Neğşirvan Güner-Mehmet Atala
Şair ve yazar Mahmut Temizyürek’le, Edebi Şeyler’den çıkan ‘Nâzım Okulu & Teleskoplu Destancı’ adlı kitabı üzerinden, Türkçe edebiyatın devrimci kanonunun başlangıç noktası sayılan, “öğretirken öğrenme, öğrenirken öğretme” diyalektiğiyle yol almış Nâzım Okulu’nu ve bu okulun hapishanedeki ve dışarıdaki öğrencilerini konuştuk. “Kuşkusuz böyle bir okul yoktu; resmi ya da gayrı resmi, legal ya da illegal anlamda bile” diyen Temizyürek , okulun ne olması gerektiğini sorgulatıyor bizlere. “Teleskoplu Destancı” bölümününde ise Yaşar Kemal’i konu edinen Temizyürek, “Nazım ile kafaca ve pratikçe bağlantılı üç devrimci (Arif, Abidin ve Güzin Dino) olmasaydı belki de Yaşar Kemal gibi bir yazarı tanıyamayacaktık” diyor.
Kitabınızın başlıklarından biri olan “Nâzım Okulu”nun tanımı nedir? Böyle bir “okul’’ var mıydı? Öğretmeni, öğrencileri ve öğrencilerin üretim süreçleri hakkında ne söylemek isterisiniz?
Kuşkusuz genel anlamda böyle bir okul yoktur; resmi ya da gayrı resmi, legal ya da illegal anlamda bile. Ama okul nedir? Bir öğretiyi ya da bir mesleği öğretmek. Bu da değilse, bir bilgi kaynağını araştırmak, sonuçlarını yayımlamak, bunları tartışarak sürdürmek için yapılan öğrenme-öğretme çalışmasıdır. Ama ısrarlı bir çalışma. Adını benim uygun gördüğüm Nâzım Okulu böyle bir okuldur. Nâzım Hikmet, 1917 Devrimi’nden edinebildiği öğretiyi Türkiye’de yaymak için giriştiği çabasını tutsak olduğu cezaevlerinde de, dışarıda da kesintisiz sürdürmüştür. Birlikte yattığı arkadaşlarıyla ya da konuya ilgi duyanlar arasında temas olanağı bulabildikleriyle, ya doğrudan ya da mektuplar yoluyla edebi bir anlayışı Türkçe’de bir yazı pratiğine dönüştürmeye girişti; o dönemin sosyalist gerçekçilik anlayışı yolunda. Bu çabası, şair kimliğini herkese kabul ettiren 835 Satır’ın yayımlandığı 1929’dan ölümüne kadar (1963) devam etti. Her aşamada yeni bir gerçekçilik açısı daha bulup bunu icra ederek. İşte bu ısrarlı çabaya, sonuçları açısından Türkçe edebiyatın bilinçli devrimci çizgisini başlatan bu büyük edebi kanona ben Nâzım Okulu adını vermeyi uygun gördüm. Benzeri olmayan bir okuldu gerçekten; büyük yazarların el yordamıyla, çok ağır koşullarda yetiştiği. Okulun üyeleri gönüllülük esasıyla, herhangi bir yafta, bir dogma taşımadan içeride ya da dışarıda olsun genel anlamda aynı yol için anlaşmış bireylerden oluşuyordu. Yazışmalarının, ilişkilerinin bütününden şu anlaşılıyor: Tabu söz, tabu kişi yoktur; aranmış bulunmuş, aranacak bulunacak sayısız hakikat vardır.
Hapishane koşullarında doğup, gelişen “Nâzım Okulu” ile günümüz edebiyat dünyasının merkezleri olmaya başlayan edebiyat fakülteleri, (yaratıcı) yazarlık kursları arasındaki farklılıklar ve bu farklılıklara neden olan sebepler ile farklılıkların doğurduğu sonuçlar hakkında ne söylemek istersiniz?
Benzerlik bulmak çok zor. Öncelikle Nâzım Okulu’nda herhangi bir hiyerarşi yoktu, oluşmamıştı; bunu istememişlerdi. Yazı pratiğiniz, ortaya koyduğunuz eser sizi yeni bir yaratma deneyim sahibi, yani bir öğreten yaptığı gibi, bu eserin yazılma sürecinde aldığınız eleştiri ve öneriler de sizi öğrenci yapar. Diyalektik formülü şu: Öğretirken öğrenmek, öğrenirken öğretmek. Resmi okullarda, yazarlık kurslarında böyle bir geçişgenlik olur mu? Olursa, mucize gibi bir şey olur. Sonuçlarını soruyorsunuz. Ben size sorayım; Nâzım, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Suat Derviş, Sait Faik gibi, bu okulun içinden şöyle ya da böyle geçmiş yaratıcılar gibi birini gösterebilir misiniz, resmi okullardan ya da yazarlık kurslarından yetişen.
Kitabınızın ikinci bölümü ise Yaşar Kemal’i konu edinen “Teleskoplu Destancı” Nâzım Okulu ile Yaşar Kemal arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Ben kurmadan çok önce Arif-Abidin- Güzin Dino’lar kuruyor bu ilişkiyi. Nazım ile kafaca ve pratikçe bağlantılı bu üç devrimci olmasaydı belki de Yaşar Kemal gibi bir yazarı tanıyamayacaktık. Binlerce yetenek gibi o da kaybolup gidecekti.
Yaşar Kemal’in edebiyatını, okulun diğer öğrencilerinin eserlerinden ayıran benzerlikler, farklılıklar ve süreklilikler nelerdir?
Nâzım Okulu esas olarak sosyalist gerçekçi çizgide, işçi sınıfını merkez alan bir edebiyatı öngörse de, sık sık andıkları, Marx’ın da çok sevdiği Terentius’un şu sözünü şiar edinmişlerdi: İnsanım, insana ilişkin hiçbir şey bana yabancı kalamaz. Bu bakışla, sözlü kültürde halkın belleğinde yaşayan ağıtlar, destanlar, hikâyeler vb. bu okulun çok önemsediği, devrimci bir bakışla işlenmesini öngördüğü, devralınması gereken büyük halk miraslarındandı. Yaşar Kemal her bakımdan, adeta doğuştan böyle bir görev üstlenmiş gibiydi. Okulun gönüllü çalışanları onda bu yeteneği görüp değerlendirdi.
Ağıtlar, sözlü kültür ve bellek
Yaşar Kemal edebiyatının önemli kaynaklarından olan sözlü kültür ve ağıtlar hakkında ne söylemek istersiniz? Belleğe ve aktarıma dayalı olan sözlü kültür bugünün edebiyatı için ne gibi olanaklar sunuyor?
Ağıtlar, Yaşar Kemal’in Kürtçe’den başka dil bilmeyen annesi Nigar Hatun’dan öğrendiği, daha sonra da Toros dağlarındaki göçebe Türkmen kadınlardan derlediği, ağıtlar hakkında öncü denecek düzeyde bir düşünsel çalışma yazıp yayımladığı ilk eserlerindendir. Bu çalışması, kendi edebiyatını da kuran, oluşturan değerdedir. Onun inanışına göre Başlangıçta söz değil, belki de ağıt vardı. Ben, aradaki bu “belki”yi de kaldıran bir çalışmamı yakında yayımlayacağım; çünkü ağıt, destanların, türkülerin, öykülerin, mitlerin başlangıcı olan, toplumsal bellek oluşturan ilk söz hazinesidir. Yaşar Kemal’in deyişiyle “Kırk bin yıl su altında cilalanmış çakıl taşları gibi, kırk bin yıl ağıt suyunun altında bir ağıt dili”, bütün edebi yaratıların asıl kaynağıdır. Yaşar Kemal’in Son dörtlemesi Bir Ada Hikâyesi’nin ilk kitabının adından da anlaşılır, ağıta verdiği önem: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana. Örneğin Feqiye Teyran’ı, Evdale Zeynike’yi bir de bu romanda tanıyalım. Olağanüstüdür. Dört cilt boyunca, büyük bir gerçekçilik içinde halkların belleğinde nakışlanmış olan bu verimleri halkların bilinç sığınağı bellek kalesi olarak görür. Şimdi bir edebi okul kursam, bu dört cildi okuturum. Bu demek, dünya edebiyatının büyük bir bölümünü, hem de karşılaştırmalı olarak okutmuş olurum.