Gramsci’nin kayıtsızlık karşısındaki öfkesini dile getirdiği ve her satırıyla insanın tüylerini ürperten makalesi ne kadar güncel. O makalede kayıtsızlığı “(…) eski şehri kuşatan ve şehri en güçlü duvarlardan, en cesur askerlerden bile daha iyi savunan bataklıktır” şeklinde tanımlar.
Gerek dünyada gerekse Türkiye’deki genel gidişatla konumlanışlarımız arasındaki açı farkının büyüklüğünü düşününce makale bugün yazılmış gibi geliyor insana. Genel olarak “solun”, özcesi hepimizin tepki ve yönelimleriyle gerçeklik arasındaki uçurumlar, bu yönelimlerimize dokunulmadığı oranda kendi “işlerimize” gömülmüşlüğümüz, kaybettiğimiz reflekslerimiz, körelen tepkilerimizle bugün, o makalede dile geliyor sanki.
Hapishanelerdeki tecridi daha da koyulaştırmak için tutsaklara para yatıran, mektup yazan ya da ziyaret edenlerin evleri basılıyor gün aşırı. Sırf bu nedenle tutsak yakınları tutuklanıyor. “Tarih tekerrür” ediyor aslında. Keza zindandan başlayarak dışarda daha da pekiştirilmek istenen toplumsal nizama prototip yaratılıyor, daha önce F Tipleri’ne geçiş ve diğerlerinde olduğu gibi.
O nizamda hayli yol alındı aslında. Ama belli ki yetmiyor, büyük altüst oluşların beklendiği böylesi bir çağ döngüsü için daha katılaşmış olanı gerekiyor, tecridin en katı hali toplumsal hayatı avucunun içine alsın isteniyor. Hapishanelerdeki tecridin boyutlarına bakarak tahayyül edilen toplumsal nizamın ne menem bir şey olduğunu anlamak güç değil. Tutsaklar 100 günden fazladır bu nedenle açlık grevinde. Kürt halkı bu nedenle tecride karşı mücadeleyi odak haline getirmeye çalışıyor. Gelin görün ki ateş düştüğü yeri yakıyor! Tutsaklar, tutsak yakınları, hapishaneyle dolaysızca ilişkili olanlar, Kürt halkının siyasi öncüleri ve bir avuç devrimci dışında kimsenin gündemi olmuyor bu.
İliç’te olup bitenler seçim tamtamlarının gürültüsü arasında uçup gitti bile. Dokuz işçi milyonlarca metreküplük zehirli toprağın altında halen. Asıl sorumlulara bir kez daha dokunulmadı, dahası bu kayıtsızlık koşullarında şirket işçi kıyımına gitme cesareti gösterebildi. Tüm bunlar bir seçim döneminin daha tamtamları arasında silikleştikçe silikleşti. Tıpkı “asrın felaketi” dedikleri deprem gibi…
İnşaat-İş üye ve yöneticilerine sırf işçilerin haklarını talep ettikleri için ev hapsi verildi. Hırsıza, uğursuza, hukuki tanımla “katalog suçlar” kategorisine girenlere takmak için tasarlanmış kelepçe sendikacıların ve hakkını isteyen işçilerin ayaklarına takıldı. Bir avuç direnişçi sendika, duyarlı kesim ve ayaklarına takılan kelepçeyi fiili meşru mücadeleyle çıkarıp atan sendika temsilcileri bu saldırıya tutum aldı. Oysaki saldırı önümüzdeki döneme dair güçlü doneler sunuyordu.
ESP ve SGDF’ye yönelik günaşırı ev baskınları yapılıyor, gözaltı ve tutuklamalarla devrimci olan ezilmeye çalışılıyor. Kürt halkıyla yan yana durmanın bedelini ödetmek de var bunda, devrimci yönelimi büyümeden ezme dürtüsü de… Yine birkaç kesimle sınırı kalıyor tepki, geniş bir sahiplenmeyle tutum alınmıyor bu yapılana. Oysaki her şey sırasıyla… Bugün ESP’ye yarın şu andaki yönelimleriyle dokunulmaz kategorisinde olup yarın sırası geldiğinde defterleri açılacak olanlara da yönelik bir saldırı bu.
Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı… Yılların emektar sendikacısı. Herkes tanıktır buna. Evi basılıp işkenceyle gözaltına alınıyor, üyesi olduğu konfederasyondan sosyal medya açıklaması dışında tepki yok. “Solun” geniş kesimlerinde de…
Kürt halkının siyasi öncülerine, halkın kendisine yönelik baskı ve sindirme operasyonlarından biri bitmeden biri başlıyor, ses yok! Oysa sistem tahayyül ettiği geleceğin, toplumsal nizamın önünde diken olarak gördüklerini budamakla meşgul. Onlar budanınca gerisinin sökülüp atılabilmesinin daha kolay olacağı dürtüsüyle hareket ediyor.
Yine Filistin’de olup bitenler karşısındaki kayıtsızlıkla ilgili Gramsci’nin o makalesindeki “Kayıtsızlık tarihin ağır yüküdür” cümlesi dışında bir şey söylenebilir mi?
Liste uzayıp gider…
Düşünsenize bir dünya savaşı olasılığının gölgesinde nefes alıp veriyoruz. Dünyayı “marazi fenomenler” yönetiyor ve emperyalist kapitalizmin krizi derinleştikçe o “fenomenlerin” her an bir fitili ateşlemesine ramak kaldığı duygusu yaşıyoruz.
Rejim, ABD ve bölge gericilikleriyle sıklaştırdığı görüşmeler üzerinden Kürt halkının bölgesel kazanımlarını kanlı biçimlerle kazımak istiyor, bu arada bölgesel yayılma hayâllerinin karşılığında hangi uğursuz misyonları yükleneceği de meçhul!
Tüm bu keşmekeş içinde, savaş tamtamları arasından yükselen seçim tamtamları her şeyi bastırıyor. Kayıtsızlığın sırtlara bindirdiği yükün ağırlığı daha sonra hissedilmeyi beklercesine…
Üzerimize örülüp tepesi de çitlenmeye çalışılan duvarlar biz kendi “önemli gündemlerimizle” uğraşırken yükseldikçe yükseliyor. Bittiğinde ne yapıldığını, yapılırken hangi yollardan geçildiğini ve sıranın bize nasıl geldiğini hayretle görecek, anlayacağız. Mesele ona gelmeden anlamak, kayıtsızlığımızı tarihin ağır bir yükü gibi taşımamak için Gramsci gibi ondan nefret etmemizde.