Dün Uluslararası Anadili Günü’ydü. Bu gün (21 Şubat) Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla Uluslararası Anadili Günü olarak kabul edilmiş.
Anadili Günü’nün amacı, çeşitlilik içerisindeki dünyada kendini ifade etmenin yollarını kutlamak, dillerin çeşitliliğinin ortak bir miras olarak korunmasını sağlamak ve herkesin anadilinde eğitim görme hakkı için çalışmak olmasına rağmen ne yazık ki bugün Türkiye’de karşılığını bulmuş değil.
Milyonların konuştuğu Kürtçe çeşitli yasaklama ve engellemelerle baskı altında tutulmaya çalışılıyor.
Evet. Milyonların konuştuğu bir dil mecliste bilinmeyen bir dil ibaresiyle karşılanıyor. Etkinlikler, şarkılar- türküler yasaklanıyor, dahası belli mecralarda Kürtçe konuşanlara düşmanca tavırlar sergileniyor.
Son bir örnek olarak daha iki gün önce Şano Ar’ın sahnelediği “Qral û Travîs” adlı Kürtçe tiyatro oyunu, İstanbul’da herhangi bir gerekçe gösterilmeden yasaklandı.
***
Bir halkın kimliğini, dilini, kültürünü yok sayma ve yok etme, türlü politika ve baskılara rağmen mümkün olmadı. Olmadı ama bu konudaki politikalar daha ince yöntemlerle içi boşaltılarak işlevsiz kılınmak isteniyor. AB’ye uyum yasaları çerçevesinde getirilen Türkçe dışında isim serbestisi sonrasında “Türkçe dışındaki isimlerde w, x, q gibi harflerin kullanılamayacağı”na ilişkin yaklaşımlarla özünden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumlar kendine benzeştirerek yozlaştırma politikası. Düşünün bir kez. Bir dilin varlığını kabul ediyorsunuz, o dilde isim serbestisi getiriyorsunuz ama bu isimlerde yer alan -o dile ait- kimi harfleri yasaklıyorsunuz.
Her türlü kimliğin temel ve zorunlu öğesi dildir. “Dil-kimlik” ilişkisini ünlü tarihçi F. Bradulel; “Kimlik eşittir dil” özdeşliği olarak kurar.
Her dil güzeldir, bir başka evrendir. Bir dili başka bir dil üzerinde baskı unsuru olarak kullanmak, o dile de yapılmış bir haksızlıktır.
‘Öteki’ dillerin zaman içinde gündelik kullanımdan düşmesini hedefleyen zihniyetler bu süreci hızlandırmak için eğitim kurumlarında bu dillerin kullanımını yasaklama yoluna giderler. Oysa her insanın anadilinde eğitim görmesi kadar doğal ve masumane bir hak düşünülemez. Kişi ya da topluluğun herhangi bir nedenle bu haktan mahrum edilmesi, doğrudan insanlığa yapılmış bir saldırıdır. Farklı kültüre dayalı bir kimliğin kendini ifade olanaklarının engellenmesi de doğadan bir rengin silinmesi anlamına gelir.
Oysa değişik kültürler çokkültürlü bir yapılanmada birbirlerine karşılıklı olarak, yeni boyutlar, yeni nitelikler kazandırırlar. Bu sayede çağın ve yaşamın gereklerine uymayan, birlikte var olmayı zorlaştıran ve gelişmeyi önleyen öğelerin ayıklanması da kolaylaşır.
***
Değişik kültürlere serbestçe gelişme imkânlarının sağlanması, demokratik bir birliktelik, ortak bir gelecek oluşturabilmelerini de pekiştirir. Çoğulculuk esasına dayalı bir politika; kültürel politikaları merkezileştirmek yerine onları koruma, geliştirme ve tanıtmayı öngörür. Oysa yürürlükteki katı tutum ve anlayış; ulusçuluk adına ırkçılığa varan bir tutumdur.
Egemen ulus bireyinin kendi devlet politikalarına eleştirel bir tavır takınması ve ‘öteki’lerle empati kurabilmesi, ulus-merkezci kültür anlayışını aşıp, demokratik, eşitlikçi bir anlayışa ulaşmayı kolaylaştırır. Bu konuda duyarlılık gösteren çevreleri tenzih ederek söylersek; ne yazık ki böyle bir tavrı gösterebilen ve içselleştiren bir toplum yapısına erişemedik henüz.
Farklı olanın saklandığı, istenmediği ve ezildiği bir yapı yerine, farklılığın zenginlik sayıldığı ve bu yüzden korunması gerektiği gerçeği zihinlerde yer bulmadıkça, sosyal barışı tehdit etmeyecek bir çözüm gerçekleşmedikçe yara kanamaya devam edecektir.