Rızasız yolun çağımızdaki formatı kapitalist-emperyalist sistem, tahakküm ve gasp odaklı eril zihniyet ve kurumlaşmalarıyla insanlığı ve tüm doğayı bir vahşet sarmalı içinde tüketmektedir. Muktedirler, insan donundaki bu yaratıklar her an çığlık çığlık yaşanmakta olan soykırımlarla, yarattıkları yıkım, gasp ve talanlarla, mazlumlara yaşattıkları nice cefayla sefa sürmektedirler. Kartelleri, tekelleri, ulus devletleri, ittifakları, habire geliştirdikleri savaş aygıtları ve ölüm makineleriyle, bizzat ürettikleri çelişki, çatışma ve karşıtlaştırmalarla saltanatlarını sürdürmektedirler.
Ezilenler cenahında, dünyanın dört bir yanında nereye, hangi toplumsal kesime dokunulsa bin ah işitileceği, tamamının sorunlarının dünden bu güne hegemonik merkezlerce yaratıldığı, bir sistem sorunu olduğu bilinen ve yaşanmakta olan bir gerçekliktir. İnsan denen varlığın doğası olan çok kimliklilik, sınıf ve cins gerçekliği içinde direnişler de hep var olmuş ve olacaktır. Bu direnişlerin yerel, ulusal, bölgesel ve küresel boyutlarına, birbirleriyle ilişkilenme ve direnişi büyütmeye, eşitlikçi ve özgürlükçü gelecek tasavvurlarına, örgütlenme biçimlerine dair farklı önermeler sunulmuş ve sunulmaktadır. Ve bu önermeler yaşama cevap olabildiği, toplumsallaştırılabildiği oranda karşılık bulabilmektedir.
Alevilik, doğal toplum gerçeğinden bu güne rızasız yolun tüm versiyonları karşısında Rıza ve İkrar temelli bir toplumsal var oluş biçimi olarak, çağdan çağa kemalini derinleştirerek, toplumsal var oluş biçimini tekrar tekrar formatlayarak süzülüp gelen bir yoldur.
İnsanlık ailesinin holistik ve simbiyotik gerçeğini görebildiğimizde, hak temelli her mücadele ve başarının da tüm insanlığın kazanımı olduğunu biliriz. Toplumsal özelimizde; toplumsal özelimize dair bu bilincin zayıf olduğunu, yaşamın tüm alanlarında türlü sıfatlarla duruş gösteren, bedel ödemekten çekinmeyen çok fazla Alevinin varlığını bilmekteyiz. Özellikle okumuşlarımız diyebileceğimiz bu kesimlerin soykırım nesnesi haline getirilen toplumsal gerçekliklerini aynı duyarlılıkla sahiplenmediğini, dahası Alevi halk gerçekliğini modernist akımların toplumsal tabanı biçiminde örgütleme çabası içinde olduğunu görmekteyiz. Resmi ideolojiye doğrudan eklemlenenleri anmaya dahi gerek görmüyoruz.
Sistematik biçimde, çok yönlü bir şiddet ve her türlü şiddet araçlarıyla tüketilmekte olan bir halkın bireyi olarak, toplumsal gerçeğimizi, varlığımızı, direncimizi zayıflatan, edilgen kılan, bağlı olarak tükeniş gerçeğimizi derinleştiren bir olgu olarak tarihsel-toplumsal gerçeğinden koparılan insan gerçeğimizi acıyla görmekte, yaşamaktayız.
Geleneksel motivasyonu ve değerleriyle yaşamakta olan halk kesimlerimiz kendi gerçeğine en yakın noktada yaşarken öncülük boyutunda ciddi sorunlarımız vardır. Modernist zihniyetin ideolojik tahakküm ve sızmaları öncülüğe soyunmuş kesimlerimizin ufkunu bu zihniyetin kodlarıyla büyük oranda sınırlamış durumdadır. Kendi halk gerçeğimiz, yani yolun temel düsturları, duygu ve anlam dünyası üzerine inşa edilmiş bir örgütlülük biçimine ulaşabilmiş değiliz. Bunun suçlusu da geniş anlamda halk kesimlerimiz değildir.
Bu gerçeklik 31 Mart yerel seçimleri vesilesiyle bir kez daha görünür olmuştur. Tüm bu kuşatılmışlık ve sıkıştırılmışlık içinde Alevi halklar çeşitli refleksler göstermekte, bir nebze olsun nefes almaya çalışmaktadırlar fakat sistemin iki kutbu arasındaki bu sıkışma halini aşamayan refleksler toplumsal varlığımızı savunmaya, yaşatmaya gerçekten hizmet edebilmekte midir? Yolumuzun hakikati üzerinden, tarihsel-toplumsal gerçeğimizi, sorunlarımızı ve ihtiyaçlarımızı gözeterek duruş gösteren Alevilerin yüzdesi nedir? Bu savrulmaların esas sorumlusu öncülüğe soyunan kurumlarımız ve kendine aydın sıfatını yakıştıranlarımız değil midir?
İnzibati, iktisadi, kültürel kuşatma; ÇEDES, Alevi Bektaşi Kültür Ve Cemevi Başkanlığı gibi kapsamlı projelerle derinleştirilmekte ve tüm itirazlarımız dikkate dahi alınmamaktaysa bu durum örgütlülük biçim ve düzeyimizin yetersizliğini göstermez mi?
Siyaset alanına; özgün, iradi, yolun hakikati üzerine temellendirilmiş bir örgütlülük biçimi ve bileşen hukukuyla, demokratik mücadeleye hak temelli önermelerimizle müdahil olmaktan, Üçüncü Yol’un, yani tüm mazlumların rızalı-ikrarlı birliğinin inşasına etkili biçimde katılmaktan başkaca seçeneğimiz yoktur.
Alevilik Rıza ve İkrar yoludur, bu gerçek hiçbir çağda, hiçbir koşulda değişmez. Yolu sürecek, yolun hak çizgisini yaşayıp savunacak mıyız? Ehveni şer tutumu çözülüş ve çöküşü gittikçe derinleştirmekten başka bir sonuca götürmeyecektir.
Aşk ile…