Yazar Mustafa Peköz ile Ortadoğu’daki aktüel gelişmeleri ve Türkiye’nin pozisyonunu konuştuk: Türkiye’nin politikalarında değişikliğe gitmesi, Ortadoğu’da yeniden güç olmaya ve dengeler içerisinde yer almaya yol açmıyor. Ne Suriye’de ne Filistin’de dengeleri etkileyebiliyor. Tersine dengelerin dışında kalıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın özel çabaları da etkili olmuyor
Hüseyin Kalkan
Ortadoğu’da bir yandan çatışmalar derinleşip yayılırken, bir yandan da ABD’nin bölgeden çekileceği söylemleri dillendirilmeye başlandı. Bu gelişmelere bağlı olarak Türkiye diplomasisi de hareketlendi ve muhtemel gelişmeleri kendi yararına dizayn etmek için çabalamaya başladı. “Küresel Savaşta Büyük Ortadoğu” kitabının yazarı Mustafa Peköz’le Ortadoğu’daki bu gelişmeleri konuştuk. Peköz, ABD’nin bölgeden çekileceği yönündeki analizlere katılmıyor ve Türkiye’nin bölgesel gelişmeleri çok fazla etkileyemeyeceğini söylüyor: “ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmeye hazırlandığına dair yapılan değerlendirmelerin Washington’un bölgesel stratejisine pek uygun olduğu söylenemez. Hatta askeri güç artırımına gideceğini söyleyebiliriz. ABD’nin küresel stratejisinde Asya pasifikler ve Ortadoğu önemli bir yer işgal ediyor. Bölgesel çatışmaların merkezinin Ortadoğu olması bir tesadüfi olmayıp küresel güç ilişkilerinin hakimiyet alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD bakımından Ortadoğu vazgeçilmezdir. Bunun stratejik iki temel nedeni bulunuyor.
Birincisi; Merkez Ortadoğu halen dünyanın enerji yataklarının en önemli bölgesi olmaya devam ediyor. Şubat 2023 yılı verileri dikkate alındığında, Ortadoğu’nun toplam üretilebilir petrol rezervi yaklaşık 1 trilyon 600 milyar varil olup dünyadaki rezevlerin %65’ini oluşturuyor. Aynı şekilde Ortadoğu, kanıtlanmış tahmini doğalgaz rezervi 79,4 trilyon metreküp olup dünyanın %42,5’ine sahiptir. Alternatif enerji üretimleri üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmakla birlikte, 2075 yılına kadar doğalgaz ve petrol gibi enerji kaynaklarına olan bağımlılık devam edecektir.
İkincisi; silah ticaretinde Ortadoğu halen merkez üs konumunda olmaya devam ediyor. Ortadoğu merkez ülkelerinin savunmaya ayırdıkları pay, 2022 yılında yaklaşık 190 milyar dolar, 2023 yılında ise 200 milyar doları geçmiş bulunuyor. Batı’nın Ortadoğu’ya silah ihracatı yıllık 170 milyar doları geçiyor. 42 ABD’li şirketin silah satışı geliri, 2022 yılında 302 milyar dolar olup bunun önemli bir kesimi Ortadoğu’dan sağlanıyor. Trump döneminde ABD’nin Ortadoğu politikasında zaman zaman bir kısım zikzaklar çizilse de ABD’nin Ortadoğu stratejisi bugün ve gelecekte çok ciddi düzeyde değişmeyecek ancak ortaya çıkan bölgesel politik koşullar nedeniyle revize edilmesi mümkündür.”
Bölgesel oyunlar
ABD’nin Ortadoğu politikasını etkileyen başka faktörlerden söz eden Peköz, Rusya ve Çin’in bölgede faaliyetlerine dikkat çekiyor. Rusya ve Çin ile rekabete dair şunları belirtiyor: “Yukarıda saydığım iki temel faktörün dışında ABD’nin Ortadoğu stratejisinde güç ilişkileri ve çatışmalar önemli bir rol oynamaktadır. Birincisi, ABD’nin Ortadoğu hakimiyetine karşı Rusya ve Çin’in ciddi bir gelişme eğilimi var. Bu iki ülkenin Ortadoğu üzerinde artan etkisi ABD tarafından dikkatle izlenmektedir. İkincisi, Akdeniz havzası üzerinden Süveyş Kanalı, Aden Denizi ve Kızıl Deniz üzerinden yapılan gemi ticareti, dünya deniz ticaretinin %17’sini oluşturuyor. Bu nedenle ABD’nin ve İngiltere liderliğinde Kızıl Deniz ve Aden Denizi’nde Husilerin saldırılarına karşı uluslararası askeri koalisyon gücünün kurulması, deniz ticaretinin hakimiyeti bakımından oldukça önemlidir.
Üçüncüsü İran’ın bölgesel düzeyde artan etkinliği stratejik bir tehlike olarak görülmektedir. Aynı şekilde Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’de artan etkinlik alanının ABD’nin stratejik çıkarlarıyla açıkça çeliştiği bilinmektedir.
Dördüncüsü, ABD’nin dış politikasında ve küresel güvenlik stratejisinde; İsrail’in bölgesel güvenliği son derece önemli bir yer tutar. Hamas’ın İsrail’e yönelik yaptığı saldırıdan hemen sonra ABD’nin Akdeniz bölgesine uçak gemileri ve nükleer savaş gemileri konuşlandırması, İran ve İran destekli devlet dışı askeri güçlerin İsrail’e yönelik olası müdahalesine karşı çok net bir uyarı olarak algılandı.
Beşincisi ABD’nin Körfez Arap ülkeleriyle kurduğu stratejik ilişkilerin sürekliliğinin güvenceye alınması ve İran’ın bölgesel yayılmacılığına karşı Körfez bölgesinin askeri olarak korunması, askeri üslerinin kalıcı olmaya devam etmesi, Körfez ülkeleriyle güven ilişkisinin tesisi bakımından son derece önemlidir.
ABD ve İsrail
“ABD’nin Akdeniz havzasına çok büyük bir askeri güç yığması, bölgenin dizayn edilmesinde gerektiğinde askeri güç kullanılabileceğine dair güçlü bir mesaj içeriyor” diyen Mustafa Peköz, İsrail-ABD ilişkilerine dair de şunları söylüyor: “Hamas’ın askeri olarak tasfiye edilmesi, politik gücünün minimum düzeye indirilmesi, Gazze’nin yeniden Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bırakılması, bölge ülkeleri tarafından kabul görüyor. Buna karşılık ağır silahlarından arındırılmış yani ordusuz bir Filistin devletinin kurulmasının İsrail’e kabul ettirilmesi için uluslararası baskılar artıyor/ artacaktır. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde İsrail ile Filistin arasında ‘iki devletli çözüm’ üzerinden bir uzlaşı kesin olarak sağlanacaktır. Böylelikle Filistin meselesi Ortadoğu’nun gündeminden çıkacak ve İsrail ile Arap devletleri arasında çok daha kalıcı stratejik bir işbirliğinin önü açılacaktır. Aynı şekilde İran destekli devletsiz silahlı örgütlerin Ortadoğu genelinde tasfiyesine yönelik yeni bir sürecin başlatılmasının ön hazırlıkları yapılmaktadır.”
İran ve bölge gerçekleri
Bu gelişmelerin İran’ın bölgesel rolünü de etkilediğini belirten Peköz, şöyle devam ediyor: “Bir süre önce, İran’da yapılan Parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimlerde katılım oranı %41 civarında kaldı. Belücistan bölgesinde %15, Kürdistan bölgesinde %25 oranında bir katılımın olduğu dikkate alındığında Molla rejiminin İran’da toplumsal dinamiğini önemli ölçüde kaybettiğini ortaya koyuyor. İran’da ciddi iç gelişmelerin yaşanacağını ve bir bölünme olasılığının gündeme geleceğini söylemek yanlış olmaz. ABD önümüzdeki süreçte İran molla rejimine karşı daha agresif bir siyaset izleyebilir. İran’ın bugünkü topraklarının bir kesimi Doğu Azerbaycan olarak tanımlanmaktadır. İsrail’in desteğiyle Azerbaycan’ın İran’dan toprak talep etme eğilimi güçlenmeye başlandı. Önümüzdeki süreçte İran-Azerbaycan çatışmasının gündeme gelmesi, Belücistan ve Kürdistan eyaletlerinde toplumsal ve askeri çatışmaların yükselme olasılığı giderek artıyor. ABD’nin İran için belirlediği politikanın önümüzdeki süreçte nispeten daha aktif olacağını söyleyebiliriz. Bu nedenle Washington’un Tahran’a karşı olası bir askeri operasyonunun gündeme gelmesi kimseye sürpriz olmamalı.”
Düşman kardeşler
Bütün bunlara bağlı olarak Türkiye-İran ilişkilerini değerlendiren Peköz, iki ülke arasında hem rekabet hem de işbirliği olduğunu belirtiyor.
Peköz, bu düşman kardeşler ilişkisi ile ilgili şunları söylüyor: “İran ve Türkiye’nin bölgesel çıkarları hem birbirine uyumlu hem de bütünüyle terstir. Uyumlu olan husus iki tarafın da henüz çözülmemiş ve çözüm bekleyen bir Kürt sorunu var. Uluslararası ve bölgesel gelişmelere bağlı olarak iki tarafın masasına bu sorun zorunlu ve kaçınılmaz olarak gelecektir. İran, sorunun çözümü konusunda Türkiye’ye göre çok daha objektif bir politika izleyebilir. Örneğin Ankara’da parlamentoda Kürtçe’nin konuşulması yasak ama Tahran’da Kürt Parlamento grubu var. Türkiye’de Kürdistan kelimesini kullanmak ceza soruşturmasına konu olabiliyor ama İran’da Kürdistan eyaleti var. İran’ın Ortadoğu stratejisi çok daha kapsamlı ve derindir. Türkiye’ninki ise tersine objektif olmaktan uzaktır. İran’ın bölgesel hakimiyetinin sosyolojik dinamikleri var. Türkiye bundan tamamen yoksundur. Ortadoğu’da İran-Türkiye rekabeti karşılıklı bir çatışmaya yol açmaz. Türkiye, İran’ın iç dinamiklerine müdahale etmek gibi bir politika uygulamaya çalışırsa, tersine İran çok daha güçlü ve etkili bir şekilde müdahale etme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle İran-Türkiye rekabeti hep dolaylı olacaktır.”
Türkiye başarısız
Son dönemde Türkiye neredeyse bölge ülkelerine günübirlik ziyaretlerde bulunmakta. Bu çabanın arka planında bölgede meydana gelecek değişiklikleri kendinden yana etkilemek, süreçten kârlı çıkmak. Peköz, bu çabaların başarılı olacağına inanmıyor. Nedenlerini şöyle açıklıyor: “Türkiye’nin izlediği bölgesel politikanın esasen başarısız olduğu artık hemen herkesin kabul ettiği bir realiteyi oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle bir tespit yapmıştı: ‘Ya büyüyeceğiz ya küçüleceğiz.’ Ankara ‘büyümeyi’ gerçekleştirmediğinde ‘küçülecek’ mi yoksa mevcut durumu korumaya mı çalışacak? Suriye, Irak ve Libya politikaları dikkate alındığında belirlenen hedeflerin hiçbirinde başarılı olmadığı görülür. Suriye’de radikal İslamcı örgütlerle kurduğu ilişkilerin bugün başına bela olmaya başladığı artık çok net olarak görünüyor. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan karşıtı belirlenen politikalar bütünüyle terk edildi. Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik hayalleri de bütünüyle boşa çıktı.
Ankara’nın, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı izlediği askeri saldırı politikası sanıldığı gibi ciddi sonuçlar doğurmadı. Ankara, Kuzey Doğu Suriye Özerk bölgesinin altyapısına saldırarak Suriye’de çözüm gücü olmaya çalışıyor. Bu politika etkili olmuyor. Türkiye’nin politika değişikliği, Ortadoğu’da yeniden güç olmaya ve dengeler içerisinde yer almaya yol açmıyor. Ne Suriye’de ne Filistin’de dengeleri etkileyebiliyor. Tersine dengelerin dışında kalıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın özel çabaları da etkili olmuyor. ‘Küresel Savaşta Büyük Ortadoğu’ kitabımda Suriye’de Kürtlerin ve Şam rejiminin güçleneceğini, Türkiye’nin ve radikal İslamcı örgütlerin kaybedeceğini, Rusya’nın ve ABD’nin uzun süre bölgede bir güç olarak kalacağını belirtmiştim. Obama’nın Suriye’de Kürtlere dayanarak oluşturduğu politikanın anlık ve geçici olmadığını, ABD’nin bölgesel stratejisinde yeni bir dönemi ifade ettiğini belirtmiştim ve bu politik strateji esasen devam etmektedir. ABD, daha uzun yıllar Ortadoğu’da kalmaya devam edecektir.”