Akbelen’de yurttaşlara ait olan 190 parselden oluşan binlerce dekar tarım alanı için 11 Mart tarihinde AKP’li Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın verdiği ‘acele kamulaştırma’ yani daha doğru tabirle ‘acele el koyma’ ya da ‘çökme’ kararı, bir gün sonra yine cumhurbaşkanı imzasıyla iptal edildi. Bu iptalin Mart sonu yapılacak seçimle ilintili olduğu hepimizin malumu.
Ancak seçimi zor bekleyen iktidarın iptal edilen alanların çok daha fazlasını seçimin hemen ertesinde hayata geçireceğini belirtmek gerekiyor. Türkiye coğrafyasının yüzde 60’ını maden sahası olarak işaretleyen iktidarın eğer müşteri bulursa bugüne kadar yağmalanmamış ne varsa sermaye yağmasına açacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.
Neden mi? Çünkü Türkiye’nin bir yıl içinde ödemesi gereken toplam dış borç Kasım 2023 sonu verilerine göre 226,3 milyar dolar. 2024-2026 Orta Vadeli Program’da (OVP) ekonomi yönetiminin 2024 yılı cari açık hedefi 34,7 milyar dolar. 2024 Yatırım Programı’na göre 1 trilyon 6,9 milyar liralık kamu yatırım harcamasının ise 96,2 milyar liralık (yaklaşık 3 milyar dolar) bir bölümünü dış krediyle karşılanması gerekiyor.
Cari açık da eklendiğinde iktidar bir yıllık süre içinde 264 milyar dolar dış borç bulmak zorunda. Dünya Gazetesi’nden Naki Bakır’a göre Türkiye’nin bir yıl içinde kamuya ait dış borç geri ödeme tutarı 45,7 milyar dolar. Kamu bankalarının ise 40,2 milyar dolar geri ödemesi var. Merkez Bankası’nın bir yıl içinde yapması gereken geri ödeme tutarı ise 46,3 milyar dolar. Bankaların yapacağı ödemeler, yurt dışı döviz mevduat hesapları ile diğer merkez bankalarıyla yapılan swap anlaşmalarından oluşuyor.
Dış borç geri ödemelerinin en büyük bölümü ise 134,3 milyar dolarla hükümetin kefil olduğu özel sektöre ait. Bu kapsamdaki borçların 61,8 milyar doları özel banka ve diğer finans kurumlara ait. 72,6 milyar doları ise finans dışı reel sektör olarak nitelenen şirketlere ait. Kamu ve özel bankaların geri ödeyeceği toplam dış borç tutarı ise 98,6 milyar dolarken, diğer finans kurumları ile birlikte finans sektörünün yapacağı toplam geri ödeme 102 milyar dolar. Diğer sektörlerin ithalat için borçlandıkları 54,7 milyar dolar ticari krediler ve 21,4 milyar doları ise diğer kredi borçlarından oluşuyor.
İşte bu sıkışmışlık içinde borç para bulma telaşına düşen iktidar, Merkez Bankası’ndan üst düzey isimleri Londra’ya gönderdiği ve onların da bankalarla, tefecilerle kapalı kapılar ardında toplantılar yaptığı açığa çıktı. “IMF’den artık borç almıyoruz, biz onlara borç veriyoruz” ifadeleriyle böbürlenen iktidarın IMF ile de gizli tutulan ciddi bir anlaşma peşine düşerek bir borçlanma çerçevesi oluşturulduğu ortaya saçıldı. Diğer yandan 2023’te Rusya’ya ödenmesi gereken 27 milyar dolar doğalgaz borcu seçim sonrasına ötelenirken, Rusya ile nükleer santraller üzerinden kapitülasyonları andıran anlaşmalar yapılarak borç biraz daha ötelenmeye çalışılıyor.
İktidarın dış borcu alabilmesinin tek koşulu son yıllarda aldıkları yüksek borç faizlerini katlayacak çok daha yüksek faizleri kabul etmesine bağlı. Buna rağmen dış borcun tamamı için borç bulması olanaksız. Bu nedenle halkı büyük bir sefalete itecek uygulamalarla doğal yaşamı yok oluşa bağlayacak yağmaları hayata geçirmek isteyecek.
Ancak bu da yetmeyecek! Baskılar sonucu halk isyanlarının ortaya çıkma ihtimaline karşı baskıyı şiddetlendirip açık bir faşizm uygulamasına başvurması gerekecek. Bu da yetmeyecek! Uygulanacak baskı politikaları için en azından halkın bir kısmının desteğini almak isteyecek. Bu desteği almak adına ise savaşa ihtiyaç duyacak.
En uygun savaşın ise ‘düşmanlaştırılan’ Kürt halkına yönelik olacağına dair birçok veri ortaya çıkmış durumda. Hakan Fidan, Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın geçtiğimiz ay peş peşe Bağdat ve Erbil’e gitmişlerdi. Ardından ABD’ye ve sonra da dün üçlü ekip yine Bağdat’a gitti. Bu arada Irak sınır hattına askeri yığınak kesintisiz sürerken, KDP ve TSK Gare bölgesinde 161 köyü boşalttı.
Öte yandan Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın Nisan ayında Irak’a bir ziyaret gerçekleştireceği ve toplantının amacının ise Kuzey Irak’a yapılma hazırlığı süren operasyon olduğu belirtiliyor. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın, “İnşallah bu yaz, Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturacağız” sözleri ise büyük ve uzun erimli bir savaşa işaret ediyor. ABD’nin bu saldırıyı desteklediği ise F16 için gerekli olan kitlerle yeni F16 savaşlarını Türkiye’ye verme kararından anlaşılabiliyor.
Kendimize sormalıyız, barış mı, savaş mı? Bunu biz seçeceğiz. Uzun yıllardır İmralı Adası’nda esir tutulan Abdullah Öcalan’ın barışa katkı yapma talepleri yok sayılırken, kendisinden 3 yıldır hiçbir haber alınamıyor olması, ailesi ve avukatları dâhil hiç kimseyle görüştürülmüyor olması savaş arzusunu ortaya çıkarıyor.
Eğer savaşa teslim olursak, Alman şair Wolfgang Borchert’in şiirinde dediği gibi bir gelecek bizi bekliyor olacak: “Çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek. Güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.”
Alman şair Bertolt Brecht’in Çağrı şiirindeki dizelerini ise hatırlamak gerek: “… Duman tüten topraktan bahar boyunca, dökülüp yükselir birden gökyüzü. Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin; Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir. Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın. Bilin kuvvetinizi. Bir tabiat kanunu değildir savaş, barışsa bir armağan gibi verilmez insana; Savaşa karşı barış için katillerin önüne dikilmek gerek…”