Genel seçimler üzerinden fazla bir zaman geçmeden yerel seçimler dönemine girildi. Genel seçimlerin tartışmaları tüketilip bir sonuca bağlanmadan yerel seçimlerin hengamesi başladı. Bunun getirdiği bir karmaşadan bahsedilebilir. Ancak ortaya çıkan sonuçları, tartışmaları salt iki seçim arasının kısalığıyla açıklamak yeterli olmaz. Kuşkusuz bunun etkilerinden söz edilebilir ancak esas olarak alınamaz. Şayet arada mesafe biraz daha uzun olabilseydi genel seçim yaratmış olduğu duygusal ve düşünsel dalgalanmaları giderilmesi sağlanabilir, bu seçime etkisi minimize edilebilirdi. Fakat seçimler sürecinde ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında yaşanan yetersizlik ve olumsuzlukların temelinde farklı nedenleri tespit etmek olasıdır.
Kabaca basına dayalı gözlemlerimi ortaya koyacak olursam, seçim gününe doğru gidilirken olumluluklarla olumsuzluklar iç içe geçmiştir. Daha yeni ve seçim süreci tamamlanmamış olduğundan tüm sonuçlarıyla değerlendirme yapmakta gerçekçi olmaz. Hala süreç devam ediyor, dolayısıyla bütün sonuçlarıyla her şeyin netleştiği söylenemez. Ama ortaya çıkan kimi veriler vardır. Onlar üzerinde durmak kalan süreci sürdürmede yarar sağlayabilir.
Bu yerel seçimlerin en olumlu yanlarının başında gelen Kurdistan’da hem belediye eşbaşkanları hem de meclis üyelikleri için önseçimlerin yapılmış olmasıdır. DEM Parti dışında başka hiçbir partinin önseçime cesaret edememiş olması önseçimin ne kadar zor ve önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin en eski parti olduğuyla övünen CHP, kongresinde seçilen yeni yönetimin en büyük vaadi önseçim olmasına rağmen seçim yapmaya cesaret edemedi.
DEM Parti güçlü olduğu yerlerde adaylarını esas anlamda önseçimle belirledi. Bütün özel savaş saldırıları altında önseçimleri yapmaya cesaret etti. Bu aynı zamanda kendine, halkına duyduğu güveni göstermektedir.
Binlerce üye ve sempatizanı tutuklu, hemen her gün kafileler halinde gözaltına almaların yaşandığı koşullarda, DEM Parti’nin adaylarını önseçimle belirleyebilmesi tek başına bile takdire şayandır. Kuşkusuz bunun bütün saptırma girişlerine rağmen başarmış olması, DEM Parti’nin başta Kürt halkı olmak üzere özgürlük ve demokrasi güçlerinin kudretini ortaya koymaktadır. Bu eğilimin yenilmezliğini göstermesi açısından moral vericidir.
Ancak hal böyle olsa da DEM Partinin daha güçlü olması gerekmez mi? Gerekir. Kendi özünde toplumsal hakikatini barındıran, iktidar-devlet eğilimini aşma, demokratik ve özgür toplumsal yaşamı inşa etmenin eğilimini taşıyan bir oluşumun; iktidar eğilimlerinin hemen bütün tonlarını önseçimlerde yansıtması kabul edilmezdir.
Özgürlük eğilimi, kişisel beklenti, statü, konfor gibi yaklaşımları temelde reddeden bir oluşum olduğu tartışma götürmez. Kısaca vurgulananlar iktidar özellikleridir. Kişisel veya sınıfsal menfaat tutumları içine girmek özgürlük akımına yapılabilecek baş kötülüktür. Yine erkekleşme, kadın özgürlük çizgisini çeşitli gerekçeler ileri sürerek sulandırma gibi tutum ve davranışlara girmek kabul edilemez. Bütün bunlar özgürlük akımını tasfiyeye götürebilecek özelliklerdir. Hafife alınmaya gelmezler. Özgürlük ölçülerinin oluşması için ağır bedeller ödenmiştir, daha da ödenmektedir. Onların yaratıcıları ve sahipleri vardır. Onların başında da Kürt halkı bulunmaktadır.
DEM Parti’yi herhangi bir düzen partisi ile mukayese etmemek gerekir. Salt bir seçim partisi olarak da değerlendirmemek lazım. Özgür yaşam dışı düşünmek, öyle davranmanın yaratacağı sonuçlar çok tahripkâr olabilir.
Özellikle Kürtler üzerinde hala çok koyu bir inkâr siyaseti yürütüldüğü bir gerçektir. Zaman zaman “Kürt kardeşliğinden” söz ediliyor olsa da bunun demagojiden öteye bir değerinin olamayacağı açıktır. Halk olarak bu tür demagojilere çokça tanıklık edilmiştir. Hele hele PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit ve iletişimsizliğin üç yılı bulduğu şartlarda insanım diyen her bireyin daha duyarlı olmasını gerektirmez mi?
Zindandaki açlık grevleri 100 güne yaklaştı. Dışarda adalet nöbetleri devam ediyor. Yine 1 Şubat-15 Şubat arası özgürlük yürüyüşleri yapıldı. Yürüyüşler bir yanıyla Öcalan’ın fiziksel özgürlüğünü hedeflerken diğer yanıyla özgürlük akışının doğuşu ve gelişim güzergâhını takip ederek hafızayı tazeledi ve tarihsel uyarılar yaptı. Bütün bunlar öze dönüş, bireysel beklentileri aşma ve özgürlük değerleriyle bütünleşmeye çağrı niteliği olarak değerlendirmek gerekmez mi?
Yanıltmayalım, yanılmayalım!