Ekonomi ciddi krizde, gerçek enflasyon yüzde 130’a dayadı. Döviz kurlarındaki artışı yavaşlatabilmek için MB, yılbaşından bu yana yaklaşık 28 milyar dolar civarında dövizi piyasaya verdi ve bunun sonucunda swaplar hariç net rezervleri eksi 65 milyar dolara kadar düştü. Buna rağmen döviz kuru yükselmeye devam ediyor. Bu yüzden de MB politika faiz oranı artırılarak yüzde 50’ye yükseltildi.
Madalyonun diğer yüzünde ise yoksullukla, işsizlikle ve hayat pahalılığı ile boğuşan on milyonlarca insan var. Emekçiler, emekliler, küçük esnaf, gençler, kadınlar, öğrenciler açlık sınırının altında bir gelirle yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ülkenin bir zamanlar orta sınıfını temsil eden memurlar, akademisyenler, öğretmenler, doktorlar, mühendisler ve esnaf ancak yoksulluk sınırının altında gelir elde edebiliyor.
Özellikle de yaşlı emeklilerin yoksullaşması çok belirgin ve bunu TÜİK dahi gizleyemiyor. Öyle ki 65 yaş üstü nüfustaki yoksulluk oranı 2021 yılında yüzde 11,4 iken 2023 yılında yüzde 21,7’ye çıktı. (1)
Bu yıl 11 trilyon doların üzerine çıkan devlet bütçesi ise asıl olarak, faize, aşırı güvenlik harcamalarına, otoyol, hava limanı ve şehir hastaneleri gibi KÖİ ile yapılan işlerin finansmanına, sosyal güvenlik açıklarının kapatılmasına, devlet memurlarının maaşlarına ve primlerine harcanıyor.
Buna karşılık hem Cumhurbaşkanı hem de Maliye Bakanı, yüksek enflasyon ve ağır vergiler nedeniyle eriyen ücretlerine zam isteyen, durumlarının iyileştirilmesini talep eden emekçilere ve emeklilere verecek ilave 5 kuruş paralarını olmadığını söylüyorlar ve Cumhurbaşkanı sözde ücret iyileştirmeleri için Temmuz ayını işaret ediyor. Yerel seçimlere ramak kala bir tür sopa havuç siyaseti güdüyor.
Diğer yandan ülkede birilerinin de inanılmaz bir biçimde zenginleştiğini, hem açıklanan mal varlıklarından hem de uluslararası raporlardan görebiliyoruz.
Altınok’un dudak uçuklatan serveti
Örnek olarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanlığı için AKP-MHP adayı olarak gösterilen Turgut Altınok mal varlığını açıkladığında, deyim yerindeyse dudak uçuklatan bir servete sahip olduğu ortaya çıktı.
Meğer Ankara’nın arsaları, arazileri, konutları, dükkânları içinde kimseye nasip olmayan büyüklükte bir paya sahipmiş T. Altınok. Nasıl olmuşsa Ankara’nın bir ilçesinin belediye başkanlığı sırasında Karum kadar zenginleşmiş başkan. Üstelik serveti bununla da sınırlı değilmiş. Öyle ki Antalya’da da 600 dairesinin olduğu iddia ediliyor. (2)
Şimdi eğer bu iddialar doğru ise, “Mevla’m yürü ya kulum dedi, dini bütün, alnı secdeden kalkmayan, aynı zamanda da en sıkı Türk milliyetçisi olan, bir eliyle bozkurt, diğeriyle Rabia işareti yapan Altınok yürüdü” mü diyelim? Yoksa “çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz” atasözünü mü hatırlatalım?
Üstelik bunlar gün yüzüne çıkanlar, bir de yeni zenginlerin, iktidarın nimetlerinden fazlasıyla yararlanan sermaye çevrelerinin içerde ve dışarıdaki bilinemeyen servetlerini dikkate alınca, işte o zaman aşağıda özetlediğimiz raporun hiç de abartılı olmadığı anlaşılıyor.
Hani hepimiz aynı gemideydik?
Çünkü bu rapora göre (3), Türkiye olarak geçen yıl dünyada serveti en fazla artan ülkeler sıralamasında yüzde 10’luk bir artışla birinci sıraya yerleşmişiz. Demek ki iktidardaki oligarşi, “ülke ekonomisinin durumu iyi, dünyanın refahı en yüksek ülkeleri arasına girmekteyiz” derken, kendilerini, etrafındaki zenginleri ve bunların servetlerindeki büyümeyi kast ediyormuş.
Raporda, “ultra servet zenginleri” (UHNWI); “net servetlerinin değeri 30 milyon dolar ve üstünde olan zengin bireyler” olarak tanımlanıyor. Böylece, dünya genelinde UHNWI sayısı bir önceki yıl 601.300’den, 2023 yılında yüzde 4,2’lik bir artışla 626.619’a yükseldi. Bölgesel düzeyde servet artışına Kuzey Amerika (yüzde 7,2) ve Orta Doğu (yüzde 6,2) öncülük ederken, Latin Amerika varlıklı birey nüfusunun azaldığı tek bölge oldu. Türkiye’nin 30 milyon dolar (1 milyar TL) ve üzerinde serveti olan ultra zengin sayısının ise 1,932 olduğu belirtiliyor.
Ultra servet zengini artışında ilk sıradayız!
Özetle, ultra zengin sayısındaki küresel çaptaki bu artışta en yüksek performansa sahip ülke Türkiye oldu zira yaklaşık yüzde 10’luk bir artışla (yüzde 9,7) sıralamada başı çekiyor. Dünyanın en fazla dolar milyarderinin yer aldığı ABD bile onun gerisinde kaldı (yüzde 8).
Bu raporun bulgularını en doğru biçimde, Marksist sınıf analizi ile yapabiliriz. Çünkü bu analize göre, temelde işçi ve sermaye sınıfı olarak, uzlaşmaz çelişkilerle birbirinden sınıfsal olarak ayrışmış kapitalist toplumlarda, madalyonun bir yüzünde aşırı zenginleşme varsa, diğer yüzünde mutlaka aşırı yoksullaşma vardır.
Derin yoksulluğun nedeni derin zenginlik
“Yoksulu değil zengini inceleyelim, Bırakın yoksullar kendilerini araştırsınlar. Aslında onlar hayatlarında nelerin ters gittiğini hali hazırda biliyorlar. Eğer onlara gerçekten yardımcı olmak istiyorsak, yapacağımız en doğru şey onlara, onları sömürenlerin neler yaptıklarını, gelecekte bizim ne yapmamız gerektiğini açık bir şekilde anlatmaktır.” (Susan George How the Other Half Dies?, 1974).
Yani yoksulluğun nedeni bizzat zenginliktir. Aynı şekilde zenginlerin ortaya çıkmasının nedeni de ülkedeki geniş yığınların yoksullaşmasıdır ki bunlar genelde üretim araçlarından yoksul emekçilerdir, küçük üreticilerdir, yoksul köylülerdir. Üstelik ekonomik kriz dönemlerinde dahi bu kural değişmez, hatta aradaki uçurum daha da derinleşir.
Nitekim UBS tarafından hazırlanan bir rapora göre, dünyanın gelişkin ve yükselen 39 ekonomisinde 2022 yılında, kişi başı ortalama brüt servet miktarı 84,718 dolar. Türkiye’de ise ortalama kişi başı brüt servet 17,578 dolar. Bu yüzden servet sıralamasında Türkiye 39 ülke içinde en altlarda, 36’ncı sırada yer alabiliyor. (4)
Eşit olmayan gelir ve servet dağılımı
Bu durum kuşkusuz, ülkedeki gelir ve servetin ciddi biçimde eşitsiz bölüşülmesinden kaynaklanıyor. Öyle ki onlarca milyon insan hızla yoksullaşırken, çok az sayıda insan hızla zenginleşebiliyor ve ülke ultra zengin sayısının artışında yüzde 10’luk bir artış hızıyla ilk sıraya oturabiliyor.
Bu durum da ülke insanı olarak, kolektif bir biçimde neden dünyanın en mutsuz insanları arasında olduğumuzu da açıklıyor. Çünkü ülkede azınlık sayılan farklı cinsiyetlere, ulusal kimliklere ve inançlara karşı ayırımcılık, kutuplaştırma, kadına şiddet, sosyal adaletin ortadan kalkması, insan hakları ihlalleri, savaşçı ve militarist uygulamalar gibi temel sorunların yanı sıra, ülkedeki gelir ve servet eşitsizliğinin ulaştığı boyutlar insanımızı mutsuz ediyor.
Sosyal eşitsizlikler kaygıyı ve mutsuzluğu tetikliyor
Eşitsizlik (statü, sosyal sınıf, kimlik, cinsiyet biçimindeki) üstünlük ya da aşağılık duygularını artırır. Bazı insanların ya da kimliklerin diğerlerinden daha değerli olduğu görüşü, diğerlerinin kendilerine olan güvenlerini ve saygılarını azaltır. Başkalarının bizi nasıl gördüğü konusunda endişelenmek aynı zamanda güçlü bir stres faktörüdür.
Kronik stresin ölüm oranı üzerinde iyi belgelenmiş etkileri vardır, öyle ki ölüm oranlarını iki katına çıkarabilir. Sağlıkla ilgili davranışlar da stresten etkilenir. Diyet, egzersiz ve sigara kullanımı sosyal farklılıklar gösterir ancak insanların stresli hissettiklerinde sağlıklı yaşam tarzlarını benimsemeleri pek olası değildir. (5)
Mutsuzluğumuz artarak devam ediyor
Birleşmiş Milletler tarafından 12 yıl önce ilan edilen Uluslararası Mutluluk Günü’nde (20 Mart) yayımlanan Dünya Mutluluk Raporu’nun 2024 versiyonu yakınlarda yayımlandı.
Bu rapor, Gallup, Oxford Wellbeing Araştırma Merkezi, BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı ve Dünya Mutluluk Raporu Yayın Kurulu ortaklığıyla her yıl yayınlanan ciddi bir rapor. Bu rapora esas teşkil eden Gallup Dünya Anketi ise toplam 143 ülkede ve neredeyse her ülkeden yaklaşık 1.000 katılımcıyla çeşitli konularda yapılan anketlerden oluşuyor. Anketlerde insanların mevcut yaşamlarının mutluluk açısından değerlemesinin 0 ila 10 puan arasında yapılması isteniyor (0 puan en mutsuz, 10 puan en mutlu olma durumunu anlatıyor). (6)
Kuşkusuz mutluluk tıpkı aşk ve sevgi gibi, belki de insan hayatında en az anlaşılabilen ama en çok aranan duygu ve deneyimlerden biri. Bireysel mutluluğa nasıl erişilebileceği konusunda pek çok materyalist ya da metafizik ilham verici öğreti mevcut olsa da, kolektif ölçekte tüm ülkelerin toplumlarının ne kadar mutlu olduğunu ortaya koyabilmek de önemli.
Bunun için nesnel ölçütler bulmak zor olsa da, imkânsız değil. Nitekim bu rapor bu tür ölçütler geliştirmiş. Böylece rapor, yıllık mutluluk sıralamalarını sunmaktan daha fazlasını yapmaya – insanların yaşamları ve yaşamlarında olup bitenler hakkında nasıl hissettiklerini yakalamaya çalışıyor.
Kuşkusuz mutluluk gibi soyutluk da içeren bir kavramı, üstelik ülkeler arasında kıyaslamalarda kullanmak için ölçmek fazlasıyla iddialı. Nitekim Gallup’un bu mutluluk ölçme biçimi birçok açıdan eleştiriliyor.
Örneğin, Birleşik Krallık’ta bir grup sosyal bilimcinin yaptığı bir saha araştırmasının sonuçlarına göre, mutluluk ve refahı bu şekilde ölçerek elde ettiğimiz sonuçlar, bu kavramları hayatlarımızda gerçekte nasıl tanımladığımızla uyumlu olmayabilir. Zira ölçümde kullanılan merdiven metaforu (Cantril Merdiveni) insanların mutluluğu, önyargılı bir biçimde, daha ziyade güç ve zenginlikle ilişkilendirmesine neden oluyor. (7)
“Bu merdiven, basamakları en altta 0’dan en üstte 10’a kadar numaralandırılmış bir merdiven ve tepesi sizin için mümkün olan en iyi hayatı, en alt basamağı ise en kötü hayatı temsil ediyor. Şu anda kişisel olarak merdivenin hangi basamağında duruyorsunuz? Merdivenin tepesi metaforu size neyi düşündürüyor ve sizin için neyi temsil ediyor? Mutluluk içinde aşk, para, aileniz ya da başka bir şey mi?”
Oysa sözü edilen araştırma, bir grup bireyin merdiven metaforunun insanların güç ve zenginlik hakkında daha fazla; aile, arkadaşlar ve ruh sağlığı hakkında ise daha az düşünmesine neden olduğunu ortaya koyuyor. Merdiven metaforu kaldırıldığında, insanlar hala para hakkında düşünmeye devam ediyorlar ancak “zenginlik”, “zengin” veya “üst sınıf” gibi terimlerden ziyade “finansal güvenlik” açısından daha fazla düşünüyorlar. Diğer bazı bireylerden oluşan gruplarsa, diğer gruplara kıyasla, güç ve zenginlik hakkında daha az; ilişkiler, iş-yaşam dengesi ve ruh sağlığı gibi daha geniş refah biçimleri hakkında daha fazla düşünüyorlar. Bu da Gallup’un sıralamasının daha geniş bir tanım yerine dar, zenginlik ve güç odaklı bir mutluluk biçimine dayanması riski taşıdığını gösteriyor. (8)
Özetle, araştırmalar, insanların mutluluğu tanımlarken zenginlik ve statüden daha az bahsettiklerini gösteriyor. Paranın refahla ilişkili olduğu iyi biliniyor ancak para etkisi, kaliteli sosyal ilişkilerin en güçlü etkiye sahip olduğu diğer birçok mutluluk faktöründen daha zayıf.
Rapora göre, Finlandiya (7.74 puan), Danimarka (7.58) ve İzlanda (7.53) ile en memnun sakinlere sahip ülkeler olurken, en düşük üç puan Lesotho (3.19), Lübnan (2.71) ve Afganistan (1.72) sakinleri arasında bulunuyor.
Mutsuz insanlar ülkesiyiz!
Türkiye’ye gelince; Türkiye 143 ülke arasında 4,97 puan ile 98’nci sırada yer alıyor. Mutluluk sıralamasında Senegal, İran, Azerbaycan, Nijerya, Filistin, Kamerun gibi ülkelerle yan yanayız. Yani insanımız mutluluk açısından gelişkin ekonomilerde yaşayan insanlarla kıyaslanabilecek bir konumda değil.
Nitekim raporda Türkiye Merkez Asya ve Orta Doğu Bölgesinde yer alıyor. Ama bu bölgenin de ortalama değerinin altında bir puana sahip. Öyle ki Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Irak, Gürcistan, Ermenistan, İsrail, S. Arabistan, BAE, Bahreyn’de yaşayanlar Türkiye’den daha mutlular.
Ülkemiz insanının 30 yaş altında olanlarında bu mutsuzluk daha da belirgin zira bu açıdan üç sıra daha düşüyor ve 101’nci sıraya geriliyoruz. Bu da gelecek kaygısı taşıyan gençlerin mutsuzluğunun bir yansıması.
Sonuç olarak
Daha eşitlikçi toplumların, diğerleriyle kıyaslandığında, insanın ve doğanın korunmasını ekonomik büyümeye daha fazla tercih ettikleri, aynı zamanda Küresel Barış Endeksi’nde daha barışçıl ülkeler sınıflamasında yer aldıkları bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış bir gerçek.
Buradan hareketle, her ne kadar ekonomik eşitsizliğin azaltılması sağlık, sosyal ve çevresel sorunlar için her derde deva bir çözüm olmasa da, tüm bu sorunların çözümünde merkezi bir öneme sahip. Bu yüzden de bu sorunlar ele alınırken eşitsizliklerin azaltılması bir ön koşul olarak kabul edilmelidir.
Bazılarının söylediği gibi, “ülkede her şey güllük gülistanlık” değil ve işin kötüsü durum daha da kötüye gidiyor. Ülkede sosyal adaletin, hukukun üstünlüğünün, barışın ve demokrasinin inşa edilmesi kadar, adil bir gelir bölüşümünün de sağlanması çok acil bir ihtiyaç.
“Parayla saadet olmuyor” belki ama parasız da hiç saadet olmuyor zira bir zamanların mücahitlerinin ultra zengin müteahhitlere dönüştüğü bu ülkede her şey paraya endekslenmiş durumda. Son 40 yıldır, özellikle de son 22 yıldır ülke para kazanmanın kutsal sayıldığı, paraya adeta tapılan bir ülke haline geldi. Maddi, manevi bütün değerler paraya endeksli ve sözüm ona maneviyatı ön planda tutan siyasal İslamcılar paraya tapınma işinin liderliğini yapıyorlar.
Bu yüzden de kimse mutsuz on milyonlarca emekçiden ve emekliden, kadınlardan ve gençlerden daha fazla fedakârlık beklememelidir. Bu sadece onların yoksulluğundan değil, aynı zamanda insan yerine konulmamasından, devlete bir yük olarak (dipsiz kuyu) tanımlanmasından da kaynaklanıyor. Yani bu ülkede hem parasal (gelir ve servet gibi) hem de parasal olmayan (sosyal içerilme, aile, eşit yurttaşlık gibi) göstergeler bağlamında insanımız mutsuz.
Ülkede barışı ve huzuru sağlamak da, emekçilerin durumunu iyileştirmek de, toplumu mutlu etmek de ülkeyi yöneten siyasetçilerin başta gelen görevi ve sorumluluğu olmalıdır.
Onlar isterlerse savaşçı, militarist, otoriter güvenlikçi, rantçı, talancı, emek ve doğa düşmanı ve israfçı politikalarına son verip, böylece kaynak tasarrufu sağlayabilirler. Keza iktidarlarını korumak kaygısıyla bir süredir hayata geçirdikleri ötekileştiren ve kutuplaştırıcı siyasetlerini de sonlandırabilirler.
Yine isterlerse bütçe gelirlerini insanlarımızı mutlu etmek için kullanabilirler. Zira ekonomide de, devlet bütçesinde de yönelebilecekleri, döviz, altın, borsa ve devlet tahvili zenginleri, mevduat zenginleri ve gayrimenkul zenginleri konumunda hatırı sayılır bir büyüklükte süper zengin kitle var.
“Terörle mücadele ediyoruz” gerekçesiyle onlarca milyar doları harcayabilenler, her yıl KÖİ projelerine bütçeden onlarca milyar TL aktaranlar, emekçiler ve emeklilerin mutsuzluğuna son vermek için mevcut ekonomik teröre karşı neden mücadele etmezler de, onu halkları ezmek ve kendilerine biat ettirmek için kullanırlar?
Oysa emekten yana bir iktidar altında, kolayca, artan oranlı vergilerle, daha varlıklı bireylerin ortalamadan daha yüksek oranlarda vergilendirilmesini sağlayabilmek mümkündür.
Böylece, bu süper zenginlerin normal ihtiyaçlarının üzerindeki gelirlerini ve servetlerini vergilendirerek elde edeceğimiz gelirleri yoksullukla mücadele de kullanabiliriz. Zira kişi ne kadar zengin olursa, temel ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra o denli az paraya ihtiyaç duyar. Oysa bu para yoksullar tarafından kullanıldığında toplumsal fayda artar.
Artan oranlı vergilendirme ayrıca servet eşitsizliğinin kontrolden çıkmasını önler ve yukarıya doğru emilen paranın aşağıya doğru yeniden dağıtılmasına yardımcı olur. Oysa zengin elitler daha az vergi ödediğinde, etkin bir şekilde halktan çalmış olurlar.
Böylece, somut bir öneride bulunabiliriz: Bankada 1 milyon dolar ve üzerinde net nakit serveti olandan yüzde 5 oranında vergi almak ve servetin miktarı arttıkça bunu yüzde 10’a kadar yükseltmek, kısaca kalıcı artan oranlı bir servet vergisi hayata geçirmek.
Özetle, kamu harcamalarının gereksiz, verimsiz, topluma ve doğaya karşı olanlarına son verirken, aynı zamanda acilen artan oranlı bir servet vergisi uygulamasını başlatmak ve buradan sağlanan vergi gelirleriyle de yoksulların yaralarını sarmak gerekiyor.
Ardından nitelikli, kalıcı ve toplum yararına olan kamusal istihdam yaratarak işsizlerin onurlu bir yaşanabilir gelire sahip olmalarını sağlamak ve başta eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, toplu ulaşım ve barınma olmak üzere kamusal hizmetleri iyileştirmek ve bunları halka ücretsiz sunmak gerekiyor.
Diğer yandan, 31 Mart seçimlerinde iktidar blokunun hedefi halktan ve doğadan çaldıklarını zenginlere ve artık büyük sermaye haline gelmiş olan siyasal İslamcı cemaatlere aktarmayı sürdürmektir.
Yapılacak iş belli
Pazar günü 22 yıldır bu ülkeyi yöneten ve ülkeyi başta yoksulluk, enflasyon, işsizlik, yolsuzluk, devasa kamu borcu, hukuksuzluk ve adaletsizlik ve savaşlar olmak üzere çok ciddi bir ekonomik ve sosyal çöküşün eşiğine getirenlere bir ders vermemiz gerekiyor.
Ayrıca, unutmayalım ki, yerel yönetimleri kazanmak hızla kurumsallaşmakta olan faşizmin önüne de set çekmektir ve bu seçimler bu açıdan muhtemelen son şanstır. Yani demokrasi, barış, sosyal adalet ve huzur istiyorsak, yoksulluğa ve eşitsizliğe son vermek istiyorsak, 31 Mart seçimlerini AKP-MHP iktidar blokunu geriletmek ve gerçek bir halk demokrasisini kurmak için bir fırsat olarak görmeliyiz ve halklarının yanında, dürüst, şeffaf, devrimci, demokrat ve yurtsever adayları desteklemeliyiz.
Dip notlar:
- TÜİK, İstatistiklerle Yaşlılar, 2023, https://data.tuik.gov.tr (27 Mart 2024).
- https://t24.com.tr/haber/murat-agirel-altinok-un-antalya-da-600-dairesi-daha-oldugu-iddia-edildi (20 Mart 2024).
- The Knight Frank Wealth Report (18th edition), 2024.
- https://www.visualcapitalist.com/visualizing-top-countries-by-wealth-per-person (17 October 2023).
- Richard G. Wilkinson & Kate E. Pickett, “Why the world cannot afford the rich”, https://www.nature.com/articles/d41586-024-00723-3 (22 Mart 2024).
- https://www.gallup.com/analytics/349487/gallup-global-happiness-center.aspx? (20 March 2024).
- https://theconversation.com/finland-is-the-happiest-country-in-the-world-but-our-research-suggests-the-rankings-are-wealth-and-status-oriented (27 March 2024).