Süreklileşmiş savaşa dayalı bir şiddet iktidarı olan AKP-MHP faşist iktidarı ülkeyi topyekûn bir çöküşe sürüklemiştir. Faşizmin kurumsallaşmasıyla başlayan son on yıllık dönem bugün yarı diktatörlüğe doğru ilerleme hesapları yaparken aslında kendi mezarını kazmaya devam ediyor. İktidar içeride toplumsal barış adına ne varsa söküp atarken, dışarıda da savaşı yeni bir boyuta taşımak üzeredir. İktidarlarının bekasını sağlamak adına yeni seferlere heves eden bu zihniyet geçmiş yarım yüzyıldan hiçbir ders çıkaramadığı gibi küresel politik dinamikleri de anlamaktan ve yorumlamaktan oldukça uzaktır. Bu uzaklık kuşkusuz kurulu iktidarın kodlarından kaynaklanmaktadır. Kurulu iktidarın zihin dünyasına sıkışıp kalan tüm siyasi yapılar gibi AKP de tarihin çöplüğünde yerini almaya hazırlanıyor…
Çökmüş ekonomisiyle, tükenmiş kaynaklarıyla, parçalanmış toplumsal yapısıyla enkaza dönen bir ülkeyi kendi sapkın maceracı anlayışına tutsak eden bu zihniyet yeni bir ‘hasta adam’ yaratmayı başardı! Kuşkusuz çöküş uzun sürecek ama bu yol tartışmasız bir yıkım sürecine işaret ediyor. Siyasi ve ekonomik krizin atbaşı gittiği, giderek hızlandığı ve derinleştiği bir süreçte toplumsal yapıdaki krizler de ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Seçim sürecinin yaratmış olduğu tali koşullar bir tarafa bırakılırsa, faşizm ekonomisi ve siyasal yapılanması savaşı çare olarak görmeye ve sonuçları itibariyle bir çıkış yolu aramayı sürdürüyor. Bu gidişatın ‘Kırmızı Nisan’a doğru bir yol olduğunu hepimiz görüyoruz ama engel olmak için görmek, söylemek yetmez; mutlaka savaşa karşı çıkmak, mücadele etmek ve faşizme direnmek gerekir…
Barıştan kaçan, barış sözcüğünü bile mahkûm eden bu iktidarın en büyük korkusu olan barış mücadelesini büyütmek ve örgütlemek öncelik olmalıdır. Barışın yolunun nasıl örüleceği ve bu yolun nereden geçtiği bilinmek zorundadır. Her şeyden önce barış mücadelesi Kürt sorununun kalıcı siyasi çözümüne odaklanmak zorundadır. Tecridin ve onun yaratmış olduğu istisna halinin ortadan kaldırılması, demokratik çözüm için siyasal özgürlüklerin sağlanması ve savaşa karşı mücadelenin toplumsallaşması zaruri bir öncelik olarak karşımızda durmaktadır. Uzun süren tecrit dönemi ve siyasi tutsaklıkların olağanlaşması, savaş karşıtlığının toplumda karşılık bulamaması iktidarın bugün elini güçlendiren başlıca etmenlerdir. Bu iklimde giderek yükselen aşırı sağ ve iktidarın beslediği ırkçı kitleler bu cinnet halinin sürmesine neden olan başlıca faktörlerdir.
Yoksulluk o denli ciddi boyutlara ulaşmıştır ki toplumun yüzde 80’i göreli yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Açlık sınırı asgari ücretle eşitlenmiştir. Hissedilen enflasyon yüzde 130’u aşmıştır. Baskılanan kurlar her an büyük bir devalüasyona neden olabilir. Ekonomideki bu felaket senaryosunun nedeni de kuşkusuz savaştır, militarist harcamalardır, güvenlikçi politikalar endeksli bir bütçenin yarattığı sonuçlardır. Bilineni bir kez daha söylemek gerekirse; barış yoksa ekmek de yok…
Toplumsal ve siyasal yaşamın hiçbir alanında özgürlükten artık söz etmek mümkün değil. Faşizm tüm kurumlarıyla denetim ve gözetim halini yaygınlaştırmaya, toplumu tecritleşmiş bir yaşama sıkıştırmaya devam ediyor. Yargının iktidarın emrine tümüyle girmesi sonucu özgürlüklerin korunması meselesi devletin korunmasıyla ikame edilmiş oldu. İnsan hakları ihlalleri o denli ciddi bir hal aldı ki dünyada bu konuda var olan tüm ölçütlerde ilk beşte yer alan bir ülkeye dönüşmüş durumdayız. O zaman bu vahim durum için de aynı şeyi söylemek gerekiyor; barış yoksa özgürlük de yok…
Tüm bu ahval içinde ne yapmalı sorusuna hala doğru yanıt üretememiş siyasi aktörler yerel seçim senaryolarına ve seçim sonrası ham hayallere kapılarak rivayetler peşinde koşmaya devam ediyorlar. Evet yerel seçimler önemli ama bu seçimlerin savaşı durdurabilmesi ve Kürt sorununda demokratik çözümün yollarını açabilmesi için bunun mücadelesini verenlerin seçimden galip çıkması, savaşı savunanların seçimi kaybetmesi gerekir. Bu nedenle öncelikli mücadelemiz radikal demokrasi mücadelesidir. Seçimlerin mücadelemize hizmet edebilmesi içim DEM Parti çatısı altında tüm demokratik güçlerin, sosyalistlerin, kadınların, gençlerin, ezilen tüm halkların, işçi sınıfının, emekçilerin, yok sayılanların bir araya gelme zamanıdır, barış için, ekmek ve özgürlük için DEM zamanıdır…