Bilenler bilir. Dövüş sanatları ustası Bruce Lee, 1972 yapımı “Öfkenin Yumruğu” (The Fist of Fury) adlı filminde, Japon emperyalizminin Çin işgali sırasında Şangay’da Çinlileri aşağılamak amacıyla bir parkın girişinde duvarda asılı olan “köpekler ve Çinliler giremez” tabelasını “uçan tekme”siyle parçalar. Bruce Lee’nin tıpkı coğrafyamız sinemasında Yılmaz Güney gibi ezilen mazlum halklar tarafından sevilmesinin bir nedeniydi bu sahne.
Bruce Lee bu “uçan tekmesi”yle emperyalist işgale, sömürgeciliğe, faşizme, ırkçılığa ve şovenizme karşı “Asyalı öfke”nin yumruğa dönüşmüş haliydi. Baş parmağını burnuna getirerek yaptığı hareket, zalimden mutlaka sorulacak olan hesabın işaretiydi. Bruce Lee’nin ezilen dünya halklarının bilincinde bir efsaneye dönüşmesinin arkasında yatan onun, “kötü adamlara”, “paranın gücü”ne, işgalciye ve sömürücüye karşı attığı “uçan tekme”sidir. Bu “uçan tekme”, zulme ve işgalciliğe karşı bütün mazlum dünya halklarına ilham oldu.
Ezilen dünya halklarının önderlerinden Başkan Mao’nun da bu “uçan tekme”yi gözyaşlarıyla izlediği biliniyor. 1974 yılında Mao Zedong’a katarakt teşhisi konulur ve doktorları ona daha az okumasını tavsiye ettikleri için sinema filmleri izler. Başkan Mao, Bruce Lee’nin Büyük Patron (The Big Boss), Öfkenin Yumruğu ve Ejder Yolu (The Way of the Dragon) adlı filmlerini izler. Filmleri izleyen Mao, heyecanlanır ve bu filmleri över. Özellikle “Öfkenin Yumruğu”nu ilk izlediği esnada gözyaşlarına engel olamaz ve “Bruce Lee, bir kahraman” der. Filmi iki kez daha izler.
Bruce Lee’nin “uçan tekmesi”yle parçaladığı sözlerin bir benzeri, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde Afyon’da söylendi. CHP’nin belediye başkan adayı “Seçildiğimde Afyonkarahisar Belediyesi’nin kapıları, DEM Parti hariç bütün siyasi partilere açık olacak” dedi. Bu sözlerin doğrudan hedefinin ezilen mazlum Kürt ulusu olduğu çok açıktır. Özetle burjuva ana muhalefet partisi CHP’nin yöneticilerinden biri olan bu ırkçı, açıkça “seçilirsem belediyeye Kürtler giremez” diyerek oy istemektedir.
Bu sözlerin “Ebedi Şefleri”nin “Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır”dan, “Reis”lerinin “düşünmezsen yoktur”a uzanan bir tutarlıkla günümüze gelen, TC devletinin hakim ulus milliyetçiğine dayalı ırkçı, şoven ve faşist karakterini yansıttığı açıktır. Soykırım temeli üzerine bina edilen TC devleti, başta Kürt ulusu olmak üzere çeşitli milliyet ve inançları imha ve inkar siyaseti izlemiştir. Bu siyaset, iktidarı ve muhalefetiyle bütün hakim sınıf partilerinin ortak siyasetidir. Türkiye’de İslamcısından Kemalist’ine bütün renklerdeki hakim sınıf siyaseti, ırkçı ve şovenisttir. Anadolu coğrafyasında Türklerden önce var olan ve günümüzde “hallolan” Hristiyanların yerini, şimdi güncel bir “tehdit” olarak Kürtler ve başta Suriyeli olmak üzere sığınmacılar almıştır.
Bu nedenle iktidar tarafından Kürt ulusunun yerel seçimlerde kazandığı yerel yönetimler, “Kürtler belediye yönetemez” denilip kayyım atanarak gasp edilmiştir. Burjuva muhalefeti ise daha seçimler olmadan Kürtleri belediyenin kapısından sokmayacağını vaat etmektedir.
Kısaca 31 Mart yerel seçimlerinde iktidarı ve muhalefetiyle Türk hakim burjuva siyaseti ırkçılığa ve şovenizme dayalı bir “film çevirmekte”dir. Bu filmde bırakalım Kürt ulusunun en demokratik haklarının senaryo konusu olmasını, Kürdün kendisinin figüran emekçisi olması bile söz konusu değildir. Bu nedenle DEM Parti’nin kendi adaylarını çıkarması önemlidir.
Öte yandan Kürt ulusuna yönelik ulusal baskının ve faşist saldırganlığın seçim sonrasında daha da artırılacağının işaretlerinin verildiğini ifade etmek gerekir. TC devleti yetkililerinin özellikle Irak’ta artan görüşmeleri sonrasında ABD ziyaretleri dikkat çekicidir. TC devletinin, İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesinden İsrail’in Filistin’e yönelik saldırganlığına örtülü destek vermesine (hamasi nutuklara rağmen İsrail’le ticaretin eskisine oranla artmış olması) uzanan bir kararlılıkla ABD emperyalizminin bölgesel çıkarlarıyla ortaklaşma çabası onlar açısından takdire şayan olmakla birlikte, yeni bir saldırı hazırlığının olduğunu görmek gerekir.
Son dönemde yoğun olarak üzerinde çalışılan bu politikanın hedefinin Kürt ulusu olduğu açık olmakla birlikte, nedeninin sadece Kürt halkına yönelik faşist saldırganlık olmadığı açıktır. Erdoğan “Irak sınırlarımızı güven altına alacak çemberi tamamlamak üzereyiz. Bu yazın meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız” derken, tabelada Kürtleri işaret etmekle birlikte, aynı zamanda “Irak Kalkınma Yolu” adını verdikleri projeyle ilgilenmektedir.
Bu projenin Çin’in “Kuşak ve Yol Projesi” ile “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru”nun tamamlayıcısı veya alternatifi olma iddiaları bir yana, TC rejiminin askeri sınai sanayisinin kâr elde etmesi amaçlanmaktadır. Erdoğan’ın ve yakın çevresi başta olmak üzere Türk burjuvazisinin daha fazla para kazanması için bir kez daha Kürdistan’a sefere çıkılacağı dillendirilmektedir. Dolayısıyla Türk hakim sınıfları açısından meselenin Kürt ulusal özgürlük hareketinin kazanımlarının hedeflenmesinden öte anlamları vardır. Emperyalistler arası artan çelişkilerin bölgesel anlamda kendi çıkarları için kazanıma dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Ancak evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Zalimin zulmü varsa mazlumun da “uçan tekmesi” vardır.