Geçtiğimiz hafta içinde “Dünya Anadil Günü” kutlamaları vardı. Böyle bir güne duyulan ihtiyaç ne ola ki diye düşünmeden edemiyor insan? Herkes kendi annesinden öğrendiği dili, içine doğduğu ailenin, klanın, kabilenin, etnisitenin, halkın dilini günlük her türlü işinde kullanmaktan tutalım, ticarete, politikaya, inancını ifa etmeye, sanata, edebiyata varasıya kadar çok çeşitli alanlarda kendini ifade etmekte kullanır. Doğalında kullanır. Bütün bu bahsedilen uğraşların, anlatma çabalarının hangi dilde anlatıldığının bir önemi yoktur, anlatanın ve anlatılanın aynı dili bilmeleri yeterlidir. Tek engel iki tarafın aynı dili konuşmuyor ve anlamıyor olmalarıdır. Eğer mutlak birbirlerini anlama ihtiyacı varsa, kurdukları, kurmak istedikleri ilişki birbirlerini mutlak anlamalarını gerektiriyorsa yine doğalında biri, diğerinin dilini yahut her iki tarafta birbirinin dilini öğrenir ve sorun çözülür. Bu durum insan, insan olarak var olduğundan beri böyle süregelmiştir. Hiç kimsenin aklına bir diğerinin dilini yasaklamayı yahut “şu alanda kullanabilirsin, şu mekanda kullanabilirsin ama şu alanda, şu mekanda kullanamazsın” demeyi aklına getirmemiştir. Bu hayatın olağan akışına son derece ters, uygunsuz ve saçma sapan olurdu. Peki bu kadar doğalında toplumsal yaşamda akıp gitmesi gereken anadil için neden UNESCO bir gün ilan etsindi? Demek ki bir yerlerde bu akışta bir sorun vardı?
Hindistan’dan bağımsızlığını kazanan Pakistan resmi dili olarak Urducayı ilan ederken resmi olarak ülkede en çok konuşulan dillerden biri olan Bengalceyi yasakladı. Bengalli üniversite öğrencilerinin bu yasağı protesto gösterisinde polisin silahlı müdahalesi sonucu çok sayıda öğrenci hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı. Ödenen bu kanlı bedel sonrası bu yasak kaldırıldı. UNESCO, bunca can verilerek anadilini kullanma hakkının savunulduğu günü, kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği teşvik etmek ve bu öğrencileri anmak için “Dünya Anadil Günü” ilan etti. İnsanın anadilini kullanabilmek için canını vermek zorunda kalması insanlığın en büyük trajedilerinden biri olsa gerek. Peki Pakistan yalnız mı bu konuda? Elbette ki hayır. Onlarca ulus devlet, kolonyalist ve alt kolonyalist devlet, egemen etnisitenin konuştuğunun dışındaki dilleri yasakladı, bu dili konuşmak isteyenler üzerinde muazzam baskılar kurdu; işkence, tutuklama, öldürme de dahil pek çok yöntemle bir beyaz soykırım uygulayarak pek çok dili yok etti.
Dillerini konuşabilmek için en az bir yüzyıldır muazzam bir direniş veren halklardan biri de Kürt halkıdır. İmparatorluk bakiyesi Türkiye devletinde yüzyılın başında onlarla ifade edilen dil konuşulurken, bu dillerle sanat, edebiyat, politika, felsefe yapılırken Türkçeden başka dil konuşulması yasaklandı, bin bir çeşit, baskı, hile, desise yoluyla bu halklar asimile edildi, dilleri yok oldu. Bir tek Kürtler kaldı asimile olmayan, baskı ve asimilasyona karşı direnen. Türkiye’de “Dünya Anadil Günü” deyince akla gelen tek dil Türkçedir. Anadil olarak başka herhangi bir dilden bahsetmek zinhar yasaktır, bölücülüktür, vatan hainliğidir. Hele Kürtçenin bir anadil olduğunun ve doğal olarak yaşamın her alanında kullanılmasının bir hak olduğunun söylenmesi ‘teröristliğin’ daniskasıdır. Türkiye’de Dünya Anadil Günü’nün resmi olarak kutlanması ise ayrıca bir traji-komikliktir ki sadece Türkçenin varlığını ve egemenliğini savunarak kutlama yapmak, bu günün ilan edilme mantığıyla taban tabana zıttır. Bu günün ilan edilmesini sağlayan direnişin sahibi olan ve bu uğurda hayatını kaybeden insanların anısıyla da dalga geçmektir. Bir Şark kurnazlığıyla bu günü de Türkçenin egemenliğini pekiştirmek ve başka dillerin varlığını unutturmak için kullanıyorlar. Geçen hafta “Türk” meclisi, büyük meclisin çatısı altında Türkçeden başka bir dilin konuşulmaması, Türkçe anadilinin tehdit altına girmemesi için kurtbaşlı bir meclis idare amirinin kumandasında bir Kuvai Milliye savaşı vererek her Kürtçe konuşan milletvekilinin mikrofonunu kapattı ve büyük bir zafere imza attı. Ayrıca Kürtçe dedikleri dilin tutanaklara da “bilinmeyen dil” diye geçirilmesine büyük özen gösterilerek bu dilin isminin resmi tutanaklara geçmesini önlediler ve büyük bir tehlikeyi savuşturdular. Bu sene, diğer senelerden farklı olarak Kürtlere özenerek Süryanice ve Lazca denilen dilleri konuşan milletvekillerine de hadleri bildirildi, onların dillerinin de bilinmeyen diller tanımlamasının karanlık odasına kilitlenmesi zaferine imza atıldı.