Eh ne olmuş, hepimiz Türk değiliz, kıyamet mi kopuyor? Yetmiş yıldır herkes bize Türk dedi. Biz de bazen korkudan Türküz dedik ne oldu? Bu sahte kimlikle aya mı gittik? Atom mu icat ettik? Kainata uydu mu gönderdik? Yok.
Hep Türküz ve sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz, dediğimiz yıllarda nal çivisi ve toplu iğne ithal ediyorduk.
Leyla bacımız demiş ki, ben hiçbir zaman kendimi Türk hissetmedim. Kürdüm, Kürt doğdum ve Kürt olarak öleceğim. Nasıl ki bir Türk, haklı olarak kendini Kürt hissetmiyorsa, ben de öyleyim. Ama yine de Kürt-Türk kardeşliğinden yanayım.
Ne kadar doğru ve mert bir ifade değil mi?
Ama bir de basınımıza ve Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral Bey’e bakın ki, sorunu ne kadar ters alıyorlar.
Basının dediklerini yazmaya lüzum yok. Zaten herkes onların Kürtler hakkındaki menfur fikirlerini biliyor. Ama gelelim bir hukuk adamı olan Nusret Demiral’a. Başsavcı diyor ki; “Madem Leyla Zana Türk değildir, öyleyse bu memleketten gitsin.” Ne de olsa adamda hakimlik de vardır. Hemen gereği düşünüldü ve istediği kararı verdi.
Ama yalnız bu sözüyle değil, tüm hareketleriyle Sayın Demiral Türkiye’yi kendi çiftliği olarak görüyor. Eh doğal olarak bir çiftlik sahibi veya kahyası istemediği ırgatı ve kölesini kovar. Hatta kafası kızarsa bazen öldürür de. Esasen Nusret Bey’in ikide bir HEP milletvekillerinin idamını istemesi de buradan geliyor.
Bu arada, Boşnaklar sayesinde Türkiye halklarının kökenleri belirlendi. Ve hükümet de bu etnik özellikleri kabul etti. Deniyor ki, Türkiye’de dört milyon Boşnak, bir o kadar da Arnavut, bir o kadar Arap, bir o kadar Rum, Ermeni, Yahudi ve Çerkes, Çeçen, Abhaza ve Gagavuz, Pomak, Çingene ve de en aşağı yirmi milyon Kürt vardır.
Peki, bütün bu Türk olmayanları Türkiye’den kovarsan, acaba kaç milyon Nusret Demiral, Türkeş ve Ecevit’in soydaşı kalır.
Bence haklı haksız bir makama gelen kişi biraz haddini bilir; hesaplı ve ağzından çıkan lafları bilmesi lazımdır. Bakın Sayın Demiral, bu hesabı yapmadan konuştuğu için ne kötü duruma düştü. Kendisine istemeyerek bu cevabı vermeye mecbur olduğumuz için üzülüyoruz. Herhalde kendisi de bu yazıyı okuyunca zevkten dört köşe olmaz.
Ne lüzumu var, bu faydasız, soğuk lafları etmeye?
Biz her gün Kürt-Türk kardeşliği arasındaki soğukluğu gidermeye çalışıyoruz. Yaraları kapatmaya çalışıyoruz. İşte böyle biri çıkar, kabuk tutan yarayı kaşıyarak kanatır.
Bakın Nusret Bey, sizi temin ederim, bundan sonra ne sen bir Kürdü asabilirsin ve ne de vatandan kovabilirsin. Sen ne Kel Ali, ne de Mustafa Kemal Paşa’sın.
———————-
28 Haziran 1992