Önce şu rakamlara bakalım: Yapılan araştırmaların 2024 Mart ayı sonucuna göre; dört kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 16 bin 646 TL olarak duyuruldu. Açlık sınırı üzerinden hanehalkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan hesaplama sonuçlarına göre yoksulluk sınırı da 57 bin 578 lira olmuş.
Tek başına yaşayan bir kişinin yaşamını idame ettirmek için yapması gereken harcama ise en az 26 bin 517 TL olarak belirlendi.
***
Yine araştırmalara göre Avrupa’da servet dağılımında görülen adaletsizliğin en yüksek olduğu ülkelerin başında Türkiye geliyor ve bu makas giderek açılıyor. Buna bağlı olarak da açlık ve yoksulluk giderek büyüyor.
Yoksulluk kavramı bünyesinde birçok bileşeni barındırır. Yoksulluk, birçok alanda yoksun olma demektir. Açlıktır, yetersiz beslenmedir, hastalıktır, sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel alanlardaki hizmetlere yeterince erişememektir. Sosyal ayrıma ve dışlanmaya maruz kalmak demektir. Ele güne muhtaç olmaktır.
‘Yoksulluk kültürü’ denilen boyun eğme bu noktada başlıyor. Yoksulluğun, yokluğun iktidarlar tarafından kadermiş gibi sunulması ve bunun şükür ve sabır gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalışılması, toplumda boyun eğip biat etmede etkili oluyor.
Doymak nedir bilmeyen iktidar sahiplerinin açların halinden anlamadığı zalim bir dönem bu. Kendi mide ve kasalarını doldurmakla meşgul olanlar, halka lokmaları küçültme tavsiyelerinde bulunuyor.
Açlığa, yoksulluğa alışın diyor kimi sözcüler. Alışıldıkça da daha derine iniyor yoksulluk.
Kişilerin açlık sınırı altına inip en temel haklarına dahi erişemediği “Derin Yoksulluk” denilen hale dönüşüyor.
Yoksulluk, genel anlamıyla, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumu olarak tanımlanmaktadır. Yoksulluk sınırı tutarı, bir ailenin, insan onurunun gerektirdiği zorunlu ihtiyaçları karşılayabilmesi için yapması gereken harcama düzeyidir. “Açlık Sınırı” ise bir ailenin, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için bir ayda gıda için yapması gereken asgari harcama tutarını tanımlamaktadır.
***
Bu konuda iki ayrı çalışmadan da söz etmek istiyorum.
Yıllardır yoksulların, kentsel dönüşümle yerlerinden edilenlerin yanında yer alan gazeteci, yazar, Hacer Foggo, ‘Yoksulluk halleri’ adıyla belgeseller ve ‘Askıda Hayatlar’ adlı kitabında derin yoksulluk yaşayan insanlarla Türkiye’nin görünmeyen yüzünü gösteriyor, duyulmayan sesleri duyuruyor.
Askıda geçen hayatların karşısında bir çözüm, bir politika üretmesini beklediklerimiz, duymak istediğimiz politikalar yerine, derinleşen yoksulluğun bir ‘güvenlik’, bir ‘vatan savunması’ sorunu olduğunu söyleyerek ve herkesin de böyle düşünmesini isteyerek yoksullar üzerinde baskı kuruyorlar. Hatta o kadar ileri gidiliyor ki kendileri yoksulluk yaşamasa da yoksulluk içinde yaşayanlar için ‘menüler’, ‘küçük porsiyonlar’, ‘yarım simitler’ öneriyorlar. Bütün bunlar işe yaramadığında da ‘İş beğenmiyorlar’ diye suçluyorlar.
Benzer bir çalışmayı geçenlerde Diyarbakır Sur Belediye Meclis Üyesi Birsen Güneş yapmış, ‘Derin Yoksulluğun Görünmeyen Yüzü Kadınlar’ belgeseliyle Sur’da kadınlar üzerinden yaptığı çalışma bu konudaki çarpıcı gerçekleriyle yüz yüze getiriyor bizi.
Güneş, bu çalışması üzerine şunları söylüyor: “Sur özelinde kadınlarla görüşerek insan hakları sorunu olan derin yoksulluğu, kadınlarla birlikte görünür kılmak istedim. Derin yoksulluğun görünmeyen yüzü kadınlardır. Dolayısıyla kadınlar istihdam ve üretim ilişkilerinin içine dahil olamadıkları için bu sistemin içinde hep bir başkasına bağlı olma durumunda bırakılmıştır.”
Evet. Yoksulluk giderek derinleşiyor, toplumun büyük bir kesimi açlıkla, yoksullukla cebelleşirken, rantçı azınlık servetine servet katıyor.
Yazının son sözünü Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen söylesin: “Açlığın temel nedeni gıda ya da toprak eksikliği değil, demokrasi, eşitlik ve adalet eksikliğidir.”