İktidarın savaşa akıttığı bir ekonomik kaynağı olduğunu belirten DEM Partili Temelli, “Hem savaşı sürdürmek hem de ekonomide istikrarı sağlamak istiyorlar ama bu mümkün değil. Faşizm ekonomisine dur demeliyiz” dedi
AKP-MHP iktidarının yarattığı ekonomik kriz nedeniyle yurttaşların alım gücü neredeyse yok olurken, iktidar her yıl bütçenin yarısını da savaşa harcıyor. 2023 yılında yapılan genel seçimlerin ardından ise döviz kurlarında her gün yeni bir rekor kuruluyor. Tüm bu yaşanan gelişmeleri DEM Parti Muş Milletvekili ve Meclis Grup Başkanvekili Sezai Temelli ANF’ye değerlendirdi.
Sürekli savaşa akan bir ekonomik kaynak var
2023 ve 2024 yıllarında seçim ve ardından 6 Şubat 2023 yılında Mereş depremlerinin olmasının ekonomiyi olumuz anlamda etkilediğini söyleyen Temelli, “Üçüncüsü çok ciddi bir krizin içinde olan bir ekonomi, Türkiye ekonomisi. Dolayısıyla üzerine peş peşe gelecek iki seçim yılı ve bir beklenmeyen deprem gelişmesi yaşandı. Dördüncüsü dünya kapitalizminin de krizden çıkma hamlelerinin bile aslında yeterince başarılı olamadığı bir süreç yaşıyoruz. Ama bunların olma nedenlerine baktığımızda meseleyi anlayabiliriz. Her şeyden önce dünya kapitalizmin krizi meselesi uzun soluklu bir hikâye. Neoliberalizmin krizi bu ve bu krizi aşmak için dünyanın her yerinde çok yüksek düzeyde siyasi gerilimler yaşanıyor. Siyasi gerilimler bir krizden çıkış reçetesi değil, tam tersine toplumlar için halklar için daha ıstıraplı sahneler üretiyor. Bugün Ortadoğu’da Kürtler ve Filistinliler üzerinde yaşanan gelişmeler bir yerde işin özetini bize anlatıyor. Türkiye özelinde son 10 yıldır Rojava’ya ya da Başûr’a baktığımızda süreklilik arz eden, bazen düşük yoğunluklu, bazen yüksek yoğunluklu bir savaş durumu var. Tabii bu durumdan en fazla Türkiye ekonomisi etkileniyor. Çünkü bu savaşı sürdürmekte ısrar eden bir anlayış var iktidarda. Çözüm sürecinden sonra başlayan dönemden bahsediyorum. Bu savaş anlayışı ve ısrarla sürdürülen bu politika yüzünden aslında hiçbir krize karşı dayanıklılığı olmayan bir ekonomi var ortada. 10 yıllık savaşı incelediğimizde, bizzat resmi ağızlardan bile yılda 30- 35 milyar doların bu işe, yani savaşa gittiği konuşuluyor” ifadelerini kullandı.
Halkın kemeri sıkılacak
Sezai Temelli, savaş yükü altındaki Türkiye ekonomisinin son derece kırılgan olduğunu ifade ederken bu kırılgan ekonominin diğer etmenleri kaldırmasının ise zor olduğunu söyleyerek, “Kürt meselesinin demokratik çözümün ihmal edilmesinden dolayı Türkiye ekonomisi dünyadaki en kırılgan ekonomilerin başında geliyor. Böyle kırılgan bir ekonomi, iki seçim üst üste yaşayacak, deprem harcamaları söz konusu olacak ve tabii ki diğer gelişmeleri düşündüğümüzde, yani bütün bunlarla baş etmesi mümkün değil. Bununla baş etmenin yolu olarak ve iktidarda kalabilmek adına seçimi atlatalım, dört yıl seçim yok diyerek bir iknaya giriştiler. Aslında Şimşek buna ikna etmiş desek daha doğru olur. Cumhurbaşkanını buna ikna etmiş ve seçimsiz dört yılın yarısında istikrar politikası getireceğini vaat ediyor. Ama bu istikrar politikası bildiğimiz acı bir reçeteyle gelecek elbette. Topluma, zorunlu bir halde dayatılacak bu acı reçeteye yine emekçiler, kadınlar, gençler yani toplumun yüzde 80’inden fazlası katlanmak zorunda kalacak. Bütün hesaplarını buna göre yapıyorlar ve “istikrar politikası” için kemer sıkma, tasarruf yapma formüllerini ortaya atıyorlar ama askeri harcamalarda bırakın tasarruf yapmayı genişletmeye gidiyorlar. Yani halkın kemeri sıkılacak. Savaş stratejisi ve politikası devam edecek gözüküyor. Karşımızdaki senaryo bu. Krizin nedeni ortada, fakat krizin nedenine karşı bir hamle gelmiyor” dedi.
Büyüme ve savaşı birbiriyle buluşturacak bir stratejiye de geçiyorlar
Sezai Temelli, AKP-MHP ekonomisinin faşizm ekonomisi olduğunu vurgularken bunun önüne geçmenin yollarından biri olarak 31 Mart’ta iktidara “dur” demenin önemine değinerek şunları söyledi:
“Diğer taraftan tabii Türkiye ekonomisini uzun süre yapay bir büyümeye alıştırdılar. Bu meselenin sürdürülmesi de çok güç. Şimdi büyüme ve savaşı birbiriyle buluşturacak bir stratejiye de geçiyorlar. Mesela şu kadar silah ihraç ettik gibi açıklamalarla sanki savaşın kârlı bir şey olduğunu da topluma anlatmaya çalışıyorlar. Özetle hem savaşı sürdürmek hem ekonomide istikrarı sağlamak hem de büyümek istiyorlar. Bu tabii ki mümkün olacak bir senaryo değil ve dolayısıyla. 31 Mart seçimlerinden sonra bu üçlü senaryoyla yürümeye çalışacaklar ama bunun çok büyük bir ömrü olacağını düşünmüyoruz.
Seçim sonrası için de farklı farklı senaryolar üzerinden konuşulabilir. Dövizi buralarda tutunamaz çünkü cari işlem açığı ortada ve Türkiye’nin çok ciddi bir borç döngüsü var. O borçların çevrilebilmesi gerekiyor. Dövizin bu düzeylerde tutmaları çok mümkün değil. Enflasyonu da çok hızlı düşürmeleri mümkün değil. Dediğim gibi iki yıl içinde makro ekonomik istikrara kavuşturmak gibi bir projeksiyon önlerine koyuyorlar. Bunun başarılı olabilmesi için Türkiye’nin siyasi krizini aşağı çekmesi ya da o krizi bir nebze olsun çözmesi gerekiyor. Bunun da birinci ayağı tartışmasız Kürt meselesinde savaş dışı bir alana geçmek yani demokratik çözüm alana geçmek. Tabii 40 yıldır süren bir anlayışın ekonomide yarattığı trilyonlarca dolarlık bir tahribat var. Bu da mucizevi bir şekilde krizi ortadan bir günde kaldırmaz ama iyi bir başlangıç olur eğer bir şeyleri düzeltmek istiyorsanız.
İkincisi ise; bir kere bu iktidarın ekonomik politikalarının artık tasfiye edilmesi gerekiyor. Başka bir ekonomi anlayışı şart. Bu da tabii başlı başına değişim dönüşüme ihtiyaç duyan bir mesele. O yüzden de bu yerel seçimler ekonominin gidişatını da belirleme açısından çok çok kritik bir öneme sahip olacaktır. Eğer AKP-MHP, Cumhur İttifakı bu faşist anlayış seçimden başarıyla çıkarsa faşizmin ekonomisini dayatmaya çalışacaktır. Yani faşizmin ekonomisine dur demenin yolu AKP-MHP iktidarının seçim başarısına engel olmaktan geçiyor. Faşizm ekonomisine dur demeliyiz. Muhalefet, özellikle bizler başta Kürdistan olmak üzere Türkiye genelinde büyük bir başarıyla çıkabilirsek, ki çıkacağız buna inanıyoruz, bu iktidarın meşruiyetini sorgulanabilir hale getiririz. Bu sorgulanabilirlik amaçladıkları ekonomi politikalarını hayata geçirmenin önündeki en güçlü engeli oluşturur.”
Haber: ANF