Yerel seçimlere birkaç gün kaldı. Önce genel ve ardından da yerel seçimlerin halkın geçim derdine bir çözüm olmadığı, dahası alım gücünün giderek düştüğü gözle görülür bir gerçek. Milyonlarca insan, yarın ne olacağı kaygısıyla yaşamaktadır. AKP-MHP iktidarının bütün o “yerli ve milli” propagandalarına rağmen çarşı pazarda yaşananlar, çıplak gerçeği özetler durumdadır. Rejimin resmi rakamları bile Türkiye’nin toplam nüfusunun dörtte birinin “sosyal yardımla” yaşama tutunduğunu göstermektedir. Türkiye’nin ekonomik bir kriz içinde olduğu, iktidarın yerel seçimler öncesinde bir seçim yatırımı olarak dahi emekli maaşlarını göstermelik de olsa artıramamasından da anlaşılabilir.
Zaten tam da bu nedenle Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, genel seçimler sonrasında bir zamanlar dolandırıcı ilan ettiği Mehmet Şimşek’i ekonominin başına atamak zorunda kaldı. Şırnak doğumlu bir Kürt ve aynı zamanda İngiltere ve ABD vatandaşı olan M. Şimşek’in ilk yaptığı açıklama; “Ekonomide rasyonel politikalara dönmek” oldu. Yaklaşık bir yıldır M. Şimşek yönetiminde “IMF’siz IMF programı” uygulanmaktadır. “Yüksek enflasyonla mücadele” adı altında uygulanan programın halkı daha da yoksullaştırdığı ortadır.
31 Mart seçimlerinin, bir yerel seçim olduğu dikkate alındığında seçim sonuçlarının halk açısından ekonomik alanda bir şey değiştirmeyeceği çok açık. Seçim, sonuçları itibariyle Türk hakim sınıfları arasında süregelen iktidar dalaşının seyrini etkileyecektir. Başta İstanbul olmak üzere bütün büyük şehirler rant ve yağma alanı olarak değerlendirildiğinden, bu belediyelerin kazanılması için her türlü yol ve yöntemin devrede olmasının nedeni budur. Burjuva siyaset açısından “hizmet siyaseti” kendi kasalarının ve ceplerinin doldurulmasıdır. Dolayısıyla belediyelerin kazanılması, ekonomik ve siyasi bir yatırım aracı olarak ele alınmaktadır.
Hakim sınıfların her iki kliğinin dışında genel olarak ilerici devrimci demokratik siyasetin yerel seçimlere ilişkin tavrı ise parçalıdır. Bir yıl önce, genel seçimler öncesi en geniş muhalif halk kitlelerine propaganda edilen kurtuluşun, seçim sonuçlarıyla bir hayal kırıklığına dönüşmesi gerçeği ortadadır. Genel seçimlerde halkın demokrasi ve değişim talebini, kendi öz gücüne dayanan bir ele alışla değil de hakim sınıfların muhalif kliğinin arkasında yedekleme siyasetiyle yanıt olunamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Genel seçimler öncesinde kimi eleştiri ve uyarılara rağmen en azından ilk turda aday çıkartılmayarak burjuva muhalefetin adayının desteklenmesinin hatalı bir taktik olduğu görülmüştür. Halkın demokratik talep ve istemlerinin gerçek anlamda karşılık bulmasının, hakim sınıfların iktidar ve muhalif kliklerinin peşine takılmak değil kendi bağımsız siyasal çizgisinde ısrar etmekten geçtiği pratikte bir kez daha kanıtlanmıştır.
31 Mart seçimleri vesilesiyle devrimci demokratik muhalefet saflarında, yerel seçimleri bütün siyasetinin merkezine koyan bir politik tutumdan, seçimleri protesto eden apolitik bir tutuma uzanan oldukça geniş bir yelpazede tavırlar açıklanmış durumdadır. Her şeyden önce devrimci-demokratik muhalefet açısından parçalı bir duruş ortaya çıkmasının halkın devrimci demokratik mücadelesi açısından olumsuz bir tablo ortaya çıkardığını ifade etmek gerekir. Dahası, coğrafyamız sınıflar mücadelesinde seçim aracının belirleyici önemde olmadığı ve tam da bu nedenle amaçlaştırılmaması gerektiği açıktır. Öte yandan devrimci siyaset açısından seçim gündemlerinin kitlelerle ilişkilerin geliştirilmesi, devrimci demokratik taleplerinin karşılanmasının gerçek yolunun gösterilmesi açısından önemli bir araç olduğu da açıktır. Bütün bunlar genel doğrulardır.
31 Mart yerel seçimlerinin Kürt hareketi açısından, Kürt halkının yerel yönetimlerde iradesinin temsil edilmesi talebi nedeniyle önemlidir. Tam da bu nedenle faşizmin Kürt illerindeki belediyelere kayyım atayıp, halkın iradesini gasp ettiği bilinmektedir. Her fırsatta demokrasi diyenlerin demokrasinden ne anladıkları, Kürt halkının iradesine yönelik gerçekleştirdikleri kayyım darbesinden da anlaşılabilir. Tam da bu nedenle Kürt hareketinin yerel seçimler vesilesiyle faşizme ve onun kayyım politikasına yanıt mücadelesi, ilerici demokratik bir taleptir ve sahiplenilmelidir.
Kendisine sol ve devrimci diyen çevrelerin en azından ırkçılığa ve şovenizme karşı olunması adına Kürt halkının bu demokratik, haklı ve meşru talebinin yanında durması gerekir. Türk devletinin beka kaygısına ortak olmayan herkesin desteklemesi gereken bu demokratik talebe şu veya bu nedenle uzak durmak gerçekte faşizmin kayyım politikasının arkasında durmak demektir. AKP-MHP iktidarının seçim sonrasında yeni bir Kürdistan seferi hazırlığını ilan ettiği koşullarda ırkçılığa ve şovenizme karşı Kürt halkının mücadelesinin yanında olmak daha bir önemlidir.
Yerel seçim sonrasında ise -seçim sonuçları ne olursa olsun- yaşanacaklar şimdiden bellidir. Kürdistan’a sefer hazırlıklarının ilan edildiği koşullarda, ırkçılık ve şovenizm propagandasına hız verilecektir. Bunun altında yatan nedeni sadece ve sadece Kürt ulusuna yönelik ulusal baskı ve imha etme politikasının devam ettirilmesi değil aynı zamanda ekonomide “rasyonel politikaların” uygulanmasıyla daha da derinleşecek olan işsizlik ve yoksulluğun gerçek sorumlularının gizlenmesidir.
Bu nedenle 31 Mart yerel seçimlerinde Kürt halkıyla birlikte hareket etmek önemli olmakla birlikte, bundan daha da önemli olan 1 Nisan ve sonrasında 8 Mart ve Newroz alanlarında, işçi eylemlerinde ve ekolojik talana karşı direnişlerde ortaya çıkan toplumsal muhalefeti, birleşik bir temelde ele almak ve faşizme karşı süreklileşen ve yükselen bir mücadele çizgisi oluşturmaktır.