Yerel seçimlerin yapıldığı 31 Mart 2024 tarihi kolay kolay unutulmayacak bir tarih olacak. Bu tarihte kayyum rejimine son veren güçlü bir Kürt halk iradesi ortaya çıkmasının yanı sıra Türkiye’nin ana muhalefet partisi uzun yıllardan sonra ilk defa seçimden birinci çıktı. Türkiye’de yerleştirilmek istenen tekçi otoriter başkanlık rejimi ağır bir yara aldı.
Yerel seçim sonuçları bir kez daha gösterdi ki, “Kürt sorununu çözmeyen çözülür” durumu yaşandı. Türkiye’de geçen yıl gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimlerinde devlet aklı ne yapıp edip seçimleri güç kaybeden Cumhur İttifakı’na kazandırdı. Ancak bu durum seçim yenilgisini sadece biraz geciktirmekten başka bir işe yaramadı. Türkiye halkları 31 Mart’ta sandıkta çok güçlü bir şekilde Cumhur İttifakı’nı cezalandırarak barış ve demokrasi mesajı verdi.
Seçim sonuçları üzerinden çok fazla değerlendirme yapılabilir. Ancak sakin olmak ve mevcut durumu analiz edip Türkiye’nin temel meselelerinin ne olduğuna odaklanıp ona göre çözümler üretmek gerekir. Türkiye tekçi ideolojik ulus devlet anlayışında ısrar ettiği sürece sorunlarını çözemez. O halde ilk yapılması gereken şeyin demokrasinin çoğulculuk, açıklık ve katılımcılık ilkelerine uygun, tekçiliği reddeden demokratik ulus temelinde demokratik cumhuriyeti savunmaktır. Bununla birlikte insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, ademi merkeziyetçiliği benimseyen yeni bir rejim inşa etmenin gerektiğidir. Bu yeni rejimin yolu da devam eden savaşa karşı güçlü bir barış mücadelesi vermek ve bununla birlikte en geniş demokrasi ittifakını kurmaktan geçmektedir.
Yerel seçimlerden sonra Anayasal takvime göre 2028 yılına kadar seçimlerin olmadığı söylenmekte ve bu seçimsiz dönemde temel sorunların çözümüne odaklanılması gerektiği ifade edilmektedir. O halde ilk iş devam eden savaşı durdurmak ve güçlü bir barış mücadelesi örgütlemek gerekir. Savaşı durdurmanın ve barışı istemenin ilk yolunun İmralı Ada Hapishanesi’nde mutlak tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasının ve dış dünya ile ilişki sağlamak olduğunu kuvvetlice vurgulamak ve savunmak gerekir. Dünyada geçerli temel kuralın, “Kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın” düsturu gereği barış konusunun ertelenemeyecek bir konu olduğunu, siyasi iktidar değişikliği gerçekleşinceye kadar beklenilemeyeceğini, her geçen günün ciddi can kayıplarına mal olduğunu, ekonominin daha da çıkmaza girdiğini, toplumsal barışın zarar gördüğünü ve tecridin devam ettiğini unutmamak gerekir. Kimi çevrelerin barış mücadelesini ihmal ederek demokrasi mücadelesi yolu ile iktidar değişikliğini gerçekleştirip bunun üzerinden barışı gündeme getirme söylemlerinin büyük bir yanılsama içerdiğini, geçmişte bu durumun halklarımıza çok şey kaybettirdiğini hatta ve hatta kimi sosyalist arkadaşların geçmişte söyledikleri “Sosyalist devrimi yapalım, Kürt sorunu çözülür” mantığının yeni bir versiyonu olduğunu söylersem abartmamış olurum. Barış mücadelesi beraberinde zaten güçlü bir demokrasi mücadelesini gerektirmektedir. Dolayısıyla söylemlerimizde barışın ne kadar gerekli ve acil bir durum olduğunu, barışı yakalamadan istediğimiz demokratik gelişmenin gerçekleşemeyeceğini Türkiye örneğinden şimdiye kadar anlamış olmamız gerekmektedir.
Barış mücadelemizde partimiz DEM Parti’nin programının yanı sıra demokratik anayasa hareketi çalışmaları, özgürlük ve çözüm perspektifli devam eden faaliyetlerin başta tecridin kaldırılması olmak üzere hapishanelerdeki hak ihlallerinin giderilmesi ve siyasi mahpuslara özgürlük çalışmalarının, yoksulluğa ve açlığa karşı güçlü bir emek mücadelesinin, ekolojik yıkıma karşı doğanın hakları mücadelesinin ve elbette olmazsa olmaz olan kadın özgürlükçü anlayışımız gereği kadın yoldaşların mücadelesinin çok önemli katkılar sunacağını belirtmek isterim. Ayrıca en geniş demokratik mücadele ittifakının kurulmasıyla barış mücadelesi yükseltilebilecektir. Kimi çevrelerin bu kadar zayıflamış AKP-MHP iktidarının barış masasına oturtulması ile nefes alabileceğine dair söylemleri beni hayrete düşürmektedir. AKP-MHP iktidarı barış masasına oturtulduğu anda zaten otoriter yönelimden vazgeçip demokratik bir yönelimi kabul etmiş olacaktır. Demokratik yönelimde demokrasi güçleri kazanacaktır. Ayrıca unutulmamalıdır ki 2013-2015 döneminde barış sürecinde barış döneminin demokrasi güçlerine kazandırdığı ve bu sayede HDP’nin barajı geçerek %13,5 oy aldığını, AKP’nin tek başına iktidar çoğunluğunu kaybettiğini de hatırda tutmak gerekir. Örnekler çoğaltılabilir.
Sonuç olarak yerel seçimlerde halklarımızın bize verdiği mesaj, barış mücadelesini yükseltmek ve demokratik cumhuriyeti inşa etmektir.