Türkiye genelinde yerel seçim sonuçları, büyük ölçüde DEM Parti yönetimi ve kitlesinin ‘Üçüncü Yol’ konsepti çerçevesinde aldığı tavırlarla belirlenecek. Her seçimde adet olduğu üzere kaybeden taraf kim olursa olsun kendi yenilgisinden Kürt halkını sorumlu tutmaya hazırlanıyor. Kaybedenler kulübünün İslamcı ya da sosyal demokrat müzmin müdavimleri hayıflanırken Üçüncü Yol düşüncesi ve pratiği ülke siyasetini belirlemeyi sürdürecek. Ama bir de ‘Üçüncü Rota’ faktörü mevcut ki seçim sürecinde AKP iktidarının hal ve gidişini anlamak açısından önemli.
Birçok siyasi gözlemci, Erdoğan’ın özellikle İstanbul’u bir kez daha kaybetme tehlikesi karşısındaki rahat ve umursamaz tavırlarına anlam vermekte güçlük çekiyor. Çoğunluk, bu kez oy kullananlar değil doğrudan oyları sayanlar yani YSK marifetiyle bir galibiyet mizanseni pişirmekte olma ihtimali üzerinde yoğunlaşıyor. Bazılarıysa, kazanması imkânsız bir seçime harcayacağı enerjiyi 1 Nisan sonrası yeni anayasa dizaynı için sakladığı fikrinde. Bu soru bağlamında ‘üçüncü rota’ projesi olarak adlandırılabilecek bir dış faktörü de hesaba katmak doğru olacaktır.
Resmi adı ‘Kalkınma Yolu’ olan üçüncü rota, Çin’in ‘Kuşak ve Yol’ ve ABD-Hindistan önderliğinin IMEC (Hindistan, Orta Doğu, Avrupa Ekonomik Koridoru) projelerinin tamamlayıcı bir bileşeni ya da alternatifi olarak düşünülüyor. Basra körfezinde inşa edilen Fav limanını bir demiryolu ve karayolu koridoruyla Avrupa’ya bağlayacak bir hat. Bu proje, birkaç ay öncesine kadar küresel ekonomik ve siyasi güçler tarafından bir tali yol muamelesi görmekte ve dikkate alınmamaktaydı. Bu nedenle de özellikle finansman kaynağı bulmakta zorlanıyordu. Oysa IMEC ya da Baharat Yolu olarak adlandırılan büyük proje, (ya da ‘ikinci rota’) geçtiğimiz Eylül ayında Yeni Delhi’de yapılan G20 zirvesinde büyük bir ihtişamla lanse edilmişti. Biden ve Modi el ele vererek Çin’in ‘Kuşak ve Yol’ projesi karşısına Rusya ve İran’ı dışlayan bir küresel tedarik hattı projesini getiriyordu. Hindistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İtalya, Fransa, Almanya, ABD ve Avrupa Birliği arasında projeye yönelik ortak protokol imzalandı.
Tarihsel ‘Baharat Yolu’ hattı üzerinde Hindistan’ın Mumbai limanından denize açılan IMEC koridoru, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki limanlardan demiryoluyla Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa Limanı’na uzanıyor; daha sonra Kıbrıs üzerinden Yunanistan’ın Pire Limanı’nda Avrupa kıtasına ayak basıyor ve Doğu Avrupa’yı geçerek Almanya’nın Hamburg Limanı’nda son buluyor. Yatırım ve finansman kaynakları oldukça hacimli ve sağlam. Ayrıca güvenlik sorunlarını yakın geçmişte Donald Trump’ın inisiyatifiyle imzalanan İbrahim Antlaşmaları’yla aşma iddiası taşıyan Ortadoğu devletlerini birbirine bağlayan bir demiryolu projesi içeriyor. Baharat Yolu treni Birleşik Arap Emirlikleri’nden yola çıkacak; Suudi Arabistan’ı boylamasına geçerek Ürdün’e ulaşacak ve oradan İsrail’in Hayfa limanında Akdeniz’le buluşacak.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısının, bu ihtişamlı lansmanın hemen üzerine gelmesi anlamlı bir rastlantı. Gazze’de başlayan savaş, İbrahim Anlaşmaları’nın en güçlü ekonomisi olan Suudi Arabistan’la İsrail arasında eli kulağında olan diplomatik normalleşmeyi belirsiz bir süre askıya alma sonucunu getirdi. Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi diğer Arap paydaşların da İsrail’le herhangi bir ekonomik işbirliğine girmesi yine belirsiz bir süre söz konusu olamayacak. Bu durumda IMEC için herhangi bir somut adım atılması şartlar değişene kadar ertelenmiş oluyor. Buradan, Hamas saldırısının Çin ya da Süveyş Kanalı’nın önem kaybetme tehlikesi karşısında Mısır tarafından kotarıldığı ya da desteklendiği gibi kestirmeci komplo teorilerine ulaşmak mümkün; ama sonuçlar açısından bu tür mülahazaların bir önemi yok. Önemli olan, IMEC hamlesinin belirsiz bir süre rafa kaldırılmış olduğu tespitidir. Hemen ardından Yemen yönetiminin Aden körfezinde başlattığı saldırılar, Kızıldeniz-Süveyş kanalı hattını da güvensizleştirdiğinden, Doğu’yla Batı arasında lojistik rota, son aylarda Afrika’nın güneyinden dolanan gemiler üzerinden gerçekleştirilmek durumunda.
Bu şartlar altında Türkiye dışişleri, MİT ve genelkurmayıyla Irak ve Federe Kürdistan yetkilileri arasında son aylarda yoğunluk kazanan diplomatik trafiğin önemli bir boyutu belirginleşmeye başlıyor. Bu trafik, en başta yeni bir savaş habercisi olarak yorumlanmıştı. Türkiye, Irak’ın ve Kürdistan Yönetimi’nin egemenlik alanında 30 kilometre derinliğinde bir koridor boyunca askeri kontrol oluşturma hedefini alenen ilan etmişti. Gerekçe teröre karşı mücadeleydi ve Kürdistan yönetimindeki KDP’nin PKK’yle olan kronik husumeti bu askeri müdahalenin yolunu kolaylaştırıyordu. Cumhurbaşkanı, bu meyanda bahar operasyonu ‘müjdeleri’ vermeye başlamıştı. Dışişleri Bakanı ve MİT başkanı, bu haber ve yorumlar eşliğinde bir ABD ziyaretinde bulundular ve anlaşılan o ki işin rengi orada değişmeye başladı. O kadar ki, beş yıl boyunca her türlü temastan itinayla kaçınmakta olan Başkan Joe Biden, Erdoğan’ı Mayıs ayında Beyaz Saray’a davet etti. Erdoğan da savaş naralarının volyumunu son günlerde hissedilir biçimde kısmış bulunuyor. Seçim meydanlarında CHPKK gibi tezler yerine hiddetini ‘iç rakip’ Yeniden Refah Partisi’ne yöneltmeyi tercih ettiği görülüyor.
Bu gidişata paralel olarak Kalkınma Yolu projesi hakkında özellikle Iraklı yetkililerin ağzından iyimser açıklamalarda bir çoğalma görülüyor. KDP yönetimi de Türkiye ile işbirliğine vurguyu artırdı. Ufukta, her tarafı teskin ve memnun edecek bir ‘üçüncü rota’ fonlaması görünmüş olması kuvvetle muhtemel. 2029’da tamamlanması öngörülen projenin 20 milyar dolarlık bir fonlamaya ihtiyacı vardı. Bu çözüldüyse, Kanal İstanbul’dan çok daha kârlı bir istikbal Erdoğan ve efradını bekliyor demektir. Yerel seçim sonuçları da doğal olarak en azından saray açısından tali önem derecesine düşmüş oluyor.
Bu ‘üçüncü rota’ sevdası, Türkiye toplumuna ve Kürt halkına ne getirip ne götürecek şimdiden bilinmez ama ülke ve bölge siyasetinin 2028’e kadar bu sorular çerçevesinde yeniden şekillenmesi beklenmelidir. Öyle ya, Harold Laswell’in ünlü tanımlaması gereği siyaset, son tahlilde toplumdaki kaynak ve değerlerin kim tarafından kimlere ne zaman ve nasıl dağıtılacağını belirleme faaliyetidir.