AKP iktidarı “yeni anayasa” meselesini bir kez daha ısıtıp önümüze getirdi. Bir taraftan Meclis Başkanı yeni anayasa için partilerle görüşürken diğer taraftan Erdoğan CHP lideriyle buluşuyor ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan “Türkiye’nin sivil, demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı bir anayasaya ihtiyacı olduğu”nu vurgulayan açıklama geliyor. Beklendiği gibi iktidar medyası da yeni anayasayı gündeminden düşürmüyor.
AKP’nin yerine yenisini yapmak istediği 82 Anayasası 42 yıldır yürürlüktedir. AKP, 12 Eylül darbecilerinin hazırladığı bu Anayasa ile iktidara gelmiştir ve 42 yıllık Anayasa’nın 22 yılında iktidar koltuğunda tek başına oturmaktadır. AKP, iktidarda olduğu yıllar boyunca, “yeni bir anayasa yapılması”nı sürekli gündemde tutarak demokratikleşme beklentisinde olanların beklentilerini oya dönüştürmeyi aynı zamanda da iktidarını sürekli kılacak yeni bir rejimi inşa etmeyi amaçlamıştır. Netice itibariyle, yeni bir anayasa yapamasa da 2007, 2010 ve 2017’de yapılan anayasa değişiklikleriyle birlikte AKP, “yargının ve yasamanın tek elde toplandığı” Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında otokratik bir rejim kurmayı başarmıştır.
Ancak 31 Mart seçim yenilgisinin de gösterdiği gibi, tüm devlet gücünü elinde bulundurmasına rağmen bu rejim, halkın iradesini tam olarak kırabilmiş değildir. Bu da Saray rejiminin halen kendini güvence altına alamadığını göstermektedir. Seçimin hemen ardından yeni anayasanın yeniden gündeme getirilmesinin de en önemli nedeni “Saray rejiminin güvence altına alınması”dır.
Son seçimde toplumsal desteği önemli ölçüde kaybettiğini gören AKP, otokrasinin devlet kurumları (yargı, ordu, emniyet vb) üzerindeki mutlak etkisi halen sürmekteyken ve Meclis’te milliyetçi-muhafazakar parti milletvekillerinin sayısı, -referanduma götürmeden- yeni bir anayasanın çıkartılması için gereken 400’ü bulmuşken bu fırsatı değerlendirmek istemektedir. Ama bunun için elini çabuk tutmak zarureti de vardır. Çünkü önümüzdeki günlerde krizden çıkış için bel bağlanan Şimşek programı; açlığı, yoksulluğu, işsizliği daha da derinleştirecektir. Öte yandan dış politikada Saray’ın attığı adımların sürekli boşa düşmesi uluslararası alanda itibar kaybını büyütmekte ve buradan -iç politikada kullanmak üzere- bir başarı hikayesi üretmek olanaksız hale gelmektedir. Saray rejiminin toplumsal desteğini daha da azaltacak bu gelişmelerin devlet bürokrasisi içinde de etkisini zayıflatacağını öngörmek, kehanet olmayacaktır.
Erdoğan ve Meclis Başkanı -kendilerince kimi tavizler vermeyi de göze alarak- “suni bir uzlaşı havası” yaratma çabası içine girerken; “varlığını dayandırdığı otoriteyi kaybetme tehlikesi” her geçen gün daha da artan rejimin kendisini güvence altına alacak yeni bir anayasa için daralan zamanı değerlendirmek istemektedir.
Bu arada yeni anayasa meselesini sadece Saray rejiminin güvenceye alınması olarak görmenin yeterli olmayacağının da altını çizmek gerekir. Zira unutmamak gerekir ki, Türkiye’de daha önce yapılan -1924, 1961, 1982 tarihli- her üç anayasanın da ortak yönü burjuva sınıfının çıkarlarına ve dolayısıyla kapitalizmin dönemsel koşullarına uyum sağlayacak bir düzenin kurulmasıdır (1876’da ilan edilen Kânûn-ı Esâsî de bu çerçevede değerlendirilebilir.). Dolayısıyla bugün yeni anayasa yapmaya kalkışanların da öncekilerden farklı bir perspektifte olması beklenemez. Kaldı ki AKP, iktidarı boyunca kimi zaman demokrasi maskesine bürünerek kimi zamansa -gerçek yüzü olan- despotlukla burjuvazinin çıkarlarını korumak için büyük gayret sarfetmiştir. Bu bağlamda “AKP’nin anayasa değişiklikleriyle, darbe girişimi bahanesiyle ilan ettiği OHAL’le ve mevcut anayasa ihlalleriyle kurduğu otoriter düzen”i de bu gayretten azade tutmak mümkün değildir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında kurulan rejim, kapitalizmin krizini aşamadığı, neoliberalizmin yarattığı toplumsal sorunların üzeri örtülemez boyutlara geldiği, halk isyanları ve direnişlerin kaçınılmaz olduğu bir dönemde, devletin baskı aygıtlarını en etkili biçimde kullanarak burjuvazinin çıkarlarını savunmaya yönelik otoriter bir devlet yapılanmasıdır. Tam da bu nedenle örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan, grevleri yasaklayan; sermayenin talanına açılan ormanları, dereleri savunanlara karşı acımasızca şiddet uygulayan AKP’nin inşa ettiği otokratik rejim, ulusal ve uluslararası sermaye tarafından kabul görmüş, desteklenmiştir.
Bugün yeni anayasa konusu yeniden gündeme getirildiğinde akla ilk olarak, derinleşen yoksulluğun, artan doğa katliamlarının ve yükselen toplumsal barış taleplerinin perdelenme çabasının gelmesi, son derece anlaşılırdır. Ekonomik ve sosyal kriz, dış politikadaki başarısızlıklar ve tüm bunların üzerine uğradığı seçim yenilgisiyle köşeye sıkışan iktidarın yeni anayasa tartışmalarını öne çıkararak gündemi elinde tutma çabası içinde olduğu aşikârdır. Ancak kapitalizmin uluslararası kurumlarının ve sermayenin güveni ve desteğinin devamını da sağlayacak olan otokratik rejimi güvence altına almak için AKP’nin yeni bir anayasaya acilen ihtiyaç duyduğunu da gözardı etmemek gerekir.
Sonuç olarak; Saray iktidarı, acilen ihtiyaç duyduğu yeni bir anayasa için siyasi partilerle uzlaşmaya çalışırken demokrasiden, özgürlüklerden sıkça bahsedecektir. 22 yıllık iktidarı sürecinde tüm inanırlığını yitirmiş bir siyasi yapının bu gayretleri nafiledir. Siyasi partileri bilmem ama ezilen, sömürülen, ötekileştirilen halklar otokratik rejimin bu “düzmece uzlaşı girişimleri”ne itibar etmeyecektir.