Kürdistan’ın statüsü sorunu hem egemenler hem de ezilenler bakımından Türkiye kadar bölgenin diğer ülke ve halklarının siyasi geleceğini şekillendiren ayrım noktalarından birini oluşturuyor. Kürdistan devrimi sadece tarihsel olarak aktarılan bir sorun olarak değil güncel siyasi varlığı ve etkisi ile de Türkiye, Irak, İran ve Suriye devrimlerinin odağında duruyor
Deniz Altun
Hemen hemen tüm büyük tarihsel değişimler ya da devrimler kendisini ifade edecek bir slogan ya da motto yaratmıştır. Amerikan devriminin manifestosu olan ‘Bağımsızlık Bildirgesi’ ‘haklar’ vurgusuna dayanıyor, yurttaşlık püriten köklerden esinlenen doğuştan gelen ‘hak’lar söylemi ile çerçeveleniyordu.
Fransız devriminin sloganı ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ti. Burjuvazi farklı toplumsal sınıfları kiliseden ve aristokrasiden bağımsızlık anlamında özgürlük; aynı haklara sahip yurttaşlık anlamında eşitlik ve ulusu oluşturan temel olarak dayanışma ve birlik olarak kardeşlik kavramlarını sloganlaştırarak devrimin siyasi, toplumsal ve tarihsel çerçevesini birleştiriyordu.
Rus devriminin sloganı ise Şubat döneminde Toprak, Barış, Özgürlük; Ekim döneminde ise Ekmek, Barış ve Adalet-Özgürlük oldu.
Kategorik olarak ilk ikisinden farklı bir tarihsellik oluşturan sosyalist Rus devrimi birinci aşamada Çarlık rejiminin temel tarihsel dayanağı olarak aristokrasinin geniş köylü kitleleri (mujikler) üzerindeki feodal egemenliğine son vermek için ‘köylülere toprak’ gibi temel toplumsal bir çelişki ve talebi vurguluyordu. Barış talebi kitleler bakımından Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik ve toplumsal yıkımdan kurtuluşun aciliyeti ve kapsayıcılığına gönderme yapıyordu. Özgürlük ise hem Rus Çarlığı’nın sömürgeci boyunduruğu altında inleyen ulusların bağımsızlığı hem de siyasi özgürlüğü tarif ediyordu. Şubat devriminin burjuva demokratik çerçevesini karakterize eden bu üç talebin birleştirilmesinden oluşan ‘Toprak, Barış, Özgürlük’ sloganı Bolşevikler başta gelmek üzere dönemin ‘sol’ siyasi akımlarını devrimci sürecin başına doğru itti. Zira Rus burjuvazisi hem barış konusunda açık bir tutuma sahip olmaktan uzaktı hem de aristokrasi ile uzlaşma eğilimi nedeniyle burjuva demokratik devrimin taleplerini sonuna kadar götürme görüş açısından yoksundu. Ne var ki Bolşevikler dışındaki ‘sol’da Şubat devrimini takip eden günlerde burjuvazinin siyasi ve ideolojik çerçevesine bağlı kaldılar. Ve giderek işçi sınıfı ve diğer toplumsal kesim ve sınıfların taleplerinin aciliyetini çerçeveleyen, programatik bir tutamak noktası sunan bu slogandan koptular, gerilediler ve alternatif olma vasfını kaybettiler. Bolşevikler ise burjuva demokratik devrimin siyasi toplumsal çerçevesini ifade eden bu sloganları kararlılıkla sürdürdü. Bu sloganı ‘Ekmek, Barış, Adalet-Özgürlük biçiminde güncelleyip Sosyalist devrimin bileşeni olarak ele alarak ‘tüm iktidar Sovyetlere’ hedefine bağladılar. Böylece tüm ezilenleri kendi bayrakları (yani işçi sınıfının) altında birleştirerek büyük Ekim Devrimi’ne giden yolu açtılar.
Örnekleri çoğaltabilir, açabiliriz. Ancak bu üç tarihsel örnek sınıflar mücadelesinin mantığı ve ruhunu anlamak için bir başlangıç noktası olarak yeterli.
Türkiye, Kürdistan ve bölge devrimci sürecini bu tarihsel görüş açısından hareketle ele aldığımızda nasıl bir çerçeve çıkarılabilir? Sorunun programatik konuluşu ayrı bir tartışmanın konusu. Ancak ezilen toplumsal sınıf ve kesimleri birleştirecek siyasi çerçeveyi belirginleştirecek motto ya da sloganı belirlemek için kısa bir giriş yaparak konuya geçmek yararlı olabilir.
Kürdistan’ın statüsü sorunu hem egemenler hem de ezilenler bakımından Türkiye kadar bölgenin diğer ülke ve halklarının siyasi geleceğini şekillendiren ayrım noktalarından birini oluşturuyor. Kürdistan devrimi sadece tarihsel olarak aktarılan bir sorun olarak değil güncel siyasi varlığı ve etkisi ile de Türkiye, Irak, İran ve Suriye devrimlerinin odağında duruyor. Kürt Özgürlük Hareketi, tarihsel ve güncel karakteri itibariyle bölgesel nitelik taşıyan bu sorunun çözümü için ‘demokratik ulus’ ve ‘Konfederalizm’ görüş açısıyla konuyu hem bölgesel hem de ülkeler düzeyinde gören bir çerçeve öneriyor. Kürdistan’ın birliği ve özgürlüğü ile halkların birliği ve özgürlüğünü aynı çerçeve içine alıyor. Böylece emperyalistlerin ve sömürgeciliğin mezhepçi ve milliyetçi çatışmalara dayanarak ayakta tuttuğu egemenlik denklemini ortadan kaldırmayı öngören bir alternatif siyasallık yaratıyor. Rus devriminin federalizm temelinde çözüme kavuşturduğu ulusların bağımsızlığı ve birliği konusunu yeni döneme ve Ortadoğu’ya özgü bir çerçevede güncelliyor.
Bu programatik çerçeve, güncel siyasi bağlamda egemenler tarafından birbirine kırdırılarak bölünen ve yönetilebilir duruma getirilen ulus ve inançların egemenlerden koparılması için ‘barış’, kendi varlıklarını karşıtlık değil yan yanalık ve etkileşim temelinde sürdürmelerinin güvencesi olarak ‘Özgürlük ve ‘Eşitlik’ taleplerinde siyasal bir somutluk kazanıyor. Diğer taraftan kadın özgürlüğü ve komünalliği toplumsallığın karakterize edici nitelikleri olarak öne çıkararak kapitalist egemenliğin sınırlarını sadece siyasal olarak değil paradigma olarak da zorlayan bir bağlama yol açıyor. Dolayısıyla ‘eşitlik ve özgürlük’ kadın özgürlüğü ve komünallik bağlamında da pekişiyor ve sosyal içeriğini genişleterek kendi öznesine yakınlaşıyor.
Kürt halkının özgürlük mücadelesi ‘Barış, Özgürlük ve Eşitlik’ sloganında dile gelen siyasi çizgi üzerinden bölge halklarını, ezilenlerini buluşturan, birleştiren bir siyasallık üretiyor.
Kürdistan devriminin bölgesel düzeyde karakterize ettiği bu siyasal üretimin her parçada içinde geliştiği rejimin ve toplumun karakterine bağlı olarak yeni içerikler kazanarak özgünleştirilebileceği açıktır. Türkiye-K.Kürdistan düzleminde bu özgünleşmenin hangi içeriklerle şekillendiği ve içinden geçtiğimiz siyasal sürecin anlaşılması ve devrim perspektifine oturtularak yönetilmesi bakımından nasıl formüle edileceği konusu önemli. Bir sonraki yazımızda buradan devam edelim.