Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç ile seçim sonuçlarını ve yansımalarını konuştuk Seçimin birinci sonucu şu oldu; Türkiye’de son on yılda geliştirilmeye çalışılan tek partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerel karşılığına halk onay vermedi. Tek partili cumhurbaşkanı sistemine karşı halk değişim dedi
Selman Çiçek
31 Mart yerel seçimlerinde ortaya çıkan sonuç, birçok boyutuyla tartışılmaya devam ediyor. 20 yılı aşan AKP iktidarının ilk kez ikinci çıktığı seçimler, yerel seçimi aşan bir siyasal tablo ortaya çıkardı. Mevcut haliyle AKP-MHP ittifakı fiilen azınlık durumuna düştü. Seçim sonuçlarının önümüzdeki sürece nasıl yansıyacağı ise merak konusu. Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, seçim sonuçlarını, sonuçlardan sonra partilerin yeni dönem olası politikalarını ve yeni aktörlerin Kürt sorununda alabileceği pozisyonları gazetemiz için değerlendirdi.
- Yerel seçim sonuçları nasıl okumalıyız?
Seçimin birinci sonucu şu oldu; Türkiye’de son on yılda geliştirilmeye çalışılan tek partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerel karşılığına halk onay vermedi. Bir rejimin kendisini kurgulaması ve sürdürebilmesi için yerelde karşılık bulması ve yerel süreçleri tamamlaması gerekir. Yerelin muhalefet siyasetine onay vermiş olması tek partili cumhurbaşkanı sistemine karşı halkın değişim işaretidir.
İkincisi; muhalefetin aldığı oylar ve aldığı kentler izlendiğinde seçmenin çok ağırlık bir kısmı Türkiye açısında demokratikleşme, bölge açısından ise Kürt sorununa çözümüne dair bir mesaj göndermiş oldu. Yerel seçim sonuçları, Türkiye’de demokrasi Kürt sorununa çözüm diyebileceğimiz iki ana bağlamı öne çıkarmıştır.
Üçüncüsü; Türkiye çok uzun bir zamandır iki parti arasında sıkıştırılmaya çalışılıyor. İki blok zihniyetine halk kırmızı kart gösterdi. Son dönemlerin en çoğulcu sonuçları elde etti yerel seçimler. Özellikle Yeniden Refah Partisi ve DEM Parti’nin yükselişi, CHP’nin AKP’nin kalesi görülen kentleri alması bir çoğulculuk özlemini de ifade ediyor. Seçim sonuçlarını böyle okumak gerekiyor.
Bu seçim sonuçları, iktidardan muhalefete bütün partilere kimi görevler de yüklüyor. Örneğin, CHP açısından baktığımızda; taban ittifakı ile aldığı oyların karşılığında klasik CHP pozisyonundan çıkabilme ve dönüşümünü sürdürebilme, tamamlayabilmesi ile ilgili çok ciddi destek almış gibi görünüyor. Çünkü, CHP’nin belediyeleri kazandığı yerlerdeki esas güç, CHP’nin kendi esas tabanı değildir. Aynı zamanda DEM Parti’den İyi Parti tabanına kadar, farklı mütediyenler, sol tabanlar, liberal tabanlara kadar CHP’ye oy verildiğini görüyoruz. Bu durum, CHP’ye hem değişim sürecini tamamlayabilmesi ve yürütebilmesi açısından yüreklendirici, destekleyici bir sonuç olarak okunabilir. Aynı zaman da seçim sonuçlarının açığa çıkardığı demokratikleşme taleplerini ve yönüne dönük okumalarını güçlendirmeli. Yerel seçim sonuçları ile birinci parti konumuna gelen CHP’ye taban şunu demiş oldu; demokratikleşme ve yoğunlaşma yükü sende, bunu sağla, sana verilen desteklerle Türkiye’nin demokratikleşme dinamiklerini yeniden kurgula ve temel sorunların çözümüne yönel. Kürdün de oy verme nedeni bu, diğerlerinin de oy verme nedeni budur.
- DEM Parti açısından seçimi nasıl değerlendirebiliriz?
DEM Parti’ye verilen oylarda ise seçmen şunu söylüyor; merkezden doğru seçme ve seçilme hakkını hiçe sayan bütün uygulamalara kırmızı kart gösteriyoruz. İkincisi, DEM Parti’nin seçmeni kayyımdan belediyeleri geri alarak ve artı belediyeleri ekleyerek Türkiye’nin çok önemli bir Kürt meselesi olduğunu yeniden hatırlatıyor. Ve bu Kürt meselesinin çözümü ile ilgili olarak yerel yönetimin, belediyeciliğin bir alternatif ve yol olabileceğini gösteriyor. Dolayısıyla Kürt meselesinde siyasal çözüm tartışmalarının yeniden güçlenerek somutlaşarak yürütülebilmesi ile ilgili hem DEM Parti’yi güçlendirmiş oluyor, hem de iktidar ve muhalefete ana mesajını veriyor.
- AKP-MHP açısından sonuçları nasıl değerlendirmemiz gerekir?
Tek partili cumhurbaşkanlığı sistemi, merkezi otoriter sistem bu ülkeyi yönetebilme-yürütebilme ve sorunları çözebilmekle ilgili sorunun kaynağı olmaya başlıyor. Seçmen, MHP ile kurulan Cumhur İttifakı politikası ve stratejisini yeterince desteklemediğini, ’bu durumu değiştirmezsen çok hızlı bir şekilde eriyeceksin’ demek istiyor. AKP’nin hiç beklemediği ciddi oy farkının olduğu çok sayıda il var. Ve bazı seçmen tabanlarını geri dönüşümsüz şekilde kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmış gibi gözüküyor. Dolayısıyla aslında AKP’ye de bir dönüşüm çağrısında bulunulmuş. Cumhur İttifakı’nın ikinci büyük gücü olan MHP’nin aldığı düşük oy ve belediye sayısındaki düşme asıl sorumluluğun MHP’ye kesilmiş olduğunu gösteriyor. MHP üzerinden kurulmuş olan iktidar politikasının benimsenmediğini, bununla ilgili demagojinin, milliyetçi ayrıştırma siyasetinin seçmen tarafından artık satın alınmadığını gösteriyor.
- Seçime katılımın düşük olmasını neye bağlıyorsunuz?
Türkiye son yıllarda sandığa nispeten en az seçmen taşıyabildiği bir seçim yaşadı Bu bize şunu söylüyor; sandığa en çok gitmeyen seçmen AKP’ye oy vermiş seçmen. AKP’ye daha önce oy vermiş seçmenin önemli bir kısmı ikinci adres olarak Yeniden Refah Partisi’ne yönelmiş görünürken kısmen Hüda-Par’a kaymış görülüyor. Adres bulamamış bir kısım seçmenin ise, hem iktidara hem muhalefete güvenmediğinden sandığa gitmediğini düşünmek mümkün. Sandığa gitmeyen seçmen aynı zamanda hem AKP hem MHP bloğunun yürütmüş olduğu siyasetten ve ortaya çıkan krizlerden memnuniyetsizliğinin ve umutsuzluğunun nişanesi de olabilir. Üçüncüsü bu seçmen en çok kendi partisine ders verirken sandığa gitmeyerek diğer muhalefete de beni yeterince kapsamıyorsun, görmüyorsun, kaygılarımı gidermiyorsun demiş oldu. Yine bölgedeki katılım oranına baktığımızda bir kısmının AKP’den kaynaklı olabileceği düşünülse bile DEM Parti’nin geldiği geleneğe daha önce oy vermiş, ortalama yüzde 10 – 15 bandında seçmen grubunun sandığa gitmediğini öngörüyoruz. Bu seçmen grubunun sandığa gitmemiş olması, DEM Parti’nin çok ciddi anlamda yeniden seçmen ile kurduğu ilişki, siyaset ve gelecek ile kurduğu ilişkiyi güncelleme ihtiyacı olduğunu bize söylüyor.
AKP’de kimi oylarının Refah’a kayması, AKP’deki kaymaların bir kısmının adres bulduğunu söyleyebiliriz. Ama daha önce DEM Parti geleneğine oy vermiş seçmen, ikinci bir adres bulmuş gibi gözükmüyor. Sandığa gitmemeyi tercih etmiş oluyor. Sandığa gitmemiş olmasının en büyük nedeni, kendi partisine mesaj vermekti. Senden kopmuyorum, başkasına gitmiyorum, ama sana da oy vermiyorum. ‘Çünkü; senin yaptığın bazı siyasetleri onaylamıyorum, desteklemiyorum’ demiş oluyor.
- Yerel seçim sonuçları ne gibi psikolojik algıları yıktı?
Seçim sonuçlarına baktığımızda AKP tabanını bölen en ufak bir siyasetin muhalefet lehine nasıl toplumsal ve siyasal süreci hareketlendirdiği bize söylüyor. AKP’nin aslında tabanını bölen nerdeyse tek siyaset Refah Partisi, ikincisi de AKP’nin beka siyaseti ile çözümsüz politikalarıdır. İktidar tabanındaki bu tip kayışlar, muhalefet lehine muazzam olanaklar yaratmış olması ile AKP’ye karşı kimi psikolojik eşikler aşılmış oldu. ‘Muhalefet kazanamaz, bu aday kazanamaz, ne olursa olsun iktidar kazanır’ gibi psikolojik eşikler kurulmuştu. Bu eşikler, bu seçimle birlikte yıkıldı, bu eşiklerin yıkılması muhalefet lehine ve tabanına büyük bir öz güven getirdi. Bu lehe oluşmuş durumu muhalefetin sağlıklı kullanması halinde demokratik bir Türkiye ortaya çıkabilir.
- Seçimlerde sağ partilerin hepsinin kaybettiğini gördük, bu durumu nasıl okumalıyız?
Bu seçim bize, milliyetçi argümanların bir rant değeri haline getirdiği siyasetin kaybettiğini, beka söylemi gibi, bölücülük gibi söylemlerin bir rant değeri olarak kullanım süresinin taban nezdinde büyük oranda bittiğini söylüyor. Milliyetçi sağ partilerin aldığı düşük oy, toplumsal ihtiyaçların farklı bir şekilde biçimlendiğini, toplumun daha reel, daha uzun vadeli ve sürdürebilir ihtiyaçlarına yanıt aradığı, çoğulculuk ve demokratikleşme ile ilgili kaanati olduğunu bize söylüyor. Türkiye siyaseti çok uzun yıllardır sağ merkez siyaset ile yol alıyordu. Ama son on yıl içerisinde sağ merkez daha milliyetçi, daha radikal bir sağ merkeze kaymıştı. Toplum, bunun getirdiği otoriter, güvenlikçi ve tekçi siyasetten boğulmuştu. Toplum tam olarak siyasetin ortaya çıkardığı bu boğulmadan kurtulmaya, sağ siyasetten merkeze doğru yol alırken muhalefette kalmış diğer siyasetlere onay verdi. Bu seçimin en büyük kaybedeni aşırı sağ-milliyetçi partiler oldu. Bu da Türkiye için hayırlı bir sonuç oldu.
- AKP’nin bir projesi olan Hüda-Par’ın durumunu nasıl okumalıyız?
Hüda-Par bu seçimi biraz potansiyelini geliştirme, potansiyel rezervlerini arttırma, meşruluk alanlarını geliştirme, yerel yönetimlere yavaş yavaş giriş yapma seçimi olarak değerlendirdi. 2016 yılından beri iktidar olanaklarından ciddi anlamda bir pozisyon elde etmiş Hüda-Par’ın, Filistin meselesi üzerinden sokak eylemlerini test etmesinin ardından seçimde AKP’nin de kısmen oy kaydırması ve Hüda-Par’ın dikkatli dil siyaseti kurmuş olmasından kaynaklı olarak kimi yerlerde ortaya çıkardığı pozisyon bu hedefi ile uyumlu görünüyor. Bu seçim sonuçları Hüda-Par’ın kendi potansiyelini güçlendirmiş olduğunu, meşruluk alanlarını belli alanlarda rahatlattığını ama halen iktidar olanakları üzerinden bunu yapmış olduğunu bize söylüyor. İktidar siyasetinden müstakilleşmiş bir Hüda-Par’dan henüz bahsetmemiz mümkün değil. Bununla ilgili bir niyet beyanın bu seçimde ortaya çıktığını görmek gerekiyor.
- DEM Parti, bundan sonra nasıl bir politika izlemeli?
DEM Parti’nin bu seçim sonuçlarına bakarak üç görevi açığa çıkmıştır. Birincisi; Batı’daki DEM Parti tabanının yeniden DEM Parti seçmeni olarak konsolide edilmesii gerekiyor.
İkincisi; sandığa gitmeyen seçmenlerle daha güçlü bağ kurmaya ve küskün-kırgın seçmenle barışmaya ihtiyacı var. Seçim sonuçlarının ardından Van’da gelişen karşı duruşlar bu konuda çok olumlu ortam oluşturdu. Bu avantajları DEM Parti’nin kullanması gerekir.
Üçüncüsü; Batı ve bölge seçmenleri arasında ana politika ve hedefler konusunda yeniden güçlü bağlar kurabilmelidir. Politika ve hedefler konusunda daha net söylemler kuran, daha net adres ve işaretler gösterebilen bir DEM Parti’ye ihtiyaç var. Bölge ile batı seçmeni arasında uzaklaşan bir mesafe var. DEM Parti, her iki seçmen grubunu ortak paydada güçlendirecek bir siyaset ve söylem geliştirmelidir.
DEM Parti, seçim süreci boyunca strateji konusunda kimi muğlaklar yaşadı. Bölgede kayyımdan belediyeleri alma stratejisini uygularken Batı’da ise stratejisi çok net olamadı. Bu seçmeni kendiliğinden AKP karşısındaki muhalefette konsolide olmasını biraz daha kolaylaştırdı. Belki meramı buydu, ama kendi tabanı ile kurduğu muğlak ilişki kendiliğinden bir yol almasına neden olduğu için o tabanın giderek partisi ile olan arasındaki mesafeyi de artırır.
- Bu seçim sonuçları iktidarda bir politika değişimine neden olur mu?
Seçim sonuçları ile birlikte AKP’de çok ciddi bir kırılma yaşandı. 22 yıllık iktidar sürecinde en sarsıcı kırılmayı yaşadı. Kimi yerlerde tabela partisi haline gelecek emareler güçlendi. Bu tür otoriter partilerde, kırılma bir kere yaşandığında genelde hızla dip olur. Bu dip olma biçimini engelleyebilmek için de olağan üstü çabalar ve sonuçları doğru okumak gerekir. AKP cenahından şimdiye kadar yansıyanlar sürecin okunmasında bir parçacılığa işaret ediyor. Erdoğan’ın ifadeleri ve MHP üzerinden kurulmuş ittifakın devam edeceği sinyalleri mesajın henüz sağlıklı okunmadığını, güçlü cesur tutumların benimsenebileceğini bize söylemiyor. AKP’nin bu kadar oy ve taban kaybetmesi ekonomik kriz veya rejim krizi değildir tek başına. Bu önemlidir, krizleri toplum bir süreden sonra tolere edemiyor. Ama toplumun tolere edemediği bu krizlere içkin bir şekilde teklik, renksizlik, geleceğe dair umutsuzluk, demokratiksizlik gibi sorunların çözülebileceğine dair siyasete yüklediği anlamın kırılmasıdır. AKP’den rahatsız seçmen uzun süredir bir adres arıyordu. Yeniden Refah’ın çıkışı, bu anti-demokratik pozisyonlardan, güvenlikçi ve gerilimci politikalardan, kutuplaştırıcı, çözümsüzlük siyasetinden yorulmuş tabanın kaymasına neden oldu.
“AKP’nın dışında bir alternatif yok” algısı yıkılıp muhalefet cenahında da alternatifler oluşmaya başladı. Toplumun tolere edebilme sınırları bitti. AKP’nin bu durumdan çıkabilmesinin tek koşulu, Türkiye’de demokratikleşme, Kürt sorununda çözüm gibi iki anlamlı mesaj konusunda radikal tutumlar almak, son 10 yıldır içinde bulunduğu otoriter ve güvenlikçi politika çemberinden çıkmasıdır. Partisini, iktidar olanaklarından yararlanan rant çemberinin dışına çıkarabilmesidir. Demokratikleşme ve Kürt sorununda çözüm perspektifi ile yaklaşırsa geriye dönüşü durdurabilir, dip yapabilme sürecini engelleyebilir. Türkiye siyasal sürecinde bir yer alabilir, aksi takdirde Türkiye siyasal sürecinde yeri olamayacak bir parti olma konusunda hızlı adımlarla gidiyor. Güvenlikçi politikaları devam ederse siyasal tarihte hiç de güzel anılmayacak bir iz bırakabilir.
- Seçim sonuçları ile birlikte yeni dönem aktörleri, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun çözümü konusunda nasıl bir rol alabilirler?
Bu seçim çoğulculuk ile beraber yeni aktörlerin güçlenmesini de getirdi. CHP’nin içindeki yenilikçi grup olarak tanımlananlar güçlendi. İmamoğlu faktörünün pozisyonu güçlendi. Yeniden Refah yeni bir aktör olarak güçlendi. Bu aktörler Kürt sorununun çözümü konusunda demokratik ve radikal yaklaşım gösterebilecek aktörler, kendilerini Türkiye siyasetinde bir sonraki kulvara taşıyabilir. ‘Bu aktörler, taban güçleri, cesur adım atmalarına yeterince destek veriyor mu?’ diye sorarsanız eğer henüz erken. Toplumu milliyetçilik ile zehirleyen bir siyasal iktidarın ardından ana problemi radikal bir biçimde çözme cesareti gösterebilecek siyaset ve siyasetçinin de ciddi bir taban desteği ve devlet içi destek pozisyonu yakalaması gerekir. Mevcut çoğulculuk, Kürt sorunu konusunda bir aralık yaratabilir, ama mevcut çoğulculuk, henüz Kürt sorununu çözebilecek vizyon, taban desteğini buna uyarlaması meselesi konusunda henüz erken gibi geliyor.
Ya bu çoğulculaşmış yapı arasındaki dengeyi çözmesi gerekecek ya da bu çoğulculaşmış yapı içerisinde yüksek taban desteğini almış, devlet içi pozisyonda daha çok desteği almış parti ve isimlerin yüklenmesi olabilir. Necmettin Erbakan, 97 yılında Kürt sorununun çözülebilmesi için kimi niyetleri olsa da bu konuda yeterince cesur bir lider değildi. Özal’dan daha cesur söylem üreten, yaklaşım gösteren bir politik liderlik Türkiye’de çıkmadı. Oğul Erbakan, babasının niyet ettiğini güçlü bir vizyonerlikle bu süreci üstelenir mi, ben o ışığı görmüyorum. Ancak, AKP tabanının çözüm yerine çözümsüzlüğü dayatan politikalardan dolayı kayması nedeni ile belki AKP’nin bu konuda adım atması daha gerçekçi duruyor.