülke gelirinin yüzde 50’sine sahipken, geliri en düşük kesimin yüzde 20’si, ülke gelirinin sadece yüzde 6’sına sahip!
Daha önceki yıllara ait rakamlara bakmadım ama ilk bulduğum son 10 yıllık tablo böyle. Muhtemelen sadece AKP-MHP iktidarında değil, daha önceki iktidarlar döneminde de rakamlar üç aşağı, beş yukarı böyleydi. Kapitalizmin ruhunda bu var çünkü. Birilerinin milyoner olabilmesi için, binlerce kişinin yoksullaşması gerekiyor. Bir fabrikatör, kâr etmeye ilk önce düşük ücret ödediği işçilerin sırtından başlar. Sonrasında tekelleşmesi ve hatta tröst haline gelmesi söz konusu olabilecektir.
Yani arkadaşın İstanbul sokaklarında gördüğü ‘mutlu’ insanlar, geliri en yüksek yüzde 20’nin içinde. Bu kesim, beğendiği en güzel yerlerde yemek yiyor, en lüks otomobil de dahil istediği şeyleri satın alabiliyor. Yüzde 20’lik kesim neredeyse 15-20 milyon insan ediyor. Yani Avrupa’daki neredeyse 20’den fazla ülkenin her birinin nüfusundan daha fazla insan refah içinde ve bu yüzden mutlu.
AKP iktidarı ile söz konusu en zengin yüzde 20’lik kesimde Koç, Sabancı, Şahenk gibi kimi aileler yerinde kalabilse de, zenginler değişti. Yani uygulanan ekonomi politikalarıyla servet el değiştirdi. Örneğin Merkez Bankası’ndaki 128 milyar dolar döviz el altından satıldı. Kur korumalı faiz politikasıyla, parası olanlara para aktarıldı. Diyelim 10 milyara yapılabilecek köprü, otoyol ya da havaalanları 40-50 milyara yaptırıldı. Daha önceki dönemlerin şirketleri gerilerde kalırken, ‘beşli çete’ sıfatıyla anılan bu dönemin şirketleri öne çıktı.
Bizlerin de içinde bulunduğu en fakir yüzde 20’lik kesimin yoksulluğu daha da arttı. Nitekim TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranından fazlasını görüyoruz-yaşıyoruz. Marketlerden satın aldığımız her şey, gelecek ay, hatta gelecek hafta daha pahalı oluyor. Galiba benim gibi pek çok kişi, marketlerde sürekli artan fiyatları gördükçe sinirlenmemek için kendisine şöyle bir formül buldu: Evet, bu eşyaya zam gelmiş ama bu hafta alırsam, gelecek hafta alacağımdan daha ucuz(!) durumda.
Ben kendi adıma, marketlerin fiyatlarından kaçabilmek adına sebze ve meyvayı pazardan alırım. Pazardaki fiyatlar da, marketlerdeki fiyatlara yaklaştı gerçi. Dahası neredeyse her pazarcıda fiyat aynı. Akşam üstüne doğru fiyatlar epeyce düşüyordu; düşmez oldu. Pazar tezgâhı açanların sayısı azalıyor yahu, siz ne diyorsunuz? Pazarcılar gittikten sonra, kalan yarı çürük sebzeleri toplayanlardan bahsetmiyorum bile. Mutlu olanlar, evet var hem de çok; ama bizim cenahtan değil sevgili arkadaşım!..
Haaa, etrafta bizim cenahtan olup da hafiften gülümseyen simalar da var bir süredir. Onlar mı kim? Onlar, 31 Mart yerel seçim sonuçlarını görüp de, bu iktidarı değiştirebileceğimizi fark eden kişiler. Bu iktidardan kurtulabileceğimizden umudu kesmişti onlar bir süredir. Ancak öylesi bir karamsarlığa yer yokmuş meğerse! İstersek, bu iktidarı gönderebiliriz tarihin çöp sepetine. Ama önce istemek, sonra da -sandığa gidip, bizim partiye oy atmak gibisinden- gereğini yapmak gerek…