Bir devletin diğer devlete ister kara, ister hava, isterse deniz yoluyla, işgal değil de şu ya da bu ölçekte saldırıda bulunması savaş sebebidir. İsrail, uluslararası hukuka göre İran toprağı sayılan Elçiliğe bağlı Konsolosluk binasına hava saldırısı yapmış, İran da İsrail’e kendi topraklarından fırlattığı füzeler ve “kamikaze dronlarıyla” saldırmıştır. Her iki devletin birbirine karşı savaş ilan etmesi için “Kim önce başlattı? Kim haklı?” sorusundan bağımsız olarak bütün sebepler artık var.
O halde soru şu: Savaş bugün, yarın başlayacak mı?
Üçüncü Dünya Savaşı’nın diğer iki dünya savaşından farkını hesaba katmadan bu soruya “savaş an meselesi” demek yanlış olacaktır. Her iki dünya savaşı, devletler arasında bir dönem süregiden diplomatik temaslar esnasında tek bir kurşun atılmadan bir anda başlamıştı. Başlar başlamaz da hemen hemen bütün devletler bu savaşlara anında katılmıştı. Birinci savaş Avusturya-Macaristan Arşidükü’nü Sırbistan’ın görevlendirdiği bir suikastçinin öldürmesinden saatler sonra başladı. İkinci savaş Hitler önce Avusturya’yı, ardından Çekoslavakya’yı tek kurşun atmadan işgal ettiği gün değil de Polonya’ya saldırdığı gün başladı. Her iki savaşı atılan ilk kurşunlar başlattı.
Biz şimdi ne görüyoruz? Rusya-Ukrayna ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki savaş dışında şimdiye kadar özellikle Ortadoğu’da hiçbir devlet diğer devletle, fiilen ve dolaylı olarak değil, resmen ve doğrudan savaşmıyor. Buna karşılık neredeyse bütün devletler birbirlerine karşı dolaylı savaş halinde. Örneğin Türkiye, PKK’yle savaşıyorum derken aynı zamanda Ermenistan’la, Suriye’yle, Irak’la, Libya’yla fiilen savaştı, savaşıyor. İsrail ve İran da öyle. Bu görünen savaşçılar dışında tüm NATO, Avrupa Birliği, Rusya ve en kamuflajlı Çin bile bu savaşın içinde. O nedenle biz, iki dünya savaşından farklı olan bu savaşa Üçüncü Dünya Savaşı diyoruz. Bütün devletler olmasa bile bütün devletlerin silahları birbirlerine karşı ateş ediyor. İstisnalar dışında ölenler Kürtler, Sünni ve Şii Araplar, Ermeniler… Ancak bunların Kürtler dışında devletleri var. Devletlerini durduramayan Araplar ve Farslar kendi ölümlerine biraz aşırı olsa da söyleyeceğim, “onay” veriyorlar. Devletsiz Kürt ulusu ise bu savaşta biricik günahsız ve mazlum halktır. Zaten o nedenle de biricik barış kuvvetidir. Çünkü savaştan ekonomik pazar kazanacak bir devleti yoktur.
O halde soralım: Neden devletler 1990’lardan bugüne kadar sürünen bu savaşa neşter atmak, onu birkaç yıllık bir doğrudan dünya savaşıyla sona erdirmek için harekete geçmiyorlar? Neden ABD ve NATO, Rusya ve Çin’e savaş ilan etmiyor da savaşı “vekalet” verdiği güçler eliyle tıpkı Ortaçağ savaşları gibi seçtikleri bir “savaş meydanına” sıkıştırıyorlar? Aslında doğrudan savaşsalar girecekleri bu “enerji koridorlarının” kesiştiği yerlere girmiyorlar da girecekleri yerleri kana boyayan “vekalet” verdikleri güçlerin boğuşma alanına çeviriyorlar?
Küresel devletlerin başları delirmedikçe birbirleriyle savaşamazlar. Hepsinin elinde birbirlerini haritadan silecek muazzam nükleer silahları var. Kontrollü taktik nükleer bombaları kullanmaları mümkünse de hiç kimse taktik nükleer bombalarla başlayacak savaşın stratejik nükleer savaşa dönüşmeyeceğine bel bağlayamaz. O nedenle Üçüncü Dünya Savaşı, ellerinde henüz nükleer silah olmayan güçler arasında kıyasıya sürmekte.
Gelelim İsrail-İran savaşına… İsrail nükleer güçtür. İran ise nükleer silaha ha sahip oldu, ha olacak aşamadadır. Şu anda ABD İsrail’le birlikte İran’ı yokluyor. Karşılıklı nükleer dengeye ulaştıkları gün İsrail ve İran artık birbirlerine karşı savaşamayacaklar. Onlar da “vekalet” vererek birbirlerini yıpratacaklar. Mesela birbirlerinin kanına susamış Hindistan ve Pakistan, ikisinin de nükleer silahları olduğu için “düşmanlık barışı” halindeler. Şu anda eğer ABD ve İsrail İran’ın henüz nükleer silah elde edemediğini kesinlikle anladıkları anda, işte o anda İsrail-İran savaşı umulmadık şekilde gündeme girer.
Girdiği zaman da başta Türkiye olmak üzere bütün bölge devletleri kendilerini bu savaşın içinde bulurlar.
Ama daha bu aşamaya varmadan önce İsrail-İran gerginliğinden yararlanmak isteyen güçler var. Nitekim İran’ın İsrail’e karşı giriştiği hava saldırısının ertesi günü, kışkırtıcı bir faşist siyaset madrabazı, Kürdistan’da OHAL ilan edilmesini isteyen bir açıklama yaptı. Bunu yapan bir sinek olsa da sinek küçük ama mide bulandırır sözünü akılda tutmak gerek. Gerginlik ortamı Türk devletinin ABD’yle anlaşması halinde yeniden NATO adına Irak topraklarına girmesi ise artık an meselesidir. Başur Kürdistan’ına böyle bir giriş, bana İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç anını hatırlatıyor: Gelecekte birbirleriyle savaşacaklarını bilen Nazi Almanya’sı ile Sovyetler Birliği, Rebbentrop-Molotof Antlaşması’nı imzaladılar ve 1938 yılında birisi Batı Polonya’yı, diğeri Doğu Polonya’yı işgal ettiler ve böylece Dünya Savaşı başladı. 1941 yılında ise Hitler, Sovyetler Birliği’ne saldırdı.
Şimdi İran’ın ve Türkiye’nin Başur Kürdistan’ını ve aslında Irak devletini birbirleriyle savaşa hazırlanma stratejisiyle tıpkı Almanya ve Sovyetler Birliği gibi ortaklaşa paylaşmaları İsrail-İran çatışma ortamında mümkün ve muhtemeldir. Bu olursa tüm bölge devletleri arasında asıl savaş o zaman başlar.
Ne yapabiliriz? Dedik ya bu dehşetli savaş ortamında savaştan çıkarı olmayan biricik güç “devletsiz Kürt halkı”dır ve Öcalan, İmralı’dan çıktığı gün elli milyonluk Kürt halkı ve onun Başur’da, Rojava’da düzenli orduları ile Bakur’da, Rojhilat’ta ve medya savunma alanlarındaki gerilla birlikleri ulusal birlik bayrağı altında birleşir, o andan sonra ne İsrail, İran’a saldırabilir ne Türkiye İran’la birlikte Kürdistan’ı paylaşmaya kalkabilir, savaşçı devletler o anda savaş dışı kalır.
Yani barış olur.
Yani Öcalan demek barış demektir.
Ortadoğu ve dünya barışı için “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” hamlesi barış hamlesidir.