Ortaya çıkan ilginç sonuçları, yapılan usulsüzlükler, özellikle Kürdistan’da asker- polis taşımalı sistemle birlikte bir seçim süreci daha sonuçlandı. Bazı konularda, hiç kimsenin öngöremediği sonuçlar ortaya çıktı. Her şeyden önce Kürt halkının iradesinin bu kadar güçlü olarak sandığa yansımasını belki birçok çevre beklemiyordu. Ama bizler bölgeye her gittiğimizde böyle bir sonucun çıkacağı yönünde duyumları alıyorduk.
Bu seçimin bence en çarpıcı sonucu Kürt siyasi hareketinin bölgede gösterdiği büyük başarı oldu. Büyük diyoruz, çünkü bu coğrafyada Kürt siyasi hareketi hiçbir siyasi çevrenin yaşamadığı kadar büyük bir baskıyı yaşıyor. Birçok milletvekili bugün cezaevlerinde hala. Yine bu görüşe mensup -içlerinde bizlerin de olduğu- birçok insan ya cezaevlerine girmeye hazırlanıyor ya da adli kontrollü olarak yaşamlarını devam ettiriyor.
Kürt siyasi hareketine yönelik ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bu denli kısıtlandığı bir süreçte ve özellikle silahlı güçlerin kendilerini göstere göstere halka tehdit amaçlı hareketlerde bulunduğu bir ortamda kazanılan büyük bir başarı.
Kürt halkı her şeyi, her türlü baskıyı göze alarak yine sandıklara gitti. Büyük bir irade gücüyle desteklediği partiye çok yerde belediye başkanlığı kazandırdı. Bu gerçekten seçimin bence en önemli sonucuydu. Bu aynı zamanda Kürdistan’da baskı ve güvenlikçi politikaların hiçbir etkisinin olmadığının en açık göstergesiydi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin de hiç beklenmeyen bazı illerde gücünü arttırması ve daha önce kendisinde olmayan birçok belediyeyi kazanması da ayrı bir önemli sonuç. Ancak ben bu sonucun CHP’nin çok büyük bir oy kazanımı sağladığı yönünde okunmasının yanlış olacağını düşünüyorum. Aslında eskiden AKP’nin ya da MHP’nin kazandığı il ve ilçelerde CHP’nin kazanması biraz da bu otoriter yapıya karşı çıkıştı. Tabii ki ekonominin de büyük bir etkisi vardı. Ancak otoriterleşmeye karşı bir tavır olarak da okunması gerektiğini düşünmekteyim.
Seçim sonrası ise seçim sonuçlarından akıllanmadığı, bir sonuç çıkarmadığı anlaşılan AKP- MHP blokunun özellikle Van’da hak gaspına gitmesi ve seçimi kazanan Abdullah Zeydan’a hukuk dışı bir biçimde mazbatasının verilmesinin engellenmesi de ayrı bir sonuçtu. Bu aslında devleti yönetenlerin kayyum siyaseti yönünde bir irade gösterdiğinin de açık olarak ortaya çıkışıydı. Ancak bu sefer başta Kürt halkı olmak üzere toplumun diğer kesimleri de çabuk hemen ve acil bir biçimde tepki gösterince bu hukuksuz yaklaşım da geri alınmak zorunda kalındı. Özellikle Van’da daha önce haksız ve hukuksuz biçimde siyasi iradenin talimatlarıyla tutuklanan, yargılanan ve ceza alan uzun süre cezaevinde kalan Abdullah Zeydan’ın bu seçimi kazanması çok önemli bir sonuç ortaya çıkardı. Bu Kürt halkının kendi iradesini hiçe sayan, güvenlikçi ve baskıcı politikaya karşı en net tavır alışıydı.
Ancak Van’da mazbatanın verilmemesi ile ilgili kararla mazbatanın Zeydan’a iade edilmesi süresi arasında geçen dönemde de çok büyük haksızlıklar yaşandı. Öncelikle bu karara karşı tavır alan başta Van halkı olmak üzere birçok bölgede insanların demokratik haklarını kullanmaları engellendi. Birçok insana işkence uygulandı, gözaltına alındı ve tutuklandı.
Aslında bu tavırda kayyum politikasının bir yerde devam ettiğinin göstergesiydi. Bu baskıcı ve hukuksuz yaklaşımı bizler avukatlar da yaşadı. 3 Nisan’da ÖHD’li, ÇHD’li ve diğer hukuk gruplarından birçok avukat bir araya gelerek Çağlayan Adliyesi önünde bu irade gaspına, hak gaspına karşı bir açıklama yapmak istedik. Amacımız sadece 15-20 dakika sürecek bir basın açıklamasıyla bu hukuksuzluğu teşhir etmekti. Ancak akıl almaz bir şekilde polis tarafından avukatlara yönelik bir saldırı başladı. Cüppeleriyle açıklamaya gelen avukatlar olarak yerlerde sürüklendik, polis kalkanlarıyla ezildik. Bir arkadaşımız kalp krizi geçirdi, bir arkadaşımızın burnu kırıldı ve hepimizin vücudunda ezikler morluklar oluştu ve maalesef polisin şiddetinden nasibimizi aldık. Daha sonra 14 avukat gözaltına alındık. Kelepçeli bir şekilde araçla hastaneye götürüldük. Hastaneye kelepçeli bir şekilde indirildik. Herkesin gözü önünde ellerimizde kelepçelerle tedavi odasına götürüldük. Daha sonra geri getirildiğimizde tekrar kelepçelenerek güvenlik şubeye götürüldük. Bunların hepsi demokratik bir coğrafyada kabul edilebilecek şeyler değil. Devlet bizzat hukukçulara karşı hukuku nasıl ihlal edebildiğini bir kez daha gösterdi.
Avukatlara yönelik bu saldırıyla hem ifade özgürlüğü hem örgütlenme özgürlüğü açık bir şekilde ihlal edildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem kendi iç hukukuna hem de altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uymadığını, uymayacağını bir kez daha ilan etti.
Peki bütün bu baskılara karşı, bu polis şiddetine karşı biz bir geri adım attık mı? Hayır. Daha dirençli daha kararlı hale geldik demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesinde. Aslında seçimlerin sonucu da işte bu iradeyi gösteriyor. Gerçekten de coğrafyamızda şu anda ifade özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı bir süreç yaşıyoruz. İnsanlar sadece düşünceleri nedeniyle, bir panelde yaptıkları konuşma, attıkları bir tweet ya da yazdıkları bir yazı nedeniyle tutuklanıyorlar ve cezaevine konuyorlar.
Bugün siyasi nedenle cezaevinde olan insanlara baktığımızda yaşanan haksızlığın ne boyutlarda olduğu da bir kez daha ortaya çıkacaktır. Bu seçim sonuçları aslında devlete şunu anlattı. Ne yaparsan yap, ne kadar baskı yaparsan yap bir sonuç alamazsın. Baskıyla, sindirme politikalarıyla, korkutmayla hiçbir yerde sonuç almak mümkün değildir. Bu nedenle de bizler özellikle insan hakları savunucuları olarak bu süreci kendi lehimize kullanmalıyız diye düşünüyorum.
Seçim sonrası süreçte halkın tepkisinin de büyüdüğü bir dönemde özellikle cezaevlerinde haksız yere olan arkadaşlarımızın serbest bırakılmaları için derhal bir ifade ve örgütlenme özgürlüğü kampanyasının başlatılması gerekiyor. Bizler insan hakları savunucuları olarak, bunları yapmakta kararlıyız.