Yani her seçmen kendi partisinin geleceğini değil, Türkiye’nin geleceğini oylayacak. Kurucu seçmen iradesi tam da budur işte!
Yaklaşık 22 aydır süren OHAL ile kurulmaya çalışılan bir ara rejimde yaşıyoruz.
Her siyasi rejimin temel tartışması kimin ya da kimlerin egemen olacağına ilişkindir.
16 Nisan referandumunun sağlaması özelliğini taşıyan 24 Haziran seçimleri bu açıdan olağandışı bir seçimdir.
Ya, kendini milletin yalnızca temsilcisi değil, ruhu hatta kendisi olarak sunan tek adamın egemenliğine evet diyeceğiz, ya da egemenliği yeniden Meclis’e iade ederek çoğulcu demokratik hukuk devletini yeniden kuracağız.
Bu nedenle özellikle bu ara rejimin toplumsal barışımızdan ekonomimize kadar önümüze koyduğu ve dozu her geçen gün artan acı ilacı içmeye hayır diyen her seçmenin kendini kurucu irade olarak konumlandırması ve bu motivasyonla hareket etmesi gerekiyor.
Bu, seçmenin 24 Haziran’da gönül verdiği partinin kazanmasını sağlamanın ötesinde, nasıl bir 25 Haziran sabahına uyanmak istediğini sandığa yansıtmasıyla mümkün.
Yani her seçmen kendi partisinin geleceğini değil, Türkiye’nin geleceğini oylayacak. Kurucu seçmen iradesi tam da budur işte!
Mısır’dan, Rusya’dan, Orta Asya Cumhuriyetlerinden farklı olarak Türkiyeli seçmen oyunun değerini bilen ve stratejik oy kullanan bir seçmendir.
Tüm korkutmalara ve seçmeni ne olduğu belirsiz “A,B,C planları” ve Maranki gibi yandaşlarının Belgrad Ormanları’na gömdüklerini söyledikleri silahlarla sandıktan uzak tutmaya çalışmalarına rağmen, seçimlere katılımın yüzde 85’leri geçmesi bekleniyor.
Bu seçmen, 7 Haziran seçimlerinde de kanıtladığı gibi, kendi partisinin yüzde 1 daha fazla oy almasının getireceği ilave 5-6 milletvekili ile o yüzde 1’in HDP’nin barajı aşmasını sağlayarak muhalefete kazandıracağı 50-70 milletvekilinin avantajını karşılaştırarak stratejik oy kullanmanın önemini ve değerini bilen bir seçmendir.
Tüm korkutmalara ve kışkırtmalara rağmen, 7 Haziran’da kimliğine, partisine, ideolojisine takılmadan stratejik oy kullanan batılı seçmende aynı sağduyu yine egemen… Üstelik bu kez seçimlerin OHAL altında ve 7 Haziran’dan çok daha ağır bir adalatesizliğin, eşitsizliğin ve baskının olduğu bir ortamda yapılacak olmasına rağmen…
Çünkü, bu seçimlerde sadece iktidarı alacak çoğunluk partisi belirlenmeyecek, A’dan Z’ye yeni bir rejim ve sistem değişikliği de oylanacak.
Seçmen vereceği oyla;
Çoğulculuk mu, tek parti çoğunluğu mu?
Demokrasi ve özgürlükler mi, tek adam yönetimi ve OHAL rejiminin olağanlaşması mı?
Barış ve huzur mu, kavga, kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir ortam mı?
Temel haklara saygılı anayasal bir hukuk devleti mi, yoksa kendi yaptığı anayasayı dahi çiğneyen bir keyfilik mi?
Temelleri sağlam, kurumsal yapısı güçlü, güvenli bir ekonomi mi, krizden krize sürüklenen bir ekonomi mi?
Çocuklarını geleceğe hazırlayan bir eğitim mi, çocuklarını mesleksiz, yoksul, geleceksiz bırakan bir eğitim mi? kararını vereceğnin ayırdında…
Ancak, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bu seçimde tek sorumluluk, yalnızca seçmene yüklenemez.
Asıl sorumluluk, ezberleri bozarak ittifak kuran muhalefet partilerine ve bu seçimin öncesinde ve sonrasında asıl oyun kurucu partisi olacak olan HDP’ye düşmektedir.
Tüm muhalefet partileri bu sorumlulukla hareket ettiklerinde, içinde bulunduğumuz ağır toplumsal ve ekonomik krizi en az hasarla atlatacak, yeni bir Türkiye hikayesi yazmak mümkün olacaktır.
Bu hikaye, kendi iç dinamikleriyle tek adam rejiminden kurtulan bir Türkiye hikayesi olacaktır.
Böyle bir hikaye yalnızca toplumun kendine olan güvenini artırmakla kalmaz, dış dünyadan da destek ve saygı görür.