Kongolular, “Dekor gerçeğe uyum göstermez, gerçeğinde dekora ihtiyacı yoktur” deyişiyle yalın gerçekliğin ne kadar önemli olduğuna işaret ederler. Yalın gerçekler istendiği kadar süslensin ya da püslensin ardındaki gerçekliği yok edemez. Ancak maskeleyebilir ve geçici süreyle gerçeklerin ters yüz edilmesi sağlanır.
Astronomi bilimi, dünyayı evrenin merkezi değil aksine milyarlarca gök cisminden biri yani küçük bir zerreciği olduğunu ortaya çıkarırken, dünyanın biz insanlar ve diğer canlılar için evrende yaşayabilecekleri yegâne yer olduğunu gösterdi. Kapitalist emperyalist ülkeler uzay boşluğunda bir yarışa girerken yeni bir dünya arayışı içinde olduklarının propagandasını yaparlar. Ancak asıl hedefleri olan uzay madenciliği gibi amaçlara ulaşmak için halkları bu kirli şirket çıkarlarına eklemlemeyi amaçlarlar.
Dünyada kapitalist üretimlerin neden olduğu küresel ısınma ve buna bağlı gelişen susuzluk, kuraklık gibi sonuçlarla yok oluşa sürüklendiğimiz gerçeğini maskelemek için öncelikle bir algı oluşturup yaydıkları boş umutlarla insanları hareketsiz kılarlar. Yok oluş sürecini çözmek adına sözde çare ararlar. İnsanları uzayda yaşam arandığına inandırıp gelecekle ilgili cılız da olsa bir umut ışığının olabileceği algısını oluştururlar, ancak tüm bunlar bir yalandır. Dünya üzerindeki yaşamı, yok olma sürecine doğru hızla iten, üretim ve tüketim biçimlerine devam etmekten asla vazgeçmezler. Uzayda yaşam aramanın beyhude bir şey olduğunu çok iyi bilirler. Ortaya attıkları yalanların algılarda ortaya çıkardığı şey ise sadece bir dekordur.
Küresel ısınmayı durdurmak adına iklim zirveleri düzenlerler. Ancak aldıkları tüm kararlarla sermaye birikimlerine yeni yollar yaratırlar ve amaçları da zaten budur. ‘Mış’ gibi yapmak en iyi bildikleri şeydir. Doğayı yok edenler yerine dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun kent merkezlerine toplanmış olmasını da kullanarak ‘kent ormanları’, ‘millet bahçeleri’ gibi alanlar yaratıp doğal yaşamda bir sorun olmadığını, bizlerin algısıyla oynayarak yaratmak isterler. Bunu yaparken bu park ve bahçelerde ki bitki ve hayvanlara birer dekor işlevi yüklerler. Böylece kapitalist yağmanın önüne dekor olarak inşa ettikleri her türden canlıya bizler ‘ay ne kadar güzel, her yer yemyeşil, gibi cümleler kurup seyre dalarken, hayvanat bahçeleri kurararak ‘ay bu kartal ne kadar heybetli’ sözleri ağızımızdan dökülürken canlıların aslında bu alanlarda birer köle olduklarını bize unutturup, dekoratif sunumlarla kirli yüzlerini görünmez kılarlar.
Kapitalist modernite canlı ya da cansız tüm varlıklara biçtiği tek değer metalaştırmak üzerinedir. Onun için her şey tüketilip yok edilebilir. Korumaya aldığını ilan ettiği her şey, onun üretim süreçlerinde gerek duyacağı canlı ve cansız varlıklardır. Canlı ya da cansız varlıkların bu dünya da en az onlar kadar hakkı olduğunu asla kabul etmez ve her şeyi isterler. İnsan emeği onlar için sadece bir metadır ve bu nedenle emekçi insanları da bir meta olarak değerlendirirler. Hayvanlar, bitkiler, toprağın üstü ve altı, denizler, nehirler ve tüm sular onlar için birer metadır, birer hammadde deposudur ve bu nedenle tüm varlıkları kendi malları gibi görürler. Bu durumu maskelemek ve görünmez kılmak için türlü dekorlar yaratırlar.
Bazı dekorları ‘Sivil Toplum Kurumu’ gibi yapılar da inşa edip karşımıza çıkarırlar. Büyülü bir söz olan bu STK’ler eliyle, tüm yaşam üzerinde kurdukları sahiplik mekanizmasının üstünü örterler. Bazense ‘Kral çıplak’ repliğinde olduğu gibi üstünü örttükleri gerçekler yalın biçimde görünür olur. Ancak bu gerçeklerin açıkça görülebilmesine karşın bu gerçeği ifade etmekten insanlar korkar ya da çekinirler. Çünkü her şeye sahip olduğuna kendisini inandırmış olan muktedirler, gerçekleri görenleri ya da bu gerçekleri açıkça ifade edenleri zor sopasıyla susturmak isterler. Susmayanı rehin alıp gözlerden ırak yerlere taşırlar. Hele bu gerçekleri açıkça ifade edenlerin örgütlü bir güç olmaları halinde top yekun saldırıya başlarlar.
Sözün özü bu sömürgenler için dekor mu olacağız, yoksa kral çıplak diye hep bir ağızdan haykırıp bu yok oluşa dur demek için zalimleri, dehakları hakettikleri yer olan tarihin çöplüğüne mi yollayacağız? Zalimlerin yönettiği bir ülkede, bir dünyada bir dekor ya da köle olarak yaşamayı mı seçeceğiz yoksa gerçekleri hep bir ağızdan haykırıp yeni bir yaşamın peşine mi düşeceğiz? Hadi kendinize bir yanıt verin artık…