Nasıl ki doğumunu özgürlükle anlamlandırma mücadelesi elli yıl önce bir özgürlük bayramı olan Newroz günü başladıysa, doksanlarda da O’nunla kitleselleşti, günümüzde ise milyonların dilinde ‘Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa demokratik çözüm’ sloganı ile anlamlaştı
Asrın Hukuk Bürosu
Her doğum ancak özgürlükle anlamlaşabilir. İlkçağda “Köle anne ve babanın çocuğu da köledir” hükmü altında, kaderi önceden kölelik olarak belirlenenin doğumu da sadece köle sayısına bir köle daha eklemekten öte bir anlam taşımıyordu. Bu da aslında doğmamakla özdeşti; çünkü özgürlüğü dolayısıyla anlamı yoktu. Köle ana ve babadan doğan her köle çocuk, özgürlüğü için mücadeleye girişmedikçe, kendi anlamsız doğumunu anlamlı hale getiremezdi. Doğumu da yaşamı da ölümü de efendisinin iki dudağı arasında çıkan söze bağlı alım-satım konusu nesne, sahibinin her tür tasarrufuna tabi iradesiz, ruhsuz bir eşyaydı; tek bir hakkı vardı, o da efendisine sınırsız hizmet etme hakkı! Böylesi köle olarak doğmanın da yaşamanın da ölmenin de hiçbir anlamı yoktu. Köleci çağda efendilere mal edilen bütün ihtişamlı, görkemli yapıları inşa eden milyonlarca kölenin adı bile anılmamaktadır. Bir kölenin doğumu, yaşamı ve ölümü ancak özgürlük için mücadele ettiğinde anlam kazanır. Spartaküs ismi hala anılıyorsa köleliğe karşı direniş ve özgürlük mücadelesi verdiği içindir.
Her Kürt için de doğum, beş bin yıllık yazılı tarih çağları boyunca hep özgürlük için mücadele temelinde anlam kazandı. Aldatıcı mitolojiye dayalı sınıf ve devlet oluşumlarının ilk önce kulluk-kölelik altına almaya çalıştığı neolitik devrimin yaratıcısı Tanrıça ANA’ya yapılan haksızlığı kabul etmedi. “Ben köle olanı da bana kölelik edecek olanı da lanetliyorum” diyen Zerdüşti özgür ahlaki politik toplum çağrısına uyarak üç yüz yıllık direnmenin sonunda Asur köleci imparatorluğunu yıkarak halklara özgürlük bayramı Newroz’u armağan etti. Newroz ile anlamlaştı, onunla özgürlük olarak yeniden doğdu. Ortaçağ’da da halkların birlik, özgürlük ve kardeşliği uğruna haçlı saldırılarını durdurdu. Kapitalist çağda ise sömürgeciliğe ve işgale karşı kurtuluş ve cumhuriyetin kuruluş sürecine katıldı. Ama kurtuluş sağlanıp cumhuriyet ilan edildikten sonra Kürt birdenbire yok sayıldı! 1924 Anayasası ve Şark Islahat Planı temelinde inkâr, imha ve asimilasyon sürecine alındı. Bu temelde 1945’lere gelindiğinde Kürtlerin özgürlük hayallerinin de mezara gömüldüğü ilan edilmişti. Bu tarihten sonra Kürt toplumunun üst tabakası hızla Türkleşme hem de öz be öz Türk olma yarışına girerken, yoksulluğa mahkûm edilen alt tabaka Kürtler ise fiziki yaşamını ve geçimini sürdürmekten başka bir şey düşünemeyen ucuz sömürü malzemesi nesne konumundaydı. Tek bir hakkı vardı; o da varlığını inkâr ederek Türkleşme zorunluluğunu dayatan antidemokratik tekçi katı merkeziyetçi ideolojik Türkçülüğe köle ve hizmetçi olma hakkıydı!
Bu hükmünün bütün ağırlığıyla yürürlükte olduğu yıllarda Sayın Abdullah Öcalan, 4 Nisan 1949 tarihinde, Riha’nın Halfeti ilçesinin Amara köyünde, kimliği yok sayılarak Türkleştirilme baskısı altına alınan yoksul bir Kürt ailenin çocuğu olarak doğdu. Nemrut, Firavun ve Roma köleciliğinde bile dilin, kimliğin inkârı yoktu. Gittiği ilkokulda bırakalım anadiliyle eğitim görmeyi, anadiliyle konuşması bile yasaktı. Buna isyanı “Bak anne, tavuk bile civcivleriyle kendi diliyle konuşabiliyor, ben konuşamıyorum” sözleri olacaktı. Ortaokulda da ilk kompozisyon dersinde ‘Sen Daha Doğmamış Çocuğumsun’ başlıklı yazısıyla, hayalindeki çocuğun daha doğmadığını söylüyordu. Ondan sonraki yıllarını da özgürlük mücadelesiyle sürdürmesi, hep anlamsız doğumunu özgürlük mücadelesiyle anlamlandırma çabasıydı. “Aslında doğmadım, doğduysam yaşamadım, yaşadıysam özgürlük için yaşadım” sözleri tam da bu durumu özetliyordu. Varlığını, kimliğini, soy değerlerini inkâr edip Türkleşmeyi kabul etmek, aslını inkâr ederek kendisi olmaktan çıkmak olduğundan, özünde doğmamakla özdeşti. Kendi kimliğiyle, diliyle ve kültürüyle özgürce yaşama hakkının gasp edildiği bir ‘yaşama’ da yaşam denilemezdi. Daha yirminci yüzyıl başlarında kapitalist çağın hegemonları-tanrıları, Sykes-Picot Antlaşması’yla Ortadoğu sınırlarını cetvelle çizmiş, Lozan Antlaşması ile de bunu tescil ederek Kürtleri kendi acenteleri dört ulus-devlet arasında paylaştırarak zor ve asimilasyona tabi Türkleşme, Araplaşma ve Farslaşma yoluyla tarihten silinme kaderine terk etmişti. Çağın tanrılarının biçtiği bu yok sayma ve tarihten silinme kaderine tabi Kürt olarak doğmak, kendi elinde olan bir şey değildi, ana doğumu gerçekleşmişti bir kere. Fakat bu anlamsız doğumunu anlamlı kılmak için varlığını tanımayan ve yok sayan kapitalist dünya sisteminin biçtiği ölümcül kadere karşı “varlığını koruma” ve “özgürlüğünü sağlama” mücadelesinden başka seçeneği de yoktu. Diğer türlüsü kendisine önceden biçilen yokluk, hiçlik, anlamsızlık, tarihten silinme, ucuz sömürü malzemesi nesne olma kaderine boyun eğerek adı sanı tanınmayan bir köle gibi yitip gitmek olacaktı. O, tercihini özgürlük mücadelesinden yana yaparak her adımda anlamsız doğumunu anlamlı hale getirdi. Bununla hem inkâr düzenini geriletti hem de kendisi ve halkı için özgürlük alanlarını adım adım ördü.
Yetmiş beşinci yılına giren yaşamı boyunca her yılı kendi doğuşunu daha da anlamlı kılma yılı yapmak kadar, beraberinde başka anlamlı doğuşların da yılı haline getirdi. Kürt halkı tarihinde ilk kez O’nunla kendi öz çıkarlarına dayalı politika yapan, öz iradesine kavuşan “özne” durumunu yakaladığından doğuşu, hegemonyadan bağımsız, özgüce dayalı özgürlükçü demokrat sosyalist Kürt halk önderliğinin doğuşuydu. Nemrut ve Firavunları daha da çoğaltan kapitalist çağın bireycilik, ulus-devlet, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik putlarını kıran çağdaş İbrahimî hareketin doğuşuydu. Kapitalist modernitenin zihinlere hâkim kıldığı karanlığa karşı tanrıların elindeki ateşi çalıp, halkına ve halklara aydınlanmayı götüren çağdaş Prometheus’un doğuşuydu. Ahlaki-politik toplum, demokratik özgür toplum ideolojisi ve zihniyet devrimi olarak Ortadoğu Rönesans’ının da doğuşuydu. Kölelikten bile beter konumda tutulan Kürtlüğün Çağdaş Spartaküsçe doğuşuydu. Roma köleciliğine karşı yoksulların ahlak ve vicdan hareketi olarak çıkış yapıp tek başına da olsa haksızlıkların, vicdansızlıkların üzerine yürüyen ve bu yüzden çarmıha gerilmeyi göze alan çağdaş İsa’nın demokratik toplum, ahlak, vicdan ve empati hareketi olarak güncellenen yeniden doğuşuydu. İslam’ı toplumcu, çoğulcu, ümmetçi-demokrat, hoşgörü, sevgi ve barışçıl özünden uzaklaştırarak, onu bir savaş, iktidar-saltanat ve baskı aracına dönüştüren Muaviye geleneğine ve zulmüne biat etmeyen Çağdaş Hüseyni Hareketin doğuşuydu. Günümüzde de saltanat eksenli Siyasi İslam’ın tekçiliğine, kavmiyetçiliğine, milliyetçiliğine karşı toplum eksenli çoğulcu, ümmetçi, demokrat Kültürel İslam’ın doğuşuydu. Kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik ulus-devletçi, milliyetçi, mezhepçi böl-yönet-çatıştır, zayıflat, kendine bağla oyunlarına dayalı yeni Haçlı saldırılarına karşı ümmetçiliğin demokratik güncellenmesi temelinde halkların özgür eşit gönüllü demokratik birliğini savunan çağdaş Selahaddin Eyyubi doğuşuydu. Kapitalist dünya sisteminin kâr kanununa tabi tekelci kapitalizmine karşı ahlaki politik toplum ekonomisi, anti tekel piyasa ekonomisi, doğayı ve ekolojik dengeyi tahrip eden endüstriyalizmine karşı ekolojik endüstrinin, toplumları “Demir kafese” alan ulus-devletçiliğe karşı yerel, bölgesel ve dünya demokratik konfederalizmine dayalı demokratik özyönetimin, demokratik uluslaşmanın, Ortadoğu ve dünya demokratik uluslar birliğinin doğuşuydu.
Bu temelde yetmiş beşinci yılına giren doğumunu halklar lehine öncülük ettiği özgürlük mücadelesiyle anlamlı kıldığı kadar hem kendisi hem de halkı ve ezilen halklar için yaşamı da özgürlük temelinde anlamlı kıldı. Yirmi beş yıldır da “Milyonları dar bir odaya hapsedemezsiniz” dediği, fiziki olarak dört duvar arasında bir ada hapishanesinde tutulsa da, burayı Anadolu ve Mezopotamya halklarının barış adası haline getirmek için direnmenin, demokratik çözüm ve onurlu barışın da doğuşuydu. Dayatılan tüm olumsuz hapis ve mutlak tecrit koşullarına rağmen geliştirdiği savunmaları ve alternatif demokratik modernite sistemiyle özgürlük iradesini ve mücadelesini halklar lehine daha da güçlü ideolojik ve politik donanıma kavuşturdu. Bir bütün olarak kapitalist modernite dünya sistemine alternatif demokratik modernite dünya sisteminin doğuşuydu. Reel sosyalizmin devlet ve iktidar eksenli sosyalizm inşasının başarısızlığından çıkarılan dersler temelinde politik toplum, radikal demokrasi ve özgür ahlaka dayalı inşayı esas alan demokratik sosyalizmin doğuşuydu. Kadın özgürlüğü eksenli doğa, toplum, zihniyet, ahlak ve politikanın uyumuna dayalı demokratik ekolojik uygarlığın, ilk ezilen kadınının dirilişi, özgür kadının, özgür eş yaşamın, jineolojinin doğuşuydu. Özgür iradeli demokrat Kürtlüğün, özgür ve demokrat yurttaşlığın doğuşuydu. Halkların özgür, eşit, gönüllü demokratik birliklerinin doğuşuydu. İnkâr cumhuriyetinin çözümsüzlüğüne karşı demokratik cumhuriyetin, homojen tekçi ulus-devlet anlayışına karşı çoğulcu demokratik ulusçuluğun, Üçüncü Yol dediği demokratik anayasa ittifakının doğuşuydu. Halen mutlak tecrit ve üç yıldır da mutlak iletişimsizlik-haber alamama koşullarında İmralı çarmıhında tutulsa da hem doğum, hem yaşam, hem onurlu barış, hem de özgürlüğün anlam yücelişini temsil etmeye devam etmektedir. O zindanda da olsa özgür bir insandır, hapisteki her yılını da halkının ve halkların özgürlük mücadelesine katkı sunarak geçirdi, geçiriyor. Bu bir özgürlük çizgisiydi ve sonsuza kadar da böyle gidecek. Kendi deyimiyle; “Yaşam ‘ya özgür olacak ya hiç olmayacak’ ilkesine bağlılığım, doğuştan ölüme veya sonsuzluğa kadardır”.
Sonuç olarak özgürlük mücadelesiyle anlamlaşan yetmiş beşinci doğum yılına girerken de Newroz alanlarında milyonlar bir kez daha ‘Öcalan’a Özgürlük’ “Çözüm adresi İmralı” diye haykırdı. Nasıl ki doğumunu özgürlükle anlamlandırma mücadelesi elli yıl önce bir özgürlük bayramı olan Newroz günü başladıysa, doksanlarda da O’nunla kitleselleşti, günümüzde ise milyonların dilinde ‘Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa demokratik çözüm’ sloganı ile anlamlaştı. Son üç yıldır haber alınamama dâhil dayatılan tüm olumsuz hapis ve mutlak tecrit, mutlak iletişimsizlik hali, halkların özgür, eşit gönüllü birliği ve onurlu barış mücadelesini önleyememiş aksine daha da güçlenmesine yol açmıştır. Çünkü O’nun özgürlüğü halkının, Ortadoğu ve dünya halklarının, tüm ezilenlerin, sömürülenlerin, ötekileştirilen toplumsal grupların, inançların, kadının, ekolojik krizin eşiğine dayanmış doğanın, birey ve toplumun, kısacası kapitalizm karşıtı herkesin özgürlüğüyle özdeşleşmiştir. İmralı adası halkların özgürlük, demokrasi ve barış adası haline gelene dek temsil ettiği özgürlük mücadelesi milyonlarca çoğalarak, büyüyerek, küreselleşerek devam etmektedir. Elli yıl önce bir Newroz gününde küçük bir grupla başlayan özgürlük yürüyüşü tüm baskı, zor, tecrit ve engellemelere rağmen bugün milyonlara mal olmuştur. Gelişmekte olan engellenemez. Elli yıllık özgürlükçü gelişme geleceğin de aynasıdır. Er ya da geç gelinecek nokta demokratik çözüm ve onurlu barış, Türkiye, Ortadoğu ve dünya halklarının özgür, eşit, gönüllü birliği olacaktır. Bu çizginin yaratıcısı ve muhatabı Sayın Öcalan’ın özgürlükle anlamlaşan doğumunun varacağı yer de özgürlüğün zaferi olacaktır. Zaman özgürlük zamanıdır. ‘Özgürlük Kazanacak’.