Okurlarımız arasında Amin Maalouf’tan bir roman okumayan herhalde hiç yoktur. Ama Maalouf, bize bu kez bir denemesiyle geliyor. Yazarın, daha önce kaleme aldığı “Ölümcül Kimlikler” isimli deneme kitabından bile daha iddialı olan bu eserini okumanızda yarar var…
Okurlarımız arasında Amin Maalouf’un romanlarından birini okumayan herhalde biri yoktur! Ancak Maalouf, bu kez karşımıza bir romanı ile değil, bir deneme kitabıyla çıktı. Tıpkı “Ölümcül Kimlikler” deneme kitabında olduğu gibi Maalouf, dünyanın gidişatı üzerine görüşlerini “Labirent: Batı ve Hasımları” isimli son kitabında kaleme almış.
Yazar, bu deneme kitabını yazmaya çok önce başlamış ama Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’ya saldırdığını gördüğünde, kafasında oluşan eserini yazmakta ne kadar haklı olduğunu fark etmiş olmalı. 2022 yılında Avrupa’nın göbeğinde geçmişin travmalarını tetikleyen yıkıcı bir savaş patlak verdi. Nükleer felaket senaryolarının gerçeğe dönüşmesine ramak kaldı. Demirden bir el, Batı’yı Rusya ve Çin’le karşı karşıya getirdi adeta.
Son yüzyılın özeti
Maalouf’a göre, kibirli ve bencil yöneticilerin, aklı küçümseyip eşitsizliği besleyen köhne ideolojilerin hükmü altındaki çağımız, son hızla uçuruma doğru sürüklenmekte. Günümüzde ne Batı ne de hasımları insanlığı hapsolduğu bu labirentten çıkarmaya muktedir. Batı’nın da, Doğu’nun da yaydığı ışık dünyayı aydınlatmakta artık yetersiz ama umutsuzluğa yer yok.
Amin Maalouf, son eseri Labirent’te Batı ile hasımları arasında yaşanan yeni çatışmaların ve meydan okumaların kadim kökenlerini dört büyük ulusun tarihi üzerinden anlatıyor: Meiji döneminde büyük bir modernleşme ivmesi kazanarak Asya’nın yükselen gücü olan Japonya; uzun yıllar Batılı uluslar için tehdit oluşturmuş Rusya; 21. yüzyılda ekonomik üstünlüğünü ilan eden Çin ve gezegenin hâlâ kültürel, teknik ve ekonomik anlamda süper gücü sayılan Amerika Birleşik Devletleri.
“Çok geç değil. Bu “labirent”ten çıkma olanaklarına sahibiz. Yeter ki önce yolumuzu yitirdiğimizi kabul edelim… Labirent yönünü ve yolunu kaybetmiş insanlık için bir pusula…” diyor Maalouf. Ben bu kitabı bir solukta okudum; belki siz de okumak istersiniz.
Maalouf kimdir?
Amin Maalouf, 25 Şubat 1949’da Lübnan‘ın başkenti Beyrut‘ta doğdu. Annesi Mısırlı, babası ise Lübnanlı Katoliktir. Maalouf, ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. Lübnan’da iç savaşın çıktığı 1975’e kadar Lübnan’da gazetecilik yaptı. Bu tarihte Paris‘e göç etti. Yazar, hâlen Paris’te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.
Amin Maalouf, ana dili Arapça olmasına rağmen kitaplarını Fransızca yazıyor. Yapıtlarında çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini işleyen Maalouf, 1983’te yayımlanan ilk kitabı Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri ile tanındı. Bu kitap, çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986’da yayımlanan ve aynı yıl Fransız – Arap Dostluk Ödülü’nü kazanan ikinci kitabı, aynı zamanda ilk romanı olan Afrikalı Leo, bugün bir “klasik” olarak kabul ediliyor.
Maalouf’un 1988’de yayımlanan ikinci romanı Semerkant da coşkulu bir şekilde karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Maalouf, bu eserinde bu sefer 11. yüzyıl İran coğrafyasına ve Selçuklu tarihine odaklandı. Maalouf’un sonraki kitapları da yine roman tarzındaydı.
Maalouf, 1993’te yayımlanan romanı Tanios Kayası ile Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü‘nü kazandı. Kitapları roman tarzında yazılmış olsa da, eserlerinde sosyolojik temaları işleyen Amin Maalouf, 2011 yılında Fransız Akademisi’ne seçildi.