Not düş buraya tarih! Yaşamın bütün görkemini isminde taşıyan Şerzan’ın vurulduğu yerdir burası… ve umudun soluğunu tuttuğu yer…
Nazmi Ayaz
“Yaşamak, yaşarken hakikatle yoğrulmaktır. Ben de yaşarken hakikatin masmavi, destansı, bir o kadar da gerçek öyküsünün peşine düştüm. Çünkü hakikatin kutsallığını yaşamımda hissettiğimden beri, yaşamın anlamı ve değeri her seferinde çoğalan ve içimde büyüyen, emek ve umutla yarım bırakamadığım sonsuz bir şiire benziyordu…
Dalıp giderken yaşadığım o sonsuz şiire; bilmezdim bir Muğla gecesinde bahara beklettiğim umutlarımın erteleneceğini, gecenin puslu havaya dönüşeceğini ve o pusun yaşamımı kuşatan bir ihanet çemberine dönüşeceğini…
Derken büyük bir tuhaflık hissi içerisinde kendimi annemin rüyalarında buldum, annemin gözyaşlarının serinliğini hissettim kırılan hayallerimde ve dağılan umutlarıyla çığlıklarını duyuyordum annemin:
“Şerzan, Şerzaan, Şerzannn…”
Şerzan…
Hayatı daha çok zulmü yaşayarak öğrenen, zulüm kimden gelirse gelsin insan olmanın erdemini kuşanarak hep karşısında duran ve haksızlığa uğrayan tüm insanların türküsünü söyleyen Şerzan, yüzyılların lanetini yaşayan sevdayı anlatıyordu. Yüzyılların karanlığındaki bir gecenin ihanetine uğrayıncaya dek…
Yaşamı soluk soluğa bırakan büyük yükü ve bu yükün umudunu ve inancını biliyordu. Binlerce yıllık hücrelerin en soğuk duvarları arasında umudunu ve inancını kuşanıp tüm çağlara ve coğrafyalara en yalın hakikati haykırıp, hakikatin hükmüne sahip olmanın değerini de biliyordu.
Çırılçıplak gecelerde “fail meçhul” sıfatları ile ölümün bile hükmünün olmadığı coğrafyaya sahip insanlar tanıyordu. Zira bilmeliydi acının ve yasın taşları ile inşa edilen yollarda taşıyacağı yükü, parçalanmış yaşamların uğultusunu…
Yağmalanmış zamana inat; emek, özlem, umut beslediği güzel yarınlarda olmalıydı. Kurduğu düşleri yaşamsallaştırmalıydı. Hakikat yolcusu dervişin öğreneceği-öğreteceği çok şey vardı, faili meçhullerin coğrafyasında faili belli sayfalara eklenen isminde.
Yaşamı anlatırken onuru iliklerinde hisseden, yaşamı anlatırken emeği, umudu, direnmeyi içselleştiren ve bunu yaşamsallaştıran bir hikayesi vardı.
Şerzan’ın umutlarıyla tutuşturduğu ve çıkan kıvılcımlarla yaşamı ifşa ettiği bir hakikat değil miydi?
Yaşamın merkezine hakikati almıştı, Şerzan.
12 Mayıs 2010 – Muğla!
Not düş buraya tarih!
Yaşamlarını, tarihin kanlı sayfalarında çürütmüş katillerin, bütün zamanların en güzel sayfalarını yakmayı amaçladıkları ve zamanın çığlık attığı yerdir burası…
Yaşamın bütün görkemini isminde taşıyan Şerzan’ın vurulduğu yerdir burası… ve umudun soluğunu tuttuğu yer…
Tıpkı faili meçhul sayfalara eklenen çocukların sessizce toprağına karıştığı coğrafya misalidir bu yer.
Ölüm kokusuyla başlayan çığlıklar, Şerzan’ın çalınan türküsüyle güneşin doğduğu topraklara yükselirken; acının çılgınca sevdalandığı coğrafyadan bütün zamanlar, cellâtların kir pas içindeki yüzlerine tükürürcesine yaşamın güzelliklerinde ve geleceğin büyük umutlarında Şerzan’ın türküsüne bürünerek çığlık olup yankılandılar.