Diğer taraftan işçilerin talep ve mücadeleleri 1 Mayıs’a sıkıştırılmamalı. En iyisi sendikalar üzerinden fabrikalarda çalışma ve yaşam koşullarına odaklanan bir süreçle sınıf bilincini geliştirmek
Deniz Bakır
İstanbul 1 Mayıs’ı bu yıl Taksim’de olacak. Bir iki cılız ‘alan fetişizmi’ itirazı dışında sendikalar, meslek odaları, kitle örgütleri, siyasi partiler vd. ardı ardına yaptıkları duyurularla bu iradeyi teyit eden açıklamalar yaptı.
‘Fetişizm’ vurgusu bu yıl emek ve demokrasi güçleri bakımından çok rağbet gören bir vurgu olmasa da iktidarın ‘yasak’ ısrarı ve işçi sınıfının örgütsel ve politik zayıflığının yarattığı boşluk düşünüldüğünde üzerinde kalem oynatmayı hak ediyor.
Fetişizm konu bağlamında biraz da sözlük anlamı esnetilerek, ‘kutsallaştırma’ asıl bağlamından koparılarak biçimselleştirme anlamında kullanılıyor.
Onun için 1 Mayıs konusunu ‘kutsal’ halesinden arındırarak, biçimi değil içeriği ile konuşalım. Yani asıl konumuz nerede değil nasıl kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs yapabiliriz?! İşçilerin talep ve mücadelelerini 1 Mayıs zemininde nasıl birleştirip görünür kılabileceğimiz?!
Önce genel bir giriş yapıp özele doğru gidelim.
1 Mayıs tüm dünyada yüzyılı aşkın bir zamandır işçi sınıfı ve ezilenlerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanıyor.
Birlik, mücadele ve dayanışma vurgusunun kime karşı olduğu açık olsa gerek. Burjuvaziye ve onun iktidarlarına karşı tüm ezilenlerin, emeğin mücadele ve dayanışma bayrağı altında birleştiği bugün uzun yıllar birçok burjuva ve faşist devlet tarafından yok sayıldı, yasaklandı ve hatta kanlı katliamlarla ezilmeye çalışıldı. 1 Mayıs gününün sembolik olarak böyle bir anlamı da var.
(Ama sembolizm taşıyan yönleri fazla öne çıkarıp ‘fetişizmi’ hatırlatmaya gerek yok!)
1886 yılında ABD’nin Chicago kentinde kurulu Mc Cormick fabrikasında 8 saatlik iş günü, insanca çalışma, yaşam ve ücret talebi ile grev yapan işçilerden 6’sının polisler tarafından katledildiği sürecin başlangıç günü olan 1 Mayıs; grev sırasında katledilen 6 ve sonrasında asılarak katledilen 4 devrimci işçinin anısı ve tarihsel mesajlarını tüm dünya işçilerine mal etmek isteyen 2. Enternasyonal tarafından 1890 yılında birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak belirlemesi ile ortaya çıkar.
(Hımmm yine ‘fetişizm’ çağrışımı! Sınıf mücadelesi şehitlerine atfedilen, kan ve can pahasına kazanılan bir gün vurgusuna ne gerek var? Bunu da geçelim!
Sahi 1 Mayıs gününün tercih edilmesi ideolojik atıfları olan, talepleri değil talepler uğruna bedel ödeyen şehitleri hatırlatan bir çeşit ‘zaman fetişi’ olmuyor mu? Neyse geçelim…)
Ne diyorduk?
1 Mayıs sonrasındaki yıllar boyunca işçi sınıfı ve ezilenlerin burjuvaziye ve egemenlere karşı dünya çapında, döneme ve ülkelere özgü taleplerle birlik, mücadele ve dayanışma bayrağını yükselttiği bir gün olarak tarihsel bir anlam kazandı. Başta devrimciler ve sosyalistler olmak üzere işçi sınıfı ve ezilenlerin bedeller pahasına mücadelesiyle meşruiyetini yaratarak genel bir kabul haline geldi. (Bedeller pahasına vurgusuna gerek yok. Zira onun da ‘fetiş’ çağrışımı var!) Hatta birçok uluslararası belgede imza altına alındı, yasal bayram ve tatil haline getirildi.
Türkiye’de de 1 Mayıslar bu dünyasal kapsam ve evrimle koşut bir süreç geçirdi. Taksim 1977 1 Mayıs’ında katledilen 37 işçinin meydana akan kanı bu hafızanın ‘Taksim’ üzerinden burjuvazinin zulmü ve emekçilerin direngenliğinin sembolü olarak meydanlara ve hafızalara kazındı. (Akan kan,1977 1 Mayıs’ı, Taksim, hafıza kavramlarını da kullanmamak lazım zira bedel, mekân ve hafıza vurguları nedeniyle bunlar da ‘fetişizm’e çağrışım yapıyor!)
Ama başta dediğimiz gibi biz ‘fetiş’e değil içeriğe bakalım!
(Bu sene işçiler, emekçiler, ezilenler 1 Mayıs’ta hangi talepler ve mücadele başlıkları için bir araya gelmelidir? Hah sonunda doğrulttuk konuyu!)
Bölgede savaş tamtamlarının yükseldiği günlerden geçiyoruz. İsrail’in Filistin’deki soykırım saldırılarının Lübnan, Suriye ve Irak’ı da içine alan bölgesel bir savaş riskine yol açtığı İsrail-İran gerilimi büyüyor. (Bu cümle iyi oldu!)
Saray rejimi (Ya da siyasi iktidar da denebilir!) dışta Güney Kürdistan (Alternatif olarak Kuzey Irak kullanılabilir) ve Rojava’ya (buraya da alternatif bir kelime bulmak lazım!) dönük işgalci (İşgal vurgusu fazla sert. Saldırı yeterli!) saldırı girişimlerini kapsamlı bir imha savaşı düzeyine sıçratmak için hazırlık; içeride ise faşist (faşizan da olabilir) saldırı ve yasaklarla ekonomik krizin işçi sınıfı ve emekçilerde itiraza dönüşmesini engellemeye, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların hak ve özgürlük taleplerini bastırmaya çalışıyor. (Kürt, Alevi vd. kesimsel vurguları öne çıkarmaya gerek yok. Bu hem işçiler arasındaki şoven ya da ‘kimlikçi’ eğilimleri kaşıyor hem de işçiler ile konuşmayı zorlaştırıyor.) İktidar ‘Faşizan’ yasakçı politikalarla bir yandan işçi sınıfının örgütlenmesinin önünü alırken, kendilerine bağlı işbirlikçi patron sendikaları eliyle sınıf bilincini kadük hale getiriyor. (Sınıfın tek kitlesel taban örgütü sendikaların olumsuzlanması hem sendikalarda olumsuz bir tepki yaratarak çalışmayı zorlaştırabilir hem de işçilerde güvensizlik yaratabilir! Bura için daha uygun bir cümle bulmak gerek!
Kelime kullanımları üzerine çalışmak lazım. Hem devletin baskısını bu kadar vurgulamak ‘Fetişçilerin’ ‘Taksim yasağı tarihsel anlamının yanı sıra Saray rejiminin işçilere, emekçilere karşı faşist karakterini gösterdiği için, işçileri anti-faşist mücadelenin önüne doğru çekeceği için delinmeli, özgürleşmelidir’ söylemine dayanak sunabilir.
Diğer taraftan işçilerin talep ve mücadeleleri 1 Mayıs’a sıkıştırılmamalı. En iyisi sendikalar üzerinden fabrikalarda çalışma ve yaşam koşullarına odaklanan bir süreçle sınıf bilincini geliştirmek.
Hımmm bu yazı olmadı galiba!
İşçilerin yan yana geleceği, fetişizme bulamayacağı 1 Mayıs şenlikleri mi yapılsa acaba?
‘Birlik, mücadele ve dayanışma şenlikleri!’
İşte bu iyi fikir!!!