Bir seçim daha geride kaldı. Ardında yine türlü hilelerle irade gaspı yaşandı. Birçok yerde binlerce taşımalı seçmenle halkın iradesi gasp edildi. Yetmedi, türlü oyunlarla yine kayyım uygulanmaya çalışılıyor. Halkın ezici çoğunlukla seçtiği başkanın yerine mazbatayı kendi adayına veriyor. Tüm bu görüntülere, hukuksuzluğa rağmen başta muhalefet olmak üzere demokrasiden, halkın iradesinin tecelli etmesinden söz ediliyor. Bu hukuksuzluk da adet yerini bulsun türünden cılız bir sesle geçiştirilmeye çalışılıyor.
Anayasanın, hukukun ve demokratik tüm işleyişin yok sayıldığı bir görüntü bu. Buna karşı çıkılmadan tüm demokrasi havariliğiniz hamasetten öteye geçemez.
Bu darbeci uygulamalarına karşı sesini yükseltmek, demokrasi safında buluşmak herkesin olmazsa olmazıdır. Halkın iradesi gasp edilemez!
Hak –hukuk ve adaleti sadece kendileri için isteyenler, kendileri dışında kalan hukuksuzluklara sessiz kalanlar demokrasiden söz edemezler. Gerçeklerle yüzleşemeyen siyasetin topluma verebileceği bir güven yoktur.
Ayna olmak gerçekleri görerek bunu ifade etmeyi gerektirir. Güven dediğimiz de bunun üzerine inşa edilir. Güvene dayalı ilişkiler kurmak, kendine ve başkalarına inanmak, ondan emin olmak ve bunu işbirliğine dönüştürmektir. Bu noktada niyet önemlidir ve niyet sözcüğünün önüne ‘iyi’ sıfatının eklenebilmesidir.
Kamplaştırılmış, kutuplaştırılmış toplum yapılarında güven duygusu oluşturmak elbette kolay değildir. Emek ve zaman gerektirir. Tarafların karşılıklı çabasını gerektirir.
Aslolan güven vermek ve duyulacak güvenin boşa çıkarılmaması, açıklık ve şeffaflığın yaratıcı enerjisiyle engelleri aşıp bunu bir güce dönüştürebilmektir. Güveni sağlamlaştıran yegane şey de bunun iki taraflı olmasıdır. Güven vermek, güvenilir olmak ve karşısındakine güven duymak başarının temel anahtarlarından biridir.
İşte aynadaki görüntüler orta yerde duruyor. Sorun aynayla yüzleşememekte odaklanıyor. Ayna sadece toplumsalımızda değil kişi olarak bireyselimizde de o derece önemli bir imgedir.
Hayatın her alanında ister siyasette ister sosyal ya da bireysel alanda olsun ayna, bir yüzleşmedir… İnsanın kendisiyle, geçmişiyle ve şimdisiyle… Çevresiyle, hayatla yüz yüze gelmesidir. Hani sosyal bilimlerin bir kimlik araştırmasına girdiklerinde sordukları; “kimsin, nesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun?” sorularını kendine sorabilme ve bunların yanıtlarıyla hesaplaşabilmesidir.
***
Otorite, düşünen, eleştiren ve itiraz eden bireyi sevmez. Körü körüne biat eden onun için makbuldür. Bunun için düzenin devamı için de elindeki tüm aygıtları devreye sokar, tüm yandaş ‘bilgiç’lerini arenaya sürer. Yazılı medyada köşe olmuş köşe yazarları, TV’lerde boy gösteren bilim etiketli bilgiçler ve bilcümle ırkçı tayfa bu cephenin müdavimleri haline getirilmiş durumda. Karşılarına oturtulan supap görevi gören muhalif etiketli de aynı mantalitenin, aynı paradigmanın kafadarları.
Gerçekleri seslendirmeye çalışan bir avuç medya ve gazeteci de yasaklarla, cezalarla susturulmaya çalışılıyor. İşin asıl acı tarafı bu tepkisizliğe kendine muhalefetim diyen kesimlerin de katılması.
Psikoloji, kayıtsızlık olgusuna hayatı anlamlandırma duygusunun kaybı, boşluk ve hiçlik duygusunun büyümesi olarak ele alır. Kayıtsız kalmak iradesini kaybetmek anlamına gelir.
Başkalarının güdümünde olmadan kendi kararlarını kendi özgür iradesiyle verebilmek, düşünce varsayımlarını sorgulayabilmek birey olabilmenin olmazsa olmaz özelliklerindendir.
Düşünmeyi ve sorgulamayı sevmeyen yönetimin de arzuladığı tam da bu aldırmayan, umursamayan siyaset biçimidir. İktidarlar bu tür kayıtsız toplumlardan ve siyasetten beslenir.
Hakkaniyet ve adalet arıyorsak kimden gelirse ve kime yönelmişse yönelsin bütün haksız uygulamaların karşısında durmaktır.