Evet, büyük mücadelelerin büyük bedeller gerektirdiği bir gerçekliktir. Fakat mücadeleyi büyütüp verilen bedellerin en aza indirilmesi de hepimizin görev ve sorumlulukları arasındadır
Halef Yiğit
“Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” diyordu bu ülkenin yiğit evlatları. Dört duvar arasında, demir parmaklıklar arkasında ve kör hücrelerde baskı ve zulmün en yoğun yaşandığı yıllarda bile bu sloganlarla büyük bir inanç ve iradeyle teslim olmayıp direnişi seçtiler. Tarihin en vahşi ve acımasız işkencelerine maruz kalsalar da kararlı duruşlarından bir an olsun taviz vermeyip direnişi seçtiler. Ve adlarını tarihe altın harflerle yazdılar.
Aradan geçen 42 yılda ardıllar direnişi hep bir miras bellediler. İktidarlar değişti, zulmedenler değişti ama direniş geleneği hiçbir zaman değişmedi. Zindanlardaki bu duruş gerek Kürt halkının gerekse siyasetinin kazanımlarına büyük katkı sunmuştur. Sayın Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da tutuklanıp İmralı Adası’nda tecrit altına alınmasından günümüze kadar geçen 25 yıllık süreçte de en politik duruşu ve direnişi sergileyen yine zindan direnişçileri olmuştur.
Demir parmaklıklar ardında canından başka verecek bir şeyi olmayan yiğitler bedenlerini açlığa ve ölüme yatırmaktan kuşku duymadılar. Bununla da yetinmeyip kendilerini halka borçlu gördüler.
Ve yine böylesi yoğun bir baskı ortamının olduğu ve tecridin en ağır şekilde yürütüldüğü bir zamanda bu kutsal direniş yükünü zindan direnişçileri sırtladı. Sırtladıkları bu kutsal yükün ağırlığının bilincinde ve gözleri tecridi parçalamaktan başka bir şeyi görmeyen bu halkın onurlu evlatları direniyor. Dışarıda da bu mücadelenin emektar beyaz tülbentli anneleri…
100 günü aşkın bir süredir açlık grevleri dönüşümlü olarak devam ediyor. Tutsaklar Abdullah Öcalan’a dönük tecridin kaldırılması, sağlık ve yaş durumu gözetilerek ev hapsine alınması, aile ve avukat görüşlerinin her hafta periyodik olarak yapılması ve anayasal hakların tanınmasını istiyorlar. Bu talepler tutsaklar şahsında tüm Kürt halkının haklı talepleridir. Öyle ki milyonlarca Kürt “Sayın Öcalan benim irademdir” diyor. İradenin tecrit altında olması asla kabul edilemez. Yine tutsaklar herhangi bir adım atılmaması durumunda eylemlerini büyüteceklerini söylediler. Bu da demek oluyor ki açlık grevi eylemi süresiz-dönüşümsüz olarak devam edecek.
7 Kasım 2018’de Leyla Güven öncülüğünde başlayıp daha sonra tüm zindanlara ve Avrupa’ya kadar dünyanın dört bir yanına yayılan ve 26 Mayıs 2019’a kadar süren 200 günü bulan bu süreçte nelerin yaşandığı hepimizin hafızalarındadır. Bu süreçte Zülküf Gezen, Ayten Becet, Zehra Sağlam, Medya Çınar, Mahsum Pamay, Yonca Akıcı ve Siraç Yüksek cezaevlerinde yaşamlarına son verdi. Yine Almanya’nın Krefeld kentinde ise mahkeme önünde Uğur Şakar bedenini ateşe vererek ölümsüzler kervanına katıldı. Yüreği özgürlük ateşiyle yanan 8 gencecik beden. Ne yazılıp çizilse de eksik kalmanın yanında yaşananları değiştiremeyeceği acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Kendilerini bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum.
Evet, büyük mücadelelerin büyük bedeller gerektirdiği bir gerçekliktir. Fakat mücadeleyi büyütüp verilen bedellerin en aza indirilmesi de hepimizin görev ve sorumlulukları arasındadır. Çünkü daha fazla acıyı ne yüreğimiz ne de vicdanımız kabul eder. Bu gerçeklikle herkesin süreci güçlü bir şekilde sahiplenmesi ve üzerine düşen görevi yapması gerekmektedir.
Ne diyordu Yılmaz Güney; “Sorunun esası şudur; ya Devrim yolunu seçeceğiz. Ya da düzenin baskılarına, haksızlıklarına boyun eğerek şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.”
NOT: Halef Yiğit, Leyla Güven öncülüğünde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı 200 gün sürdürülen açlık grevi eylemlerinin 140’ıncı gününde tahliye edildikten sonra eylemini Mêrdîn’in Qoser ilçesindeki evinde sürdürmüştü.