Süreç boyunca gösterilen direniş sömürgeci faşist rejimi de yıprattı, kırılganlığını arttırdı. Sonuç olarak bu durum hem Kürt devrimi ve sosyalist hareketi hem de karşı devrimi bir eşiğin önüne getirip bıraktı
Deniz Altun
Türkiye Cumhuriyeti ulusal ve inançsal çeşitliliğine tezat olarak tekçi bir formatta kurgulandı. Tek dil, tek ulus, tek din, tek devlet diye başlayıp giden liste modern Cumhuriyetin ve egemenlerin hem en güçlü silahı hem de en zayıf karnı oldu. Ulusal topluluk ve inançların inkâr, imha ve asimilasyonu ‘modern cumhuriyetin’ üzerine yükseldiği ana kolonlardan biriydi. Bu kolon bir yandan sermayenin tek elde toplanmasını sağlayan bir araç rolü oynarken, diğer taraftan ise mezhepçilik ve milliyetçilik üzerinden sınıf mücadelesini baskılayan bir rol oynadı. Ama aynı zamanda cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren rejimi istikrarsızlaştıran ve kırılgan hale getiren ayaklanma ve isyanlara neden oldu. Ve bu isyanlara karşı olağanüstü yönetim tarzını rejimin karakteri haline getirerek Darbe-Faşizm sarmalını üretti.
Cumhuriyetin ilk Kürt isyanları kanlı bir biçimde bastırıldı. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni dünya dengeleri içinde emperyalizmin Sovyetleri çevrelemeyi öngören yeşil kuşak planı içinde rol aldı. Bu kapsamda bir tarafta emperyalist ekonomiye daha güçlü bir entegrasyon temelinde kapitalist gelişimin önü açılırken, diğer taraftan ise NATO’ya giriş kapsamında askeri sistemin reorganizasyonu ve en nihayetinde çok partili sisteme geçişle siyasi sistem reorganize edildi.
Bu dönem aynı zamanda kapitalist gelişime bağlı olarak sınıf mücadelesi ve devamında sosyalist hareketin de gelişip serpildiği bir dönemdi. Yükselen sınıf mücadelesi ve sosyalist hareket bir yandan faşist hareketin (MHP’nin) ve politik İslamcılığın (Milli görüş, komünizmle mücadele dernekleri vd.) örgütlenmesi ve bu yolla toplumsal gerilimin Türk-Gayrı Türk ve Sünni-Alevi (6-7 Eylül, Kırıkhan, Maraş, Çorum vd. katliamlar) eksenine doğru kaydırılarak manipüle edilirken, diğer taraftan da darbe sarmalına alınarak ezildi. Ne var ki bu dönemde uç veren modern Kürt devrimi 12 Eylül sonrası Türkiye’deki sınıf mücadelesinin ve sosyalist hareketin ezildiği koşullarda patlak verdi. Kürt devrimi Kuzey’den dört parçaya doğru yayılarak Türk sömürgeciliğinin yanı sıra emperyalist statükoyu sarstı ve karşı devrim güçlerini bu gelişimi durdurmak için mezhepsel ve ulusal şovenizmleri tırmandırarak baskılamaya ve işbirliğine yöneltti.
Sovyetlerin çözülerek sosyalist hareketin dünya çapında gerilediği bir tabloda yükselişe geçen Kürt devrimi önceleri tek kutuplulaştığı düşünülen emperyalist sistemin yeni hegemonya mücadelelerine giriştiği birçok kutupluluğa varmasının yarattığı bütün avantaj ve dezavantajları yaşadı. 2000’lere doğru yaklaşırken önderliğinin uluslararası bir komplo ile sömürgeciliğe teslim edilmesinden kaynaklanan karmaşayı hızla aşmakla kalmadı, ortaya çıkan yeni koşulları göğüsleyecek bir paradigma değişikliğine gitti. Ve bu yaklaşımlarını hayata geçirerek emperyalist sistemin çoklu krizini yeni bir atılımın zemini olarak değerlendirdi. Medya Savunma Alanları’nın yanı sıra Rojava’dan Şengal’e uzanan bir hatta devrimci süreci yeni bir düzeye taşıyarak öne sürdüğü modelin dayanaklarını yarattı. Ne var ki bu süreçte Kürt devrimi ile Türkiye ve bölge devrimi arasındaki uçurum genişledi ve bu durum Kürt devriminin gelişiminin de temel engellerinden biri hâline geldi. Kürt devrimini bölgesel sömürgeciliğin ve emperyalist güçlerin itişmeleri arasından çıkararak sonuçlarına ulaştıracak güç Türkiye ve bölge halklarını denkleme sokmaktı. Ve Kürt özgürlük hareketinin paradigması buna teorik bir temel sunuyordu. Rojava’nın Kuzey ve Doğu Suriye formülasyonuna doğru genişlemesi ve Kuzey Kürdistan devriminin Gezi’nin yarattığı enerjiyle toparlanmaya çalışan Türkiye’nin demokratik sosyalist birikimiyle birleşerek HDK-HDP üzerinden Batıya doğru yayılması bu sürecin pratik görünümleri olarak ortaya çıktı. Geride kalan dokuz yıllık faşist saldırganlık ve savaş dönemi bu kanalı kapatmayı amaçlıyordu. Ve kabul etmek gerekir ki belli gerilemelere, gediklere yol açtı. Kuzey ve Doğu Suriye’de belli bölgelerin işgali, Kuzey Kürdistan gerillasının büyük oranda ve genellikle Medya Savunma Alanları’nda savunma pozisyonuna doğru itilmesi, HDP/HDK’nin özellikle örgütsel ve siyasal olarak felç edilmesi, Türkiye ve Kürdistan arasındaki bakışımın bozulması ve Batı cephesinin boşalması bu gerçeğin görünümleri olarak kayıtlara geçti. Ne var ki bu süreç boyunca gösterilen direniş sömürgeci faşist rejimi de yıprattı, kırılganlığını arttırdı. Sonuç olarak bu durum hem Kürt devrimi ve sosyalist hareketi hem de karşı devrimi bir eşiğin önüne getirip bıraktı.
Kabaca özetlediğimiz tarihsel evrimin şimdiki durağı olarak karşı karşıya bulunduğumuz eşik devrim ve demokrasi güçleri için önemli imkânlar (ve tabii ki riskler barındırıyor) çıkış yollarına dair doneler sunuyor. Bu kısmına sonraki yazımızda devam edelim.