Türkiye’de Kürt düşmanlığına dayalı zihniyet değişmediğinden adına gelişme, ilerleme diyebileceğimiz bir durum ortaya çıkmıyor. Yüz yıldır her şey temel politika olan Kürt inkarının ve Kürt soykırımının başarılmasına bağlanmış. Bu başarılamadığından ve başka bir yol da düşünülemediğinden, örneğin Kürt sorununun çözümünü öngören bir yönteme başvurma gibi yaklaşımlara girilmediğinden, bu sefer tersinden gelişme oluyor. Yani geriye gidiliyor. Bunun da anlamı şu oluyor, Kürt düşmanlığına dayalı zihniyet daha da derinleştiriliyor, Kürt inkarı ve Kürt soykırımının başarılması için oluşturulan yapılar tahkim ediliyor veya yenileri kuruluyor. Bunlardan biri de JİTEM yapılanmasıdır.
Türkiye’de baş aşağı gidişin öyküsü böyledir. Kürt, Kürtlük olmasın diye her yola başvurulunca ortada gelişme namına hiçbir şey kalmıyor. Siyasi iktidarların milliyetçi, popülist propagandaları kenara itildiğinde, Türkiye’de hiçbir değerin üretilemediği gün gibi ortaya çıkıyor. Günümüzde AKP-MHP iktidarı buna en iyi örnektir. Çok şey yaptığını, şunu bunu ürettiğini çokça propaganda etmekte ancak gerçekte yaptığı bir şey yoktur. Bırakalım bir şey üretmeyi, AKP-MHP iktidarının derinleştirilmiş Kürt düşmanı siyaseti Türkiye’yi derin bir belirsizliğe sürüklemiş, Türkiye’nin yarını bile belirsiz kılınmıştır. Türkiye dışta devlet olarak siyaset ve ekonomide oluşan yeni denklemlerin dışında kaldı. İçte toplum olarak ise büyük bir zorlanma, sıkışma yaşıyor. Sadece emeklilere reva görülenlere bile bakıldığında ne kadar yanlış, dengesiz, belirsiz bir durumun oluştuğu ortaya çıkıyor.
Devletin geleceği bakımından da Türkiye büyük bir belirsizlik içerisindedir. Şimdilik çetevari, mafyavari, militarist bir tarzla devlet idare ediliyor. Erdoğan-Bahçeli bu dümeni çeviriyor, ama her an ayak kaydırmalara açık bir durum söz konusudur. Daha birkaç yıl önce Erdoğan-Bahçeli etrafındaki şürekâ hapisti. Sonra kendilerini hapsedenler hapsedildi, onların yerine kendileri baş oldu. Yarın kim kimi hapseder, kim baş olur, belli değildir. Çünkü remi işler, yani Kürt düşmanlığına dayalı politikalar sapa gitmektedir. AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanlığı yapa yapa elde tutacak bir şey bırakmadı. Ne sözde çok övünülen cumhuriyet değerleri bırakıldı ne de başka bir değer yaratıldı. Hepsi Kürt düşmanlığına harcandı. Türkiye’de sözüm ona en cumhuriyetçiler bile Kürt düşmanlığından dolayı bu gerçeği ortaya koyamıyor. Şu tarikat şunu yaptı, burada şu kadar laiklik karşıtlığı var, demekten öte bir şey yapmıyor veya yapamıyor. Tamam da bunlar niçin, nasıl oldu? İşte bu bağlamı kuramıyor. Çünkü kendileri de Kürt düşmanlığıyla zehirlenmişlerdir. Hatta bu zihniyetin mimarları olarak kendileriyle övünüyorlar. Dolayısıyla çırpınışlarının hiçbir temeli ve anlamı yoktur.
Şu gerçeği bir daha ve bir daha söylemek gerekir; Kürt olmazsa Türkiye’de ne laiklik ne cumhuriyet ne de başka bir şey olur. Kürt olmazsa inanç, itikat da olmaz. Yapılırsa işte bu haliyle olur ki, bunlar bile sürdürülemezdir. Böyle olması Kürtlerin kendilerine münhasır özelliklerinden kaynaklanmıyor. Hayır, bu Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun temel bir gerçekliği olmalarından dolayıdır. Gerçeklik inkar edilerek, yok sayılarak yol alınamaz. Kürt olmadan Türkiye’de cennet olmaz. Ama olsun isteniyor. Bu tabii ki mümkün değildir. Hele ki uyanmış, ayağa kalmış, dinamizmiyle, düşüncesiyle Türkiye ve Ortadoğu’da değişime, gelişmeye öncülük eden, demokratikleşmenin dinamik gücü haline gelen bir durumu yaşıyorken, Kürtleri yok saymak, yok etmek istemek, görmezden gelmek veya kıyıdan köşeden birkaç lafla var olanı sürdürme kurnazlığına girişmek olacak iş midir? Bunlar yapılmak istenirse AKP-MHP’nin Türkiye’yi ve Türkiye toplumunu getirdiği duruma düşülür.
Tüm olanlardan sonra devlet yaklaşımını değiştirmedi. Ama yöntemlerini değiştirmek zorunda kaldı. Çünkü eski yöntem ve yapılarla istediği sonucu alamadı. Şimdi görüyoruz ki JİTEM tahkim edilerek Kürt soykırımı sürdürülmeye ve bununla sonuç alınmaya çalışılıyor. Yani devlet bilindik yola başvurmaya devam ediyor. JİTEM, Kürt ulusal uyanışının başarıya ulaşmaması için oluşturuldu. Kürt hareketinin ortaya çıkmasından sonra devlet mevcut kurumlarıyla, ordu, polis, siyaset, Diyanet, ekonomi, bürokrasi vb. kuvvetlerle Kürt uyanışını bastıramayınca, ama mutlaka bastırılması yaklaşımı esas alınınca, Kürt katliamına karar verildi. Devletin doğrudan ve açıkça sahiplenemeyeceği bu iş için JİTEM kuruldu. Devletin maşa olarak oluşturduğu her türden çevre JİTEM’e alındı. Ve JİTEM eliyle katliamlar yapıldı. Binlerce Kürt yurtseveri, halk öncüsü, siyasetçi, aydın, yazar, gazeteci katledildi. Binlerce köy yakılıp yıkıldı, Kürdistan boşaltıldı, koruculuk, mafya, çete, tarikat yapıları geliştirildi… 1980’lerden başlayıp 1990’lı yıllarda ayyuka çıkan bu sürecin sonucunda 2000’lere gelindiğinde ortada bitmiş, çökmüş bir devletten başka bir şey kalmamıştı. Kürt olmasın diye yapılanlar devleti bu duruma getirdi. Şimdiki duruma ne kadar da benziyor. Ya da daha doğru bir ifadeyle şimdiki durum o sürece ne kadar da benziyor.
JİTEM yapılanmasının içinde yer alan çevrelerden biri de Kürt halkının Hizbulkontra dediği alçak katil sürüleriydi. Bunlar din kılıfına bürünerek devlete tetikçilik yaptılar. Ancak tüm bunlara rağmen Kürt uyanışı engellenemedi. Bundan dolayı devlet yöntemlerini değiştirdi. JİTEM içerisindeki yapılanmaları da buna göre yeniden oluşturdu. Hizbulkontrayı da buna göre yeniden oluşturdu. Hibulkontra Hüdapar adıyla siyasi bir veçheye büründürüldü. Devletin değişen yönteminin özü şudur; birinci JİTEM süreciyle Kürt uyanışı engellenemediğinden kaba Kürt inkarıyla Kürt soykırımını sürdürmenin koşulları kalmadı. Bundan dolayı şeklen Kürt görünen, Kürt olduğunu söyleyen ama özünde Kürt soykırımına hizmet eden yeni bir tipoloji ve metodoloji geliştirildi. Bilindiği gibi JİTEM’in vurucu güçleri, yani tetikçileri, Hizbulkontra, devlete teslim olmuş itirafçılar, düşkünler, Barzaniler gibi işbirlikçi ihanetçi kesimlerdi. Bunlar Kürtlüklerini inkar eden, Kürt soykırımından beslenen, zenginliklerini büyüten hain Kürtlerdi. Birinci JİTEM döneminde bunlar kaba bir ajanlık ve tetikçilik yaptı. İkinci JİTEM sürecinde ise değişen koşullardan dolayı Kürt soykırımı daha ince yöntemlerle sürdürülmeyi gerektirdi. Bu da Kürtlük adıyla Kürt soykırımının yapılmasıdır. Şimdi Hüdapar, KDP-Barzaniler, işbirlikçi bazı kişi ve çevreler bu çerçevede rol oynuyor. Mehmet Metiner, Galip Ensarioğlu gibileri bunların başında geliyor. Galip Ensarioğlu Süleyman Soylu’nun Kürdistan’daki versiyonu durumundadır. JİTEM’in bütün işlerini üstlenmiş ve ranttan en büyük payı alıyor. 1990’da Mehmet Ağar’ın adamıydı. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın adamıdır. Ama rolü değişmemiş.
Şimdi yeni JİTEM’ciler Kürtlere Kürtlükten, mücadeleden vazgeçmelerini, bireysel, maddi yaşam peşine düşürmelerini söylüyor. Halkın yurtseverlik ve özgürlük ilkeleri temelinde oluşan birliğini parçalayıp onursuz ve iradesiz bir toplumun yaratılması için çalışıyorlar. Onlara verilen rol budur. İşte Yeni JİTEM ve JİTEM İttifakı!