Yıllardan beri Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin de imzaladığı, tüm milletlerce de kabul edilerek bir Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi vardı. Bu sözleşmede her ülkede azınlık olsun veya azınlık kabul edilmeyen tüm etnik insanların çocukları, kendi anadilinde eğitim, okuma-yazma ve dini ibadethanelerinde serbest olacaklardır.
Daha birçok çocuk hakkı sözleşmede vardır. Türkiye genelde sözleşmeyi imzalamıştır; ancak Kürt çocuklarının kendi anadilinde eğitim yapma maddesine ‘çekince’ koymuştur. Yani tüm dünya çocukları rahatça kendi anadilinde eğitim yapacaktır. Ama bu hak Kürt yavrularından esirgendiği gibi, üstelik her sabah Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarına ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım…” yalanı söyletilmektedir. Çocuklar dediklerini anlamamakta, birbirlerini dürterek alaylı alaylı gülmektedirler. Tıpkı kilise çocuk korosunda Latince bilmeyen çocukların Latince ilahiler okumaları gibi veya Türk ve Kürt çocuklara Kuran ezberletmeleri gibi.
Tabii bu durum, yani çekince dünya kamuoyunda Türkiye için izahı zor bir ayıptır. Ve şu kadarını söyleyeyim, bu çekinceyi kendi itirafı ile damarlarında Kürt kanı olan Turgut Özal imzalamıştır. Ama bunlara şaşmamak lazım, zira Türkiye garip bir ülke olmuştur.
Şimdi görüyoruz ki, yıllardan sonra Türkiye hükümeti bu çekincenin kaldırılması için TBMM’ye bir kanun teklifi getiriyor. Zararı yok geç kalındı, ayıplandık, ama demek yavaş olsa da aklımız başımıza geliyor.
Bu demektir ki, bundan sonra Kürt çocuklar okullarda Kürtçe okuyacak ve bu çok da iyi olacaktır. Çünkü Kürt çocuklar ilkokullarda ancak çat pat Türkçe öğreniyorlardı. Ayrıca bir ilkokul temel kültürünü alamıyorlardı ve bu kültür sakatlığı lisenin sonuna kadar devam ediyordu. Eh, herhalde bu kültürsüz Kürt çocukları üniversitelerin merkezi sistem imtihanlarına girerek Galatasaray Lisesi, İstanbul Lisesi, Robert Koleji ve diğer bakımlı, bol hocalı Anadolu liselerinin talebelerini sollayamazdı.
Kürdistan’daki bu ütopik ilkokullar için iki tane öyküm vardır.
Akarsu nahiyemizin bir köyünde yeniden ilkokul açıldı. Köyde Türkçe bilen kimse yoktu, askerlikte çat pat Türkçe öğrenip unutanlardan başka. Genç, güzel, iyi niyetli bir Türk öğretmen okula tayin edilmişti. Öğretmen sık sık bana gelir, dert yanardı. Nihayet Esat Bey adında bir ilkokul müfettişi, yıl sonunda okulu teftişe geldi. Bir gün sonra müfettişle öğretmen bana misafir oldular. Babacan müfettiş ile aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-Musacığım okulun durumu çok enteresan. Bu durumda tek bir çocuk sınıf geçmiyor. Hocanın kabahati yok. Çocuklar değil okuma-yazma, Türkçeyi dahi anlamıyorlar.
– Peki müfettiş bey, siz nasıl bir çare düşünüyorsunuz?
– Efendim, biz bu Kürt sorununu Bakanlığa yazamayız; ancak Milli Eğitim Müdürü ve Vali beyle konuşarak bu yıl o köyde okul açılmadığını bakanlığa bildireceğiz.
İkinci öykü ise şöyle:
Köyümüzün okulunun üçüncü sınıfında hoca, talebelerine ‘Hanginiz bir şarkı söylersiniz?’ diye soruyor. Haydi, kızım sen söyle bakalım, diyor.
Kız başlıyor: “Tey lo tel tilluri / Girara bavê te furî / Hişter nankî tenurî”
Kürt kökenli hoca korkuyor ve hemen ‘Olmaz, olmaz’ diyerek kızı yerine oturtuyor.
Hoca ile görüştüm. “Musa Bey, zaten karakol komutanı olan uzatmalı çavuş bana takmış. Yarın ‘Hoca, çocuklara Kürtçe ders veriyor’ dese ne olur” dedi.
Ama şarkıyı söyleyen kız çocuğu ve ne de sınıf arkadaşları hocanın kızgınlığını anlayamamışlardı.
———————–
21 Temmuz 1992