TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş siyasi partileri dolaşmaya başladı. Maksat ağız aramak. Acaba Erdoğan’a lazım olan “yeni anayasa” onlara da lazım mı?
Kurtulmuş’un ilk durağı ana muhalefet partisi CHP lideri Özgür Özel’in TBMM’deki odasında neler konuştuğunu tam olarak bilmiyoruz ama, kapıdan çıkarken söylediklerine bakılınca Kurtulmuş’un görüşmeden memnun ayrıldığını çıkartmak mümkün.
Erdoğan’ın TBMM Başkanı, görüşmenin “verimli geçtiğini” belirtmiş. Bu ifadeden, Özgür Özel’in CHP adına bir “anayasa müzakeresi” teklifini baştan reddetmemiş olduğu anlaşılıyor. Doğrusu, işin nereden başlayıp nereden geldiğine bakınca Kurtulmuş ve dolayısıyla Erdoğan, başlangıç için yeterli olanı elde etmiş görünüyorlar. TBMM’nin birinci ve ikinci partisinin “lazım” dediği anayasa müzakeresine diğerleri “değil” dese hukuken ve siyaseten ne hükmü olabilir…
Kurtulmuş’un görüşme sonrası söylediği başka şeyler de var. Erdoğan’ın TBMM Başkanı, mealen diğer partilere empoze edecekleri gündemi de özetlemiş: “Mayıs sonuna kadar TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerden görüş almak […] yaz boyunca siyasi partileri ‘tekliflerini olgunlaştırmak üzere’ anayasa konusuna odaklamak, önümüzdeki yıl TBMM açıldığında müzakere ortamını başlatmak, sonrasındaki dönemde de inşallah sonuç almak.”
Bu neresinden baksanız, Erdoğan’a iki yıl avans demek. “Tek adam”ı bunaltan, 31 Mart yerel seçimlerinde çöküşün eşiğine getiren temel ekonomik, toplumsal ve politik meselelerinin gündemin alt sıralarına itildiği, somut açlık, somut yoksulluk, somut evsizlik, somut zulüm, somut enflasyon yerine “devlet” bahsinde soyut müzakerelerin parlamento eliyle gündemin başına taşındığı iki yıl, diktatörlük için gökten düşen bir elma değerinde. Kurtulmuş’un açılış argümanları da sanki “kırmızı başlıklı kız ve kurt” masalından bir replik. TBMM Başkanı, “Partilerin anayasaları olmaz, partilerin anayasa teklifleri olur. Anayasa, milletin anayasasıdır.” buyurmuşlar.
Oysa Erdoğan, kendisini artık ülkenin biricik ve ebedi hâkimi saydığı 2023 Genel Seçimlerinin ardından toplanan “1982 Yerine 2023 Anayasası Sempozyumu”nda kendi maksadını apaçık anlatmıştı: “[…] yeni anayasayı milletimize kazandırana kadar […] mücadeleyi asla bırakmayacağız.” Kurtulmuş’un sözüne karşı Erdoğan’ın sözü, hangisine inanalım. TBMM Başkanı sıfatıyla daimî bir konsensüs görüntüsü yaratmaya memur edilmiş olan Kurtulmuş, anayasa imalatı bağlamında ister istemez “mutabakat”tan devam vuracaktır. Ne var ki, AKP TBMM Başkanı’nın “mutabakat” aramaya memur edildiği şeyin, Erdoğan’ın “milletimize kazandırana kadar” peşinde koşmaktan vazgeçmeyeceği “yeni anayasası” olduğunu unutanın “kırmızı başlıklı kız”ın kaderini paylaşacağına kuşku yok. Meğerki, bu gafili o kurdun karnından kurtaracak bir “babaanne”si olsun.
Bununla birlikte Erdoğan’ın genel seçimlerden her şeyi kazanarak kalktığı zehabıyla “yeni anayasa” hedefini gündeme getirdiği Haziran 2023 sonrası iklimiyle bugünün havası arasındaki farkı görmezden gelmek olmaz. Erdoğan’ın 31 Mart yenilgisinin “yeni anayasa” tartışmasının Eylül 2023’teki terimlerini değiştirmekte, Erdoğan’ın elini zayıflatmakta, manevra alanını daraltmakta olduğu bir hakikat.
Özel’in Kurtulmuş’la görüşme sonrası söyledikleri, CHP Genel Merkezi’nin aklının bu güç dengesi ve iklim değişikliği prizmasından bakarak “yeni anayasa” tartışmasının olası avantajlarını keşfetmekle meşgul olduğunu ima ediyor. CHP’nin, ayrıca, elini Erdoğan-Özel görüşmesinde açmayı tasarladığını görmek de güç değil. Özel, görüşmeden sonra “Bugün Türkiye’nin çok farklı sorunları varken yeni anayasa toplumun ihtiyaçlarının neresindedir düşünmek lazım. Grubumuzla değerlendireceğiz.” derken bir yandan Erdoğan’a artık önceliklerin onay merciinin CHP olduğunu ima ediyor ama öte yandan Erdoğan’ın “yeni anayasa”dan asıl beklentileri konusunda -sert olmakla birlikte- pazarlığa kapalı olmadıklarının da işaretini veriyor.
Özel’in Erdoğan’la görüşmesinde gündeme getireceği konuları sayarken kullandığı “Türkiye’nin güçlü bir dış politikası için yurt dışında iktidar-muhalefet ayırımı olmaz. […] Kıbrıs sorunu, Yunanistan’la ilişkiler, Ermeni meselesi… Aklınıza gelen bütün milli meselelerde birlik olmalıyız.” kalıbını diktatörlük blokunun diğer ortaklarını tarafsızlaştırmak açısından da değerlendirmeyi gözettiğini anlayabiliriz. Ancak Erdoğan-Özel görüşmesi sonrasında “anayasa” tartışmasının temel taşlarının döşenip döşenmediğini görmek kabil olacak. Gene de, Erdoğan’ın CHP’ye sunacağı “yeni anayasa” önerisinin merkezine, 28 Haziran 2023 sonrası tasavvurundan farklı olarak mevcut hibrid “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin bir “yarı başkanlık” rejimi halinde tadil edilmesi ve yüzde 50+1 yerine yüzde 40’a çekilmiş bir barajla başkanlığın yalnızca CHP ve AKP arasında el değiştireceği bir “tahterevalli demokrasisi”yle takasının yerleşmesi kuvvetle muhtemel.
Diktatörlük blokunda bu konuda rivayetlerin muhtelif olduğunu Erdoğan’ın “danışmanı” zırhıyla Beştepe’de esasen Ergenekon’un sözcülüğünü üstlenen avukat Mehmet Uçum’un yüzde 50+1 koşulunu başa koyarak tartışmaya katılmasından görmek mümkün. Uçum, Saray’da Erdoğan’a geri dönüş yolunun kapalı olduğunu göstermekle görevli bir trafik polisi olarak temayüz ediyor ki, bu da bir nevi “danışmanlık” sayılabilir.
Siyasi ifadesini dolaysız -ama henüz nispeten dar ve karmaşık bir bağlamda- DEM Parti’de bulan toplumun üçüncü kutbu açısındansa şimdilik ne diktatörlük partileri ve ana muhalefet partisi arasında açılması muhtemel “yeni anayasa” müzakere pazarlığına “selden kütük kapma” cingözlüğüyle yanaşmak, ne de rejimde baş gösteren çatlak orada apaçık dururken “bizi ilgilendirmez” hotzotçuluğuyla gözünün önünde akıp giden sürece müdahale olanaklarına sırt çevirmek uygun düşer.
DEM Parti ve onun çevresinde temerküz eden demokratik ve toplumsal muhalefet güçleri açısından “yeni anayasa” gündemi bağlamında iki görev beliriyor.
Birincisi, DEM Parti’nin cari mevzuat çerçevesinde TBMM Genel Kurulu ve komisyonlarında AKP ve CHP ekseninde süre giden ve sürecek olan tartışma, müzakere ve pazarlıkların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çıtasının altına düşmesi olasılığına karşı bir aktif demokratik bir barikat görevini üstlenmesidir. DEM Parti’nin TBMM’ye intikal edecek tartışmalar çerçevesinde başka hiçbir gücün değil yalnızca kendi seçmeni ve demokrasiye ve özgürlüğe su kadar, ekmek kadar ihtiyaç duyan herkes adına, başka hiçbir güçle ortaklık aramadan ayağa dikilmesi gerekecek moment budur.
İkincisi, parlamento dışındaki, egemen statükonun kapsamadığı ve kapsayamayacağı bütün topluluk ve güçlerin kendi demokratik, ekonomik, toplumsal mücadelelerini sürdürerek parlamentoyu kendi demokratik ve sosyal cumhuriyet talepleriyle kuşatacakları ve TBMM’nin “demokratik kapasitesi”ni test edecekleri bir sosyal hareket halinde siyaset sürdürmektir. Siyasi şartlar, diktatörlüğü “tek ayak” üzerinde bırakmıştır. Toplumsal muhalefetin bu sefil diktatörlüğü kaybetmeye mahkûm olduğu bir erken seçim doğrultusunda bir “Demokrasi İttifakı”nın başına geçerek baskı altına alması tıpkı hava ve suyun fizik yasaları gereğince bütün boşlukları doldurmaksızın edememesi gibi kendi doğası gereğidir.
Nihayet her toplum/hukuk siyaset/hukuk tartışmasında olduğu gibi “yeni anayasa” tartışması bir kez daha önümüze gelirken aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki insanlığın tarihsel kavgasının bağlamı özgürlüktür ve tarihin binlerce kez ispat ettiği gibi, “[…] ‘devlet’ ve ‘özgürlük’ kavramlarını bir araya getirmek kadar saçma bir şey olamaz. Devlet olduğu sürece özgürlük diye bir şey yoktur. Özgürlük olduğunda da devlet olmayacaktır.”