Küresel sermaye ve iktidar tekellerinin sömürü düzeni, gün geçtikçe emekçi kitleleri daha da yoksullaştırıyor, emekçileri sefalete mahkûm ediyor. Bir taraf hep daha fazla zenginleşip refah içinde yaşarken, emekçilerin payına ise sefalet koşulları ve daha fazla yoksullaşmak düşüyor. Kapitalist modernitenin emekçiler üzerinde talan ekonomisi temelinde geliştirdiği bu muazzam baskı, topluma yönelik bir saldırı dalgasıdır. Ancak sermaye ve iktidar tekelleri onca baskı ve zulme rağmen, toplumsal muhalefetin hak mücadelesinin önüne geçmeyi başaramamıştır. Toplum da bu saldırılar karşısında tarih boyunca refleks göstermeyi bilmiştir.
“Başka bir dünya mümkün” diyenler her alanda anti-kapitalist mücadeleyi yükseltmişlerdi. Nasıl ki 1848 Avrupa İşçi Devrimleri dalgası, 1871 Paris Komünü, 1886 Şikagolu işçilerin direnişi, 1917 Ekim Devrimi ve 1968 Dünya Devrimi sınıfsız-sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinin kilometre taşlarıysa, bugün Ortadoğu devriminin öncü gücü konumundaki ezilen Kürt halkının mücadelesi de bu geleneğin son halkasıdır. Kürt halkının onurlu mücadelesi, küresel sermaye ve iktidar tekellerinin oyununu bozmaktadır.
Emek mücadelesi ile Kürt hareketi arasında daha çok dayanışma olmalı, bu hareketler daha çok ortaklaşmalı, daha çok birlikte yürümelidir. Çünkü Kürt halkına inkâr, imha ve asimilasyon dayatan nedenlerle, işçi sınıfının emeğinin sömürülmesini sağlayan nedenler aynıdır. Kapitalist modernite, bir yandan sermaye tekelleriyle işçi sınıfını ücretli köleler haline getirip sömürürken, diğer yandan iktidar tekellerinin emperyalist çıkarları temelinde Kürt halkını baskı altında tutup statüsüz bırakmakta, kimliğini inkâr etmektedir. Yapmamız gereken 1 Mayısları Newrozlaştırmak, Newrozları 1 Mayıslaştırmaktır. İşçi sınıfının kurtuluşu ile Kürt halkının ve ezilen-yok sayılan halkların özgürlüğü birdir. Bu iki mücadelenin kaderi ortaktır.
Ancak ne yazık ki bu ülkede emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin en büyük trajedisi, Kürt halkı mücadelesini yükseltirken Bursa’da, Kocaeli’de, Denizli’de işçi sınıfının dayanışma grevleri yapmamış; Roboski Katliamı olduğunda, HDP’li belediyelere kayyumlar atandığında, Ceylan Önkol’lar havan mermisi ile paramparça edilirken, bu politikalara karşı bir grev dalgasıyla muhalefet göstermemiş olmasıdır.
Bu iki mücadelenin birleşmesi, aynı zamanda emek mücadelesini ücret dilenciliğine indirgeme hatasını da bertaraf edecektir. “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız” diyorsak, işçi sınıfının taleplerini sadece ekonomi cephesine, hatta daha da kötüsü ücret pazarlığına sıkıştırmamalıyız. Politik alandaki demokrasi talebi ile ekonomi cephesindeki demokrasi talebi, aynı madalyonun farklı yüzleridir. Emek-ekonomi cephesindeki demokrasi mücadelesi, politik-kültürel alanla eklemlenmeli, böylece işçi sınıfının mücadelesi bütünsel bir biçimde örülerek taçlanmalıdır. Çünkü kapitalist modernite her alanda, emek alanında, kültürel haklar alanında, toplumsal cinsiyet-kadın hakları alanında, ekoloji-doğal çevre alanında, bilim-akademi alanında; kısacası yaşamın her alanında örgütlü. Dolayısıyla buna karşı mücadele de sadece ekonomi-emek cephesinde değil, her cephede sürdürülmeli. Yani kapitalist modernite bütünsel bir biçimde algılanmalı. Anti-kapitalist mücadele de sadece emek cephesinde değil her cephede sürdürülmeli.
İşte 3. Yol bunun mücadelesinin adıdır. 3. Yol demokrasinin kendisini de demokratikleştiren radikal demokrasi paradigmasıyla yaşamın her alanının demokrasinin kapsama alanına alınmasının yoludur. 3. Yol emek mücadelesiyle, halkların mücadelesinin bir aradalığıdır. 3. Yol, 1 Mayısları Newrozlaştırmak, Newrozları 1 Mayıslaştırmaktır.