Yeni Ülke Êlîh büro sorumlusu Hayrettin Çelik, Cengiz’i ve dönemin gazeteciliğini anlatıyor: Cengiz’den haberin üzerine gözü kara gitmeyi, Burhan’dan aydın ahlakının nasıl olması gerektiğini, Hafız’dan ise bir halkın davasını şiir gibi yazmayı öğrendik. Apê Musa ve Hüseyin Deniz bizim hafızamızdır. Bütün olanları kaydettik. Hiçbir şey unutulmayacak…
Hüseyin Kalkan
Sevgili Hafız (Akdemir), Cengiz Altun’un mezarı başında yaptığı konuşmaya ‘Gülüşün özgürlüğümdür’ başlığını koydu. Üç ay sonra Hafız, Amed’de katledildi. Cengiz, haberin üzerine gözü kara gidenlerden. Bir haberin bütün unsurlarını ortaya çıkarmak için her şeyi göze alırdı. Türkiye’deki faili meçhul cinayetlerle ilgili bir afiş yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) kullandığı beş örnek de Cengiz’in yaptığı haberlerdi. Bu yüzden en önce onu hedef aldılar. Êlih (Batman) halk hareketinin en güçlü ve örgütlü olduğu kentlerden biriydi. Bu yüzden failli meçhuller Êlih ve çevresinde yoğunlaştı. Cengiz, bunları aydınlatmak için her şeyi göze aldı. O dönemde Êlih büro sorumlusu olan ve Cengiz’in yakın çalışma arkadaşı olan Hayrettin Çelik ile Êlîh’i, Cengiz’i ve o günkü gazeteciliği konuştuk. Çelik, Êlih bürosunun kuruluşuna ve Cengiz’in çalışmaya dahil olmasına dair şunları anlatıyor: “Batman bölgede devletin de jeopolitik olarak merkez saydığı bir yerdi. Bir işçi kentiydi, çok yeni bir kentti, dinamik bir kentti. JİTEM ve devletin diğer karanlık örgütlerinin merkez aldığı bir kentti. Bunun yanı sıra o bölgenin merkezi durumundaydı. Mücadele ve coğrafi olarak merkezi bir kentti. Bu dinamizm basın olarak burada daha çok yoğunlaşmayı gerektiriyordu. Sen de bilirsin, Batman’ın bu dinamizmi gazeteye de yansıyordu. Sanırım Temmuz ya da Ağustos olabilir.(1991) Bir ayda Batman Büro’nun üç haberi manşet oldu. Haftalık bir gazete olduğunu düşünürsek bu dinamizmi daha iyi anlarız. Batman’ın başka bir özelliği göç kenti olmasıydı. Kurdistan’ın her yanından göç alırdı. Kozmopolit ve işçi kentiydi, diğer kentlere nazaran örgütlülüğün en üst seviyede olduğu bir kentti.”
Okul arkadaşları
Cengiz’in bu çalışmaya katılması çok sürmez. Katılmasıyla birlikte haberlerin rengi ve içeriği daha da güçlenir. Hayrettin, Cengiz’in bu çalışmaya katılmasına dair sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Biliyorsun Halk Gerçeği ile başladım gazeteye, sonra Yeni Ülke’ye geçtim. Biz büroyu 1991’in Nisan ayında oluşturduk. Biz büroyu oluşturduk, ondan sonra Cengiz geldi. Cengiz, benim çocukluk arkadaşım, hem okul arkadaşımdı. Sürekli beni ziyarete geliyordu. Teklif ettim birlikte çalışalım diye. ‘Yapabilir miyim’ diye biraz kaygılandı. Dedim ‘yaparız’, sonuçta ne yapacağımız belli. Böyle başladık. Mayıs 1991 başı itibariyle Cengiz de artık bizim büronun profesyonel bir elemanıydı. Bir süre sadece ikimiz çalıştık. Sonra başka arkadaşlar geldi. Yahya (Orhan) ile birlikte 5 kişiydi, Yahya Gercüş’te başladı. Metin vardı, Rahmi Batur vardı. 4-5 muhabir vardı. Ama muhabirler aynı zamanda gazeteyi de dağıtıyordu. Bayilerde de gazete vardı ama biz aynı zamanda gazeteyi de dağıtıyorduk.”
Bir halkın davasını yazmak
Cengiz’den haberin üzerine gözü kara gitmeyi, Burhan’dan aydın ahlakının nasıl olması gerektiğini, Hafız’dan ise bir halkın davasını şiir gibi yazmayı öğrendik. Apê Musa ve Hüseyin Deniz bizim hafızamızıdır. Cengiz’in haberciliğini en iyi bilen Hayrettin’e soruyorum. ’Cengiz nasıl bir gazetecilik yapıyordu?’ diye ve çekiliyorum aradan: “Önce şunu belirteyim, eğer bu güne kadar yaşasaydı sayılı gazetecilerden biri olacaktı. Çok girişken, korkusuzca haberin üstüne giden bir arkadaşımızdı. 1991 yılı Gercüş, Midyat, Kerboran üçgeni saldırıların yoğun olduğu bir bölgeydi. Bu bölge yurtseverlerin yoğun olduğu, örgütlenmenin güçlü olduğu bir bölgeydi. Buradaki köylü kitlesini bastırmak için halk önderleri hedef alındı. Kimi kaçırıldıktan sonra infaz edildi, kimi evinin önünde infaz edildi. Cengiz de o bölgeyi takip etti. Neredeyse tek başına bazı olayları çözdü. Şöyle bir örnek vereyim. 1991’in sonbaharında biz bir haber yaptık, ‘Hizbullah değil, hizb-i kontra’ diye. Sen de hatırlarsın gazeteye manşet oldu. Bir de isim vermiştik. Bu nasıl ortaya çıktı? Cengiz, o bölgedeki bütün olayları izliyordu. Bunlardan çıkan sonuçları birleştirince bütün şüpheler bir isimde toplandı. JİTEM elemanı bir albayın ismine ulaştık. Ahmet Işıl Akça diye bir adam. Bu adam itirafçılarla birlikte bölgedeki cinayetleri koordine ediyordu. Cengiz, cinayetleri araştırmak için gittiği her köyde bu adamın tarifi ortaya çıkıyordu. En son olayda, Ömerli’ye bağlı bir köyde iki kişi dağlık alana götürülüp kurşuna dizildi. Aynı adamın tarif ortaya çıktı. (Köyün ismini hatırlamıyorum şimdi, korucu köyü idi) Cengiz o haberden döndükten sonra ‘Ya her olayda bu tarif çıkıyor’ dedi. Biz haberini yaptık. Daha sonra bu adam öldürüldü. O manşetle birlikte bütün oklar üzerimize döndü. Mahreç olarak her ne kadar ‘Haber Merkezi’ olarak verildiyse de, haber Batman’dan yapılmıştı. Öyle olunca gazeteye yönelik ciddi tehditler gelmeye başladı.”
‘Haber varsa gitmeliyiz’
Bir süre sonra Cengiz’in habere gitmesini engellemek için Êlih çıkışında gözaltına almaya başladılar. Aynı gün serbest bırakılıyordu ancak, habere gitmesi de engellenmiş oluyordu. Cengiz, buna karşı taktikler geliştirdi. Hayrettin, bu taktiklerinin bazılarını anlatıyor: “Biraz o zamanın koşullarına bakmak lazım. Köylere ambargo uygulanan bir dönemdi. Bırakın bir yere gitmeyi, köylülerin evine fazla bir kilo şeker götürmesi bile yasaktı. Hele hele gazeteci olarak oralara gitmek çok güçtü. Bunun bir örneğini Cengiz, saldırıya uğramadan bir iki ay önce yaşadık. Sürekli tehdit alıyorduk. Hatta bir süre kırsala gitmeyi askıya almayı tartıştık. Cengiz kabul etmedi. ‘Haber varsa gitmeliyiz’ dedi. Bir gün haber takibi yapmak için Gercüş’e gitti. Kendi köyleri de Gercüş’e bağlı olduğu için annesini yanına aldı ve arama noktasını ‘Annemle köye gidiyoruz’ diye aştı. Ancak daha sonra anladık ki takipten kurtulamamış. Gercüş’ten kendi köyü olan Hisar’a (Hisarye) geçiyor. Hisar’a giderken fark ediyor ki bir araba minibüsü takip ediyor. Annesini köye bırakacak tekrar Gercüş’e gelecek ve Yahya ile birlikte haber takibi yapacaklar. Dönerken Gercüş’ün girişinde gözaltına alınıyor. Ancak arabada onu tanıyan, kendi köylüsü 3-4 kişi daha varmış. Aldıktan sonra bir karakola götürüyorlar, kelepçe ile merdiven korkuluğuna bağlıyorlar, ifadesini almadan sabaha kadar öyle bekletiyorlar. Gözaltına alındığına dair herhangi bir tutanak da tutulmuyor. Gözaltına alındığını bilmediğimiz halde, hem gazetenin merkezi hem Batman büro ısrarla Gercüş emniyetini, Kaymakamı’nı, Batman Valiliği’ni aramaya başladık. Yahya’ya haber verdik, araştırdı dedi ki, ‘gözaltına alınmış.’ Nereden, nasıl alındığını öğrendi. Biz bu bilgilerle yetkilileri sıkıştırdığımız için gözaltını kabul ettiler ve serbest bıraktılar. Yoksa öldürmek için almışlardı. Bir yetkili ‘Sen dua et, o dolmuşta seni tanıyanlar varmış’ diyor. Bu tür olaylara rağmen Cengiz geri adım atmadı. Gözü kara biri gazeteciydi. Ucunda ölüm olsa da haberde geri dönmezdi. Sen de hatırlarsın en fazla habere imza atan arkadaşlardan biri idi.”
Tehditler ve Cengiz’in tepkisi
Gercüş’te gözaltına alınıp bırakıldıktan sonra Cengiz, süreli takip ve tehdit edilmeye başlandı. Buna rağmen, bir süre kırsal bölgelere gitmeme teklifini kabul etmedi Cengiz. Hayrettin şunları anlatıyor: “Hem büroya yönelik tehditler vardı hem de özel olarak Cengiz’e yönelik tehditler vardı. Zaten Gercüş’ten aldıktan sonra sürekli takip ediliyordu, sürekli tehdit ediliyordu. Son saldırıdan önce evlerine yine öldürmek maksatlı bir saldırı oldu. Bahçeye girmişler, dama çıkmışlar, fark edilince başaramamışlardı. Saldırıdan bir gün önce Gercüş’ten dönmüştü. Haber için gidip gelmişti. Ben sabah uğradım birlikte büroya gelmek için yorgun geldiğini, uyuduğunu söylediler. Ben kaygılanıyordum Cengiz için, yaptığımız toplantıda ben arkadaşları uyarmıştım, gelip giderken aynı yolu kullanmayın diye. Cengiz, aldırmazdı. Mehtap Caddesi üzerinde Hacı Şiirin Camisi’ni geçtikten hemen sonra saldırıya uğradı. İki kişi çapraz ateşe alıyor. Tabii kendini savunamıyor.”
‘Gülüşün özgürlüğümdür’
Hayrettin, cenaze gününü anlatırken üzerinden yıllar geçtiği halde sesi titriyor: “Cengiz, vurulduktan sonra biz SSK Hastanesi’ne kaldırdık. Babası zaten o hastanenin çalışanıydı. Cengiz, hem çok tanınıyordu hem çok seviliyordu. Haberin yanı sıra toplum içerisindeydi. Üstelik halk gazetemizi tanıyordu. Bir anda 4-5 bin insan hastanenin bahçesinde toplandı. Otopsi falan derken biz dedik ‘Cenazeyi bugün kaldırmayacağız.’ Merkezdeki arkadaşlarla konuştuk dediler ki ‘Biz de cenazeye geleceğiz, cenazeyi bugün kaldırmayın.’ Polis çok zorladı hemen cenazeyi kaldırmamız için, ancak kitleyi görünce müdahale edemedi. Böyle olunca biz cenazeyi mahalledeki Nur Camii’ne götürdük. Evlerinin hemen arka tarafındaydı, Sabaha kadar 150-200 genç cenazenin başında bekledi, kaçırılma ihtimaline karşı. Sabahleyin, sadece kent merkezinde değil, Beşiri’den, Sason’dan, Kerboran’dan, Gercüş’ten, Midyat’tan, Kozluk’tan, Diyarbakır’dan, Bismil’den hatta Bitlis’ten falan insanlar cenazeye katılmak için Batman’a aktı. Polis izin vermek istemedi. Müdahale edecekti. Ama cesaret edemediler. Kitle çok kararlıydı, eğer müdahale etselerdi çok ciddi bir çatışma çıkacaktı. Böyle olunca biz cenazeyi kendi istediğimiz gibi organize ettik. Hüseyin Aykol ve Diyarbakır bürodan gelen arkadaşları Silvan’da gözaltına aldılar. Cenazeye katılmalarını engellediler. Kitle mezarlığa yürüdü. Cenazeye katılmak için Diyarbakır’dan Hafız (Akdemir) gelmişti. Cenazede onun konuşmasına karar vermiştik. Hafız, ‘Gülüşün özgürlüğümdür’ başlığını koyduğu bir konuşma yaptı. Bu konuşma aynı başlıkla daha sonra Yeni Ülke’de yayınlandı. Kitle Batman’ın bir başından öbür başına kadar sloganlar atarak yürüdü. Cengiz’i toprağa verdik. ”
Bitirirken
Söyleşinin sonun yaklaşıyoruz. Hüzünlü bir söyleşi oluyor. Benim de birebir bildiğim, yaşadığım bir dönem. Nasıl bir gazetecilik yaptığımızı Hayrettin bir kez daha anlatıyor: “Sen arayınca, arkadaşlarla sohbet ederken dedim ‘Müdürüm beni arıyor, benimle röportaj yapacak’. Bu benim için tarifi imkansız bir duygu. Çünkü o zamanki diyaloglarımız, haber yönlendirirken yaptığımız konuşmalar aklıma geldi. ‘Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın’ demeniz aklıma geldi. Ben sadece şunu söyleyebilirim o döneme dair. Cengiz’in bize bıraktığı mirasa dair. Bu işin yapılması gerektiği, bu olanların kayıt altına alınması gerektiğidir. Sadece mücadele yetmiyor, mücadele edersiniz ama birinin bunun kaydını tutması gerekiyor. Basın bunun için var. Kürtlerin kaydını hep düşmanları tuttu. Zilan Katliamı’na bakıyoruz, Dersim Katliamı’na bakıyoruz, katliamı yapanların anılarından okuyoruz olayları. Ama Özgür Basın bunu değiştirdi. Her şeyin günü gününe kaydını tuttu. Her bir Özgür Basın çalışanının bu duygu ile yaptığı işe yaklaşması gerek. Bu Cengizlerden bize kalan mirastır. Şimdi birçok internet sitesi var, televizyon kanalı var yazıyorlar-çiziyor. Bir haber on yerde çıkıyor. O zaman sadece biz yazıyorduk.”
Hiçbir şey unutulmayacak
Bir şeyi söylemeyi çok istiyorum. Bir soru değil bu bir belirleme. Söylüyorum, gerisini Hayrettin tamamlıyor: “Ben Cengiz’in haberlerinde bir unsurun eksik olduğunu hatırlamıyorum. Hepsi dört dörtlükü derler ya öyle idi. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) o dönemde Türkiye’deki faili meçhul cinayetlerle ilgili yaptığı bir afişte kullandığı haberlerin hepsi Cengiz’in imza attığı haberlerdi.”
Hayrettin şunları ekliyor: “Bu genel anlamıyla gazetenin yaklaşımı ile ilgiliydi. Merkezdeki arkadaşlar haber yazma tekniği konusunda bize çok yardımcı oldular. Cengiz de ekstra titizdi. O zaman bilgisayar yoktu. Bol bol daktiloda kağıt harcardı. Bir kaç kez haberi yeni başta yazardı. Zaten bugün Yeni Ülke’nin sayılarına bakarsak o zamanki olayların eksiksiz bir çetelesini çıkarabiliriz. Bizim o günkü yaklaşımımızın temeli her şeyi kayıt altına almaktı. Bunu Cengiz yapıyordu. Ben daha çok yönetim işleri ile uğraşıyordum. Baktığımızda o haberlerin bir dönemin tarihi olduğu, bir dönemi anlamanın aracı olduğu görülür. Hürriyet Gazetesi’nin o dönemdeki Diyarbakır temsilcisi Faruk Balıkçı, 2000’li yılların başlarında İstanbul’da bizim olmadığımız uluslararası bir konferansta ‘1990 ile 2000 yılları arasındaki bölgede olanları anlamak istiyorsanız sadece Kürt basınına bakmak gerek’ demişti. Bu sadece bir hakkın teslimidir. Kim bakarsa baksın o dönemi anlamak için Özgür Basın’a bakması gerek. Bütün olanları kaydettik. Hiçbir şey unutulmayacak.”
NOT: Bu söyleşide kullanılan görseller, ilk kez yayınlanıyor…