gerçekten değil. daha ziyade seçim süreçleri üzerine düşünmeye çalışan bir yazı.
malum, türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının önemli bir kısmı milliyetçi, akp iktidarıyla sayısı artan bir diğer kısmı da ümmetçi. kendilerinden olmayanlara düşmanlık duyuyorlar, en ılımlısı küçümsüyor. kendini ülkenin ve devletin sahibi sayan, kurucu ideolojinin taşıyıcısı olduğunu varsayan bir grubun, islam inancından dindarlara ve türk olmayan tc vatandaşlarına karşı, yine düşmanlıktan küçümsemeye uzanan bir yaklaşımı var. bir de üstelik bunların önemli bir kısmı, kendini solcu olarak tanımlıyor!
milliyetçi ve ümmetçi topluluğun içinden çıkan militan unsurlar, bu topraklarda, devlet kurumlarının da hoşgörüsüyle bir sürü katliam, cinayet işledi. ama daha sıkıntılı olan şu ki nüfusun ciddi bir kısmı onları vatansever kahramanlar olarak görüyor.
bu bir olgu; bu insanların bilinci, çeşitli ideolojik araçlar ve zaman zaman pratik desteklerle böyle şekillendi. o yüzden, bu ülkede bütün seçimlerde, hangi partiden olursa olsun, ırkçı-milliyetçi sözler sempati toplar, destek görür.
burada bir parantez açmak istiyorum. yoksulluğu ve halkı yönetmenin birçok aracı var, bunlardan biri halkın bilincinde kendi çıkarlarına karşı bir çarpıtma yaratmak. halkın yoksulluğunun sebebi olanların, bundan çıkarı olanların, kendilerine düşmanlık duyulmasını engelleme yollarından biri böyle suni düşmanlar yaratmak. örneğin afyonlu yoksul bir mermer işçisinin türk olmaktan, müslüman olmaktan hiçbir çıkarı yok, onun mermer ocağının sahibiyle hiçbir ortak durumu yok. türk ve müslümanlar alevilerin/kürtlerin/ermenilerin/rumların… uğradığı baskı ve katliamlara uğramadı ama katliama maruz kalmamak ayrıcalık bile sayılmaz; hadi ayrıcalık olsun, sistem bu ayrıcalık üzerinden düşünerek anlaşılamaz. bu olguyu, sermayenin çıkarlarını hesaba katmadan açıklamak işimizi kolaylaştırmıyor.
parantezi kapatıp devam edeyim. evet, bu topraklarda ırkçılık ve milliyetçilik, sağcılık çoğunluğun görüşü. bu olgu, siyasi stratejisini seçimlerde oy toplamak üzerine kuran egemen partilerin aday ve söylem tercihlerini de belirliyor ki bu, sağcılığın en önemli sonucu da değil; her türden itirazın şeytanlaştırılması çok daha vahim.
emekçi nüfusun çoğunluğunda bulunan bu çarpık bilinçle mücadele, eğer solculuk diye bir şey tanımlıyorsak -ki ben o çerçevede de düşünmeye çalışıyorum- onun en önemli veçhelerinden biri aslında. ve ama bu mücadele seçim süreçleriyle sınırlanamaz, tam aksine git gide daha fazla bir itiş kakışa dönüşen seçim dönemleri buna en az uygun olan zamanlardan biridir demek yanlış olmaz.
ama seçimi siyasi propagandaya imkân veren bir dönem olarak ele aldığımızda dahi aday göstermek bu faaliyetin en önemli kısmı olamaz. çünkü iyi bir “aday” bizlere içimiz rahat ederek oyumuzu verme imkânı sunar, özellikle birden fazla kişinin seçileceği genel seçimlerde pazarlık imkânı verir. nitekim genel seçimlerde, adaysız olmanın bence büyük zararını gördük. sağ siyasetin emekçiler için anlamının teşhir edilmesinin ihmal edildiği yılların ardından gelen ve her birimde tek kişinin seçileceği ortamda da, “aday” bir seçmen topluluğu olarak bize “bunlar”a mahkûm olmadığımız duygusunu verir, bir gerçekliğe işaret eder.
ama “biz”i seçmenler ya da benzer görüşleri benimseyenler topluluğu olarak değil, benzer biçimde ezilenler ve sömürülenler olarak tanımlamak gerekiyor; yine eğer solculuk diye bir şey tanımlıyorsak. ve her halükârda seçim geniş anlamda kendi tabanımızın, çevremizin dışında bir ilişki demek ve o insanlar kendilerine sunulan matematik üzerinden karar veriyor.
ırkçı ve milliyetçi söylemleri siyasetten dışlamanın yolu bunlardan çıkarı olanlara, bunları araçsallaştıran egemenlik ilişkilerine karşı mücadele etmek. nitekim, bugün siyasette kadınların görünürlüğüne, kadınların taleplerine git gide daha fazla yer veriliyorsa, cinsiyetçi söylemler tepki görüyorsa bu kadın kurtuluş hareketinin hiç gözünü kırpmadan erkeklere ve patriyarkaya karşı verdiği mücadele sayesinde oldu. oysa feminist ya da kadın özgürlüğünden yana olduğunu beyan eden adaylar ve seçilmişler bulunsa da, bu türden temsili bir kurumsallığı olmayan kadın kurtuluş hareketinin aday göstermişliği yok!
son olarak söylemle ilgili bir şeye işaret etmek istiyorum. duyguları dışlayan bir siyaset mümkün değil ama insanların bilincine değil duygularına hitap eden siyaset, egemenlerin tarzı.
kendi seçmeninin ya da taraftarlarının duygularını harekete geçiren, onları heyecanlandıran fakat zaman zaman dili itibarıyla dış dünya için biraz çetrefil olup aslında siyasi olarak da çok az şey söyleyen ve cazibesi genellikle birkaç kafiyeye dayanan metinler git gide daha fazla, en genel anlamıyla solun söylemini, neden belirler oldu!
bunlar ilk bakışta etkili olabilir ama neden ikna edici olsun?