‘Çocukluğumuzda Cumhuriyet rejiminin malum resmi bayramlarına ilaveten her kasabanın bir “düşman işgalinden kurtuluş” günü olurdu. Orada temsili olarak kurtuluş savaşı sahnelenir, yarısı düşman üniforması giymiş bir grup er ve erbaş, Türk efe/çeteleri ve Türk askeri falan kıyafeti giymiş öteki grup tarafından bir güzel kurşunlanır, kaçmaya çalışan düşmanlar da yakalanıp süngülenirdi. Halk galeyana gelip fena halde alkışlardı.
Yine aynı yıllarda, Malkoçoğlu ve Kara Murat filmleri özellikle yazlık sinemalarda iyi gişe yapardı. Türk kahramanı, atının üzerinde Bizans kıyafeti giydirilmiş figüranları fena halde döver, sadist Tekfur’u doğduğuna pişman ederdi. Seyirciler galeyana gelip alkıştan ortalığı inletirdi. Günümüzde “Ertuğrul” gibi yüksek masraflı diziler de benzer hedefleri gerçekleştiriyor olmalı.
Yıllar sonra 2000’li yıllarda bir gün, Mayıs sıcağında yeniçeri kıyafeti giydirilmiş çakma palabıyıklı belediye zabıtalarının mehteran davulu eşliğinde ve kan ter içinde Osmanlı kadırgalarını Gümüşsuyu yokuşundan aşırtıp Haliç’e halatlarla çekerek denize indirdiklerine şahit olunca gözlerime inanamadım. Aynı günün akşamüstü Topkapı tarafında Ulubatlı Hasan kıyafetleriyle surlara tırmanan bir itfaiyeci, kahramanca şehit olmadan hemen önce Osmanlı sancağını dikti mi surlara? İşte fetih üzerine düşünmenin zorunluluğunu o an kavramış olmalıyım. Çünkü o günlerden belki de çok öncesinden bu güne Fetih, bir mit olmanin otesinde artık milli bir fetiş haline gelmiş bulunuyor.
Son yıllarda Yenikapı’da akşam vakti yapılıyor kutlamalar ve iki milyon civarında insan eşliğinde mutlaka Tayyip Erdoğan da katılıyor; katılmak ne kelime; hightech süperdijital ses ve ışık gösterisinin en can alıcı anında, Fatih Sultan Mehmet’in namaz kılma sahnesine şairane bir nutukla eşlik de ediyor.
Türkiye’de sağ muhafazakar yükselişin ve ardından İslamcı hareketin yükselişi eşliğinde Türk-İslam sentezinden İslam-Türk sentezine geciş tarihi ile Fetih ritüelleri tarihi neredeyse çakışıyor. Özellikle Refah Partisi’nin İstanbul’da güçlenmesi ve giderek 1994’te Büyükşehir Belediyesi’ni “fethetmesi”, Fetih Şenlikleri ve mitinglerinde bir patlamanın yaşanmasına paralel olarak ilerliyor ve günümüzdeki boyutlarına ulaşıyor.
Fetih ritüellerindeki dönüşüm yalnızca devletin ve toplumun İslamcılaşmasının göstergesi değil. Aynı zamanda milliyetçi ideolojinin niteliğinde de bir dönüşüme isaret ediyor. Çocukluğumuza dönersek, “düşman işgalinden kurtuluş” törenleri, “Sevres Sendromu” ile sürekli yeniden üretilen savunmacı milli ruh hali ile örtüşmekte. Yani bu coğrafya bizim, ama iç ve dış mihrakların burada gözü var kafası. Malkoçoğlu ve Karamurat filmleri ise yayılmacı bir arzudan çok şimdi azgelişmiş bir ülke olduğumuza bakmayın geçmiste ne güçlü bir millettik nostaljisi olarak okunmalı.
Peki şatafatli Fetih merasimleri günümüz milliyetçiliğinin niteliği üzerine ne söylüyor?
Savunmacı “Yurtta sulh cihanda sulh”cu söylemden agresif bir ideolojik ve politik tarza geçiş saptaması yapabiliriz. Bunun bir boyutu, Suriye ve kısmen Irak topraklarında vekalet savaşı yürüten fanatik İslamcı güçler ya da doğrudan sınır ötesi askeri müdahale ile nüfuz alanları yaratma biçiminde tezahür etmekte olan yeni yayılmacı dış politika. Yani artık “vatan savunması” söylemi, vatan-ötesi bölgeye “adalet dağıtma” söylemi ile iç içe geçmiş bulunuyor. Özetle, Türkiye devleti artık kendini Ortadoğu işlerinde söz sahibi bir bölgesel güç olarak görmek istiyor; milletin de klasik savunmacı ruh halinden sıyrılıp bu yönde manipüle edilmesi gerekiyor; Ulubatlı Hasan misali.
Ama bu agresif milliyetçi ruh hali “vatan” topraklarını da bir yeniden-fetih objesi haline getirmiyor mu? Son yıllarda reklamlarda giderek artan milliyetçi tonlara bakmak bile yeterli bilgi verebilir. Bizden satın almamızı istedikleri bina ya da inşaat ya da nükleer enerji değil de “vatan aşkı” adeta. Maslak 1453 projesi tipik örnektir. Bir insaatçı atını şahlandırıyor ve Belgrad Ormanı’nı resmen fethediyor. 1453 adet damperli kamyon ve dozer, üçüncü havalimanı sahası açmak için dümdüz edilmiş ormanın üzerinde gösteri yapıyor… Ülkenin tüketilmemiş kaynakları akarsular, ormanlar, denizler, sahiller, yeraltı suları, yeşil alanlar ve tabii ki yeterince sömürülmemiş iş gücü milliyetçilikle donanmış topyekün bir saldırının hedefi haline geliyor.
Aynı durumu “terörle mücadele” alanında da gözleyebiliriz. Sur, Şırnak, Nusaybin, Cizre “teröristlerden arındırma” amacıyla yalnızca savaş alanı haline gelmiyor. Resmen yerle bir ediliyor; taş üstünde taş bırakılmıyor. Tabii ki bu insanlik trajedilerinin ardından oraya TOKİ eşliğinde iktidar yanlısı inşaatçılar yığılacak. Özetle kendi toprağına ve kendi yurttaşına ilan edilmiş bir cihat anlamı da taşıyor Fetih fetişizmi.