Bir insan ülkesini neden terk eder? Ülkeyi boş verelim hadi. Ülke çok büyük bir toprak parçası. Zenginlikleri, refahı senin değil. Ezası, cefası senin daha çok. Hele zaten devlet ile birleşmiş hali ile ülke bir çeşit cezaevi zaten yoksullar için. Dünyanın hangi ülkesine gidilse “ülke” denen şey yoksullar için bir yarı açık cezaevi, bir çalışma, bir toplama kampı. Ama yine de insanlar bu çalışma kampının, bu cezaevinin içinde kendilerine küçük özgür alanlar yaratırlar. Bir toprak parçasına, bir köye, bir sokağa, bir sokaktaki yaşamlarını içine sığdırdıkları bir eve tutunurlar. Karınlarını doyururlar, komşular edinirler. Burada hayaller büyütürler, çocuklar doğururlar. Çocuklar, birlikte oynadıkları, birlikte büyük hayaller kurdukları arkadaşlar edinirler. Yani devletin ülkesi içerisinde kendilerine öyle ya da böyle mümkün mertebe devletin ağız kokusundan uzak küçük, özgür alanlar yaratırlar. Sonra gün gelir, yarattıkları küçük küçük ülkelerin içinde olduğu büyük ülkenin sahibi devlet ve bu devletin sahibi sermayedarlar öyle bir şey yaparlar ki yoksullar bin bir emekle kurdukları bu küçük ülkelerinden, ekip biçtikleri, alınlarının teri ile suladıkları, çocuklarının karnını kıt kanaat da olsa doyurdukları topraklarını; koştukları, oynadıkları, yaşamlarının en hatırlanası anılarını biriktirdikleri, çocukluklarını büyüttükleri mahallelerini, sokaklarını terk etmek zorunda kalırlar.
Büyük ülkenin sahibi devletler, devletin sahibi zenginler, zenginlikleri daha da artsın diye binlerce yıldır yaptıkları şeyi tekrar ederler, savaş çıkarırlar. Savaş zenginler için ne kadar zenginliklerinin artması demekse, ülke dedikleri şeyi kendilerine daha fazla ülke kılmaksa, yoksullar için bin bir emekle kurdukları küçük ülkelerini, sokaklarını, mahallelerini, evlerini, yedikleri bir lokma ekmeği kaybetmek demek. Ülkesiz, kimsesiz kalmak demek. Ağrılı, sancılı göç yolları demek. Uzun yolculuklarda açlıktan, hastalıklardan kırılmak, açık denizlerde bir parça naylon bota tutunarak, bota tutunan bir çocuğunun, bir komşusunun yorgun düşen bedeninin kayıp denizin derinliklerine karışmasının tanıklığı demek. Bir başka devletin hükmettiği bir başka ülkenin sınır boylarında kurşunlarla delik deşik edilmiş bedeninin aç kurtlara yem olması demek.
Bütün bunlardan sonra eğer küçücük bedenini bir başka devletin hükmettiği ülkenin sınırlarından içeri sokabilmişse burada her türlü ayrımcılığa, ırkçılığa, baskıya, dayağa, tacize, tecavüze maruz kalan bir sancılı, ağrılı yaşama maruz kalmak demek. En iyi ihtimalle bu yeni ülkenin sermayedarlarının ucuz iş gücü, ücretli kölesi olabildikleri, bunca ağır çalışmanın karşılığında bir lokma ekmeği ancak götürebilmek demek. Bütün bunlarla baş ederek kendine başını sokacağı bir ev, çocuklarının oynadığı bir sokak yani yeni küçük bir ülke kurmaya çalışsa da bu yeni küçük ülkesi, geldiği ülkedeki küçük ülkesinden çok daha fazla saldırılara, yok edilmeye açıktır. Her an bunların elinden alınması ve ülkeden kovulması tehlikesinin iliklerine işlemiş korkusuyla yaşar. Geldiği yeni ülkenin kendisi gibi sermaye sahipleri tarafından ezilen, sömürülen yoksul emekçisi de ona düşmandır üstelik. Bu yeni gelenler yüzünden işini kaybettiğini, yoksullaştığını düşünür, büyük bir hınç besler bunlara karşı.
Ülkelerin devletlere, devletlerin sermaye sahiplerine ait olduğu tüm ülkelerde herkes bir gün mülteci olmaya, ülkesinin dışında bir yerde böylesi ağrılı ve sancılı bir yolculukla yeni bir ülke aramaya adaydır. Ülkelerin halka değil devlete ait olduğu bir dünyada aslında hepimiz mülteciyiz.