DEM Parti Dil Komisyonu Sözcüsü Cemile Turhallı ile Anadil Günü ve Kürtçe’ye yönelik yasakları konuştuk: Var olduğumuz coğrafya Kurdistan, varlığımızın kendisi de Kürtçe’dir. Dilin yaşaması birkaç güne değil, bütün bir yaşam süresine sığdırılmalıdır. Kürtçe için yaptığımız 1 gramlık iş, başka dillerde yapacağımız tonlarca işten çok daha değerlidir
Kibriye Evren
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yürütülen inkar ve imha politikası, özellikle anadile yönelik uygulama ve yasaklarla sürdürülüyor. Türkiye’deki resmi tek-dillilik politikası, ülkedeki farklı dilleri yok ederken, asimilasyon politikası günümüzde en çok Kürtçe üzerinden kendini gösteriyor. AKP-MHP iktidarı ile birlikte Kürt dili ve kültürü üzerinde asimilasyon ve özel savaş politikaları derinleşerek devam ediyor. Kürtçe’ye yönelik her gün yasak haberleri gelirken, kayyımlarla Kurdistan’da Kürt ve Kürtçe’ye ait ne varsa kapatıldı, değiştirildi. Şimdiye kadar yüzlerce Kürtçe oyun, konser ve etkinlik yasaklandı. Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesi ve Tîroj dergisinin yanı sıra KURDÎ-DER, İstanbul Kürt Enstitüsü ile Kürtçe eğitim veren kurumlar, okullar kapatıldı. Kürtçe eğitim için ilçelerde inşa edilen okullar daha inşaatı tamamlanmadan yıktırıldı. Belediyelerin iki dilli belediyecilik projeleri iptal edildi, cadde, sokak, park ve yerleşim yerlerinin Kürtçe tabelaları kaldırıldı. Kültür, sanatsal faaliyetlerin hala yasaklandığı günümüzde Kürtçe, Meclis ve mahkeme tutanaklarına “bilinmeyen dil” ve “X” olarak tutanaklara geçiriliyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Kurulu, 1999 yılında 21 Şubat gününü “Dünya Anadil Günü” olarak kabul etti. 2000 yılından bu yana her yıl 21 Şubat “Dünya Anadil Günü” olarak kutlanıyor. Dünyada 1950’li yıllardan bu yana yok olan dillerin sayısı ise 230. Bugüne dek Türkiye’de 18 dil yok olurken, Kürtçe’nin Kirmançkî lehçesi de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan diller arasında.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Dil Komisyonu Sözcüsü Cemile Turhallı, 21 Şubat Dünya Anadil Günü vesilesi ile Kürt dili üzerindeki süregelen asimilasyon politikalarını ve baskıları gazetemize değerlendirdi.
- BM UNESCO Genel Kurulu, 1999 yılında 21 Şubat gününü “Dünya Anadil Günü” olarak kabul etti. Dünyada yaklaşık 2 bin 500 dil kaybolma tehdidi altında. 1950’li yıllardan bu yana yok olan dillerin sayısı 230 iken, Türkiye’de 18 dil yok oldu bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Dünyada birçok biyoçeşitlilik var. Bu büyük bir zenginlik olarak ifade edilir. İnsan ve diğer canlılar da bunun bir parçasıdır. Biyolojik çeşitlilik milyonlarca ve milyarlarca farklılığa dayanıyor. Biyolojik çeşitlilik gibi kültür ve dil de insan olmanın temel kriterlerinden biri. Kendi kültürel zenginliğini günümüze kadar sürdürebilmiş halklar, diller ve inançların olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki birçok dil ve kültür de özellikle kapitalizmin zirve yaptığı, ana sermayenin belli alanlarda oluştuğu, ulus devletin kurumsallaşmaya çalışmasıyla birlikte birçok kültür ve dil milliyetçilik cenderesi altında erimiştir ve kaybolmuştur. Ulus devletler için biyoçeşitlilik esasında bir tehdittir. Çünkü sermayenin oluşabilmesi için biyolojik çeşitliliğe saldırması ve ham maddeye dönüştürmesi gerekiyor ve burada temel alınan kârdır. Dolayısıyla çok kültürlü, çok bilinçli alanlar onların hedefindedir. Ulus devletin kendini var edebilmesi için toplumun homojen olması gerekiyor. Heterojen yapı çok çeşitlilik, çok renklilik esasında bir tehdittir çünkü kontrol edilemez. Ulus devletteki esas amaç toplumu tekliğe indirgemek olduğu için bunların çok kültürlü yapılarına, kimliklerine saldırmak olmazsa olmazdır. Bunlar için bütün kimlikler düşmandır. Cumhuriyetin kuruluşundan önce dinsel bir yönelim olmuştur. Ermeniler bu anlamda çok büyük bir tehdit olarak görülmüşlerdir. Süryaniler ve Êzidîler yıllarca soykırıma uğramışlardır. Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber hem dilsel kimliklere hem de dinsel kimliklere ciddi bir saldırı gerçekleştirildi, yok sayıldı, itiraz edenler sürgün edildi, katliama uğradı sonrasında da çözüm olarak asimilasyon bir devlet politikası olarak uygulandı. Cumhuriyet başka kimliklerin varlığını kendi yok olma sebebi olarak görür. Cumhuriyet kendi varlığını da onları yok etmek üzerine kurguladığı için bu kimlikler günümüze kadar devletin ana hedefi ve saldırasına maruz kalmışlardır. Karadeniz’de Hemşinler var kalmamışlardır, Rumlar hakeza öyledir, Süryaniler, Êzidîler, Aleviler 1938 tertelesi ile hem dinsel hem de dilsel anlamda katledilmişlerdir. Kürtlük de devlet açısından saldırı hedefi olmuştur ve günümüze kadar da bu politikanın ne yazık ki sürdürüldüğünü ve tüm bu kimliklerin yok olma ile karşı karşıya geldiğiniz görüyoruz.
- 21 Şubat Dünya Anadil Günü. Genel olarak Kürtçe’nin durumuna bakarsanız şu an çekeceğiniz fotoğraf nasıl olurdu? Kürtçe ne durumda?
Dünya Anadil Günü, insanlık ve kavimler tarihi içinde varoluşsal olarak kendini yaratmış ancak günümüzde kayıp olma riski altında bulunan dillerin yok oluşunun dünya insanlık ailesine hatırlatılması çabasıdır, diyebiliriz.
Ne yazık ki kelime hazinesi ve dil zenginliği bakımından dünyada 9. sırada yer alan dilimiz Kürtçe de bugün tehlike altında dillerden biri durumuna gelmiştir. Tehlike altında olmasının temel nedeni Kurdistan coğrafyasına hakim olan ulus devletlerin bu dili yasaklaması, kamusal alanda kullanılmasını değişik gerekçelerle engellemiş olmasıdır. Egemen Ulus-devletler günümüzde bir “ahtapot” gibi Kurdî dilleri sarmalamış, nefes alamaz duruma getirmiştir.
Kürtçe tarih boyunca farklı diyalektleri ile edebiyat ve bilim dili olabilmiş kadim bir dildir. Hatta bazı dil uzmanları Kürtçe’yi Ari dillerin anası olarak kabul eder. “Kürtçe dünyada varlığını sürdüren en eski dillerden biridir. Arapça ve Farsça’dan çok daha eski bir dildir. Bilimsel çalışmalar ve dillerin kökenine baktığımızda Kürtçe tüm dillerin anası olarak karşımıza çıkıyor” diyor, Prof. Dr. Celal Şengör.
Kurdî diyalektlerden Kurmanci ve kısmen de Sorani lehçesi kısmen de olsa kendisini sarmalayan bu ahtapotun kollarını etkisiz kılabilmiştir. Buna karşılık Kirdki/Zazaki, Lor ve Hawramani lehçeleri varoluş yokoluş mücadelesini veriyor. UNESCO birçok bildirisinde Kirdkî/Zazaki için bu tehlikeye parmak basmaktadır. Yaşam mücadelesi veren Kirdkî/Zazaki diyalektiğine bu nedenle daha büyük bir önem verilmesi gerekiyor.
Gelinen noktada ulus-devlet bir sunaktır. Kutsallık kazanmıştır. Yani farklı etnik kimliklerin ve dillerin kurban edildiği bir sunağa dönüşmüştür. Türk ulus-devletinin Kürtçe’ye biçtiği rol de ‘sunağın kurbanı’ olmaktır.
- İktidar Kürtçe’ye dönük yasağın olmadığını iddia ediyor. Kürtçe’ye dönük asimilasyon ve yasağı geçmiş dönemden ayıran yanları var mı? Örneğin resmi olarak yasaklamak yerine fiili uygulamalar gibi…
Hepimiz bilmeliyiz ki bu dili tehlike altında bırakan ve yok etme ile karşı karşıya bırakan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile başlayan tek ulus devlet yaratma pratiğidir. Gelinen noktada ulus-devlet bir sunaktır. Kutsallık kazanmıştır. Yani farklı etnik kimliklerin ve dillerin kurban edildiği bir sunağa dönüşmüştür. Türk ulus-devletinin Kürtçe’ye biçtiği rol de “sunağın kurbanı” olmaktır. Kürt kimliği ve Kürt dili “paryalaştırılmıştır.” Üst kimliğe dayananan ulus-devlet varlığını, Kürt dilinin asimilasyonuna borçludur. Yüz yıldır Kürtlere “varlığım Türk varlığına armağan olsun” dayatmasında bulundu. Kürtlere aslında “ey Kürt dilini, kültürünü ve tarihini benim varlığıma armağan et, Türk ol, Türkçe konuş, yoksa sana yaşama alanı tanımayacağım” denildi. Bu jakobenizmi kabul etmeyen her Kürt “terörize” edildi. Her gün okullarda okutulan “gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim” cümlesindeki hedef, Kürtlerin asimilasyonundan başka bir şey değildir.
Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca yaptığı baskıları ve koyduğu yasakları kabul etmedi. Müthiş bir kamuflaj uygulamıştır. Örneğin Kürtçe’yi açıkça yasaklayan 2932 Sayılı yasa “Bir devletin ‘birinci’ resmi dili olmayan diller” biçiminde tanımlıyor. Hatırlanacağı üzere 1971’den sonra Kürtçe Irak’ta ikinci resmi dil olarak tanınmıştır. Hakeza eski TCK’nin kabahata ilişkin hükümlerinde Türkçe’den farklı bir dil konuşanlara idari makamlarca para cezalarını uygulama yetkisi verilmiştir. Musa Anter bir anısında eşeğine Kürtçe “do-deh” dediği için eşeği haczedilen bir köylünün dram hikayesini anlatıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa ve yasalarında açıkça isim belirterek böyle bir yasak getirmedi. Ancak yasaların merkezine Türklük ulusunu alarak diğer tüm kimliklere karşı ayrımcı pratikler sergiledi. Kürtçe’yi yasaklayan bir kanun ifadesi yok fakat Türkçe dışındaki hiçbir dilin kamuda, eğitimde kullanılmayacağı birçok kanuni metinlerle dolu. Bundan daha ötesi, ayrımcılık temel olarak fiili uygulamalarla hayata geçirilmiştir.
“Kürtçe’yi inkar etmiyoruz, Kürtçe yayın yapabilirsiniz” diyor fakat Meclis’te Kürtçe konuşmaya izin vermiyor, Kürtçe yayın yapan birçok yayın kuruluşuna idari para cezası ve yasaklar uyguluyor, erişim engeli getiriyor, Meclis’te Kürtçe dilini X dil olarak itibarsızlaştırarak tutanaklara geçiriyor. Kamu erişiminde birçok yabancı dil ile hizmet alabilme imkanını yaratırken Kürtçe’ye bu imkanı depremde dahi yer vermiyor. Kürtçe konserleri atadığı kayyımlar ya da merkezi kararlarla iptal ediyor, tiyatroları yasaklıyor. Kürtçe konser veren birçok sanatçıya propaganda iddiası ile davalar açıyor. Devlet erkini ve gücünü bu dilin toplumsallaşabildiği tüm alanlara saldırarak kullanıyor. Köy, mahalle, sokak ve şehir isimlerini alakası olmayan uyduruk isimlerle Türkçeleştiriyor.
‘Kürtçe’yi inkar etmiyoruz, Kürtçe yayın yapabilirsiniz’ diyor fakat Meclis’te Kürtçe konuşmaya izin vermiyor, Kürtçe’ye yasaklar uyguluyor, erişim engeli getiriyor, Meclis’te Kürtçe dilini X diyerek itibarsızlaştırarak tutanaklara geçiriyor
- Bir dilin eğitim dili olmadan yaşaması imkansız sanki çağımızın koşullarında. Kürtçe’nin yaşaması için ne yapılmalı?
Bir dilin yaşayabilmesinin uluslararası ölçütleri temel olarak belirlenmiştir. Birincisi hukuki statü kazanması-kamusal alanda kullanılması, ikincisi uygulamada bu dilin standartlaştırılarak yazılı kaynaklara dönüştürülmesi ve en önemlisi eğitim dili olması, üçüncüsü de bu dile itibar kazandırılarak kullanımın teşvik edilmesi ve dijital kullanım alanlarının geliştirilmesidir.
Nasıl ki canlı bir organizma temel ihtiyacını gidererek varlığını ve sürdürebiliyorsa dil de canlı bir organizma gibi ancak temel ihtiyaçlarını gidererek varlığını sürdürebilir.
- Şöyle bir belirleme var son yıllarda. Eskiden adı Fatma, Ayşe, Hüseyin, Ali, Mehmet olan Kürtler Kürtçe bilir, Türkçe bilmezdi; şimdi adı Rojbin, Baran, Welat, Rojda olanlar Kürtçe bilmiyor, Türkçe biliyor. Bunu nasıl okumak gerek?
İsimlerin buradaki önemi elbette semboliktir. Kürtler savaş ile birlikte zorunlu göçe zorlanarak şehir hayatı ile 90’lı yıllar sonrası yoğun bir şekilde tanışmış oldular. Şehirler, okullar, kamusal merkezler resmi ideolojinin kurumsal alanları olup, bu ihtiyaçlarınızı gidermeniz için size bu dili bilmenin avantajına göre hizmet ve avantaj sunan yaşam alanlarıdır. Görsel ve işitsel medyanın etkisi ile asimilasyon oto asimilasyona dönüştü. Kürtlerin politik bilincinin en çok güçlendiği dönem ile oto asimilasyonun en çok hissedildiği dönem bu dönemdir. Kürtler yaratılan bu rızanın farkında ve edindikleri politik bilinç ile bunun önüne geçmenin araçlarını, yol ve yöntemlerini örgütlü kurumsal gücüyle aşmaya çalışıyor. Şimdilerde yaşı epey ilerlemiş bir amca ilk doğan çocuğunun ismini “Berivan” koyduğunda soranlara “En sonunda bize sadece isimler kalacak” diyordu. Kürtçe bilmeseler de Kürtçe olan ve Kürtçe çağırışım yapan her şey güzeldir. Israrla kullanılmalıdır. Sözünü ettiğiniz bu Kürtçe isimlerin hepsi harika isimler ve birer direniş hafızasının manevi değerlerini oluşturuyorlar.
- Kürtçe’nin gelişmesi için ne yapılmalı? Örneğin devlet yasak koyuyor, anadilde eğitime izin vermiyor. Peki Kürt toplumu ne yapmalı? Bunu nasıl aşmalı?
Yasak ve baskılar var diye Kürtçe dil kullanımının ertelenmemesi gerekiyor. Yasak ve baskılara karşı Kürtçe konuşarak, yazarak karşı konulmalıdır. Mücadele taleplerinden biri bu dilin yasal statü kazanarak eşit onurlu yurttaş temelinde bir insan hakkı olarak kabul edilmesi talebidir. Bu yasaklara karşı da anadil ile yeni nesli buluşturmanın yaratıcı yöntemlerini bulmak gerekiyor. Siyaseten dilin kullanımına bir özgüven kazandırılması bu anlamda çok önemlidir. Siyasetin dili Kurdistan’da tüm lehçelerini kullanarak politika üretmek ve pratik mücadele yürütmek olmalı.
Özel kreşlerin sayısı artırılmalı, özel kurs ve sosyal aktivite ve çalışmalarla dilin varlığı hissettirilmeli, tiyatro, konserler ile toplum ile buluşmanın fırsatları yaratılmalı. Dijital medya bu anlamda çok etkin kullanılmalı. “Yaşam dil ile başlar” şiarı ile kurumsal tüm aktivitelerde ısrarla Kürtçe konuşulmalı, kullanılmalıdır. Karar mekanizmalarında yer alan şahsiyetlerin Kürtçe’yi etkin bir biçimde kullanma kabiliyetine önem verilmelidir. Böylece örgütlü ve doğal bir öncülük oluşturulmuş olur. Hem dilin gücünden yararlanılmalı, hem de dile güç katılmalıdır.
- Kürt dili üzerindeki asimilasyon politikaları ve dildeki asimilasyon düzeyi giderek derinleşiyor. Kürtçe’nin yaygın olarak yaşamda kullanılmasına ilişkin yapılan çalışmaların belli takvimsel günlere sıkıştırıldığına dair yaygın eleştiriler var. Bu konuda parti olarak bir yol haritanız var mı?
Anadil günü esasında kaybolmayla karşı karşı kalan dilleri dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için kabul edilmiş olan bir gün. Biz parti olarak geldiğimiz siyasi gelenek olarak hiçbir zaman toplumların dillerine sembolik bir anlam yüklemedik. Birçok çevre ve siyasi parti buna sembolik anlam yüklüyor. Nostaljik bir anlam yüklüyorlar. Dil bir varlıktır, var olma sebebidir. Bir halkın dilini inkar ettiğinizde o halkı varlığını da inkar edersiniz. O dili konuşan topluluğu da bir anlamda yatsımış oluyorsunuz. Dilin kendi içerisinde tarihsel hafızası vardır, bir kültür, folkloru vardır. Toplumu toplum yapan bütün kültürler ve sosyolojik değerlerin dil üzerinden sonraki nesillere taşındığını biliyoruz. Bizim dile yüklediğimiz anlam sembolik olarak tek bir iletişim aracı değildir. Dil bir bellektir ve hafızadır. Bir dil yok edilince, binlerce yıllar boyunca kendini koruyabilmiş, varetmiş bütün değerleri, kültürel mozaiği, hafızayı da ortadan kaldırılmış oluyorsunuz. Dili sembolik anlamdan çıkarmak gerekiyor. Siyasal bir işlevinin olduğu bir araç olarak bakmamak gerekiyor. İktidar dile siyasal araç olarak yaklaşıyor.
Bizim kendi siyasi parti geleneğimizde dilin kendisini var etme, varolma sebebini dil üzerinden kurgulandığı, böyle kabul edildiği için bu dilin üzerindeki bütün baskıların kalkması lazım. Aynı zamanda bunun için politik bir mücadelede veriyoruz. Geçmiş dönemlerde cezaevlerinde “Kamber ateş nasılsın?” kelimesi bizim için bir başlangıçtı. Öncesi de vardır aslında. Bir dilin inkarını bir öykü üzerinden, bir hikaye üzerinden çokça örneklendirebiliriz. Bu ayrımcılık temelli hikâyeleri yaşamayanımız yoktur. Bu dilin bizim için en önemli amacı bir statü kazandırmaktır. Politik bir statüsü olması, yasal ve anayasal düzlemde korunuyor olması gerekiyor. Bu bizim politik mücadelemizin bir tarafı. Biz başta Kürtçe’nin ve diğer tüm dillerin bu dili konuşan halk tarafından zorunlu bir eğitim dili olarak kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. Kamusal alanlarda mücadelesini veriyoruz. Meclis bunun bir mücadelesidir, sokak bunun bir mücadelesidir. Birçok temsilcimiz mahkemelerde Kürtçe konuşmak istediği için savunma yapamadılar ve ceza aldılar, yıllarca tutuklu yargılandılar çünkü kendilerini ifade edemediler. Savunma alınmadığı gerekçesiyle mahkemeler ertemle kararı verdiler. KCK davası en tipik bilinen dava olarak söylüyorum ama onun dışında yüzlerce siyasetçilerimiz hakkında savunmaları alınmaksızın cezalar verildi, ya da anadilini savunduğu için ceza aldılar. Bizim için en önemli amaç olarak önümüze koyduğumuz konu ise bu mücadeleyi toplumsallaştırmak ve politik bir mücadelesini iktidara karşı vermek. Siyaseten bir dil politikanızın olması çok önemlidir.
Biz toplum öncelikli olarak ne istiyor diye bakıyoruz. Toplum bu dili konuşmak istiyor. Kendi varlığını korumak istiyor. Soykırım, sürgün, her türlü şiddeti yaşamış, kendi yaşam alanlarına saldırılmış bir toplum olarak, bir kere bu dili bütün kamusal alanda konuşulabiliyor ve konuşuluyor olması bizim açımızdan çok önemli. Dile özgüven kazandırmak bizim açımızdan çok önemli. Siyasetin dili olarak geliştiriyor olmak çok önemli. Partimiz tarafından toplum içerisinde bu dili konuşmalara ciddi bir teşvik var. Bu anlamda biz dile çok anlam yüklüyoruz. Dil kendiliğinden bir örgütleme alanıdır. O yüzden tüm parti çalışmalarımızda sokakta ve her yerde bu dilin konuşulmasına partimiz öncülük etmek istiyor ve bunun da önünü açmaya çalışıyoruz. Parti içi yazışmalarımızı ve raporlarımızı Kürtçe ve Türkçe yapıyoruz. Parti içi eğitim çalışmalarımızı Kürtçe yapıyoruz. Kitle buluşmalarından mutlaka Kürtçe konuşulmasına özen gösteriyoruz. Dili bir toplumsallaşma ve örgütleme aracı olarak görmüyoruz. Zaten doğallığından böyle bir işlevi var. Partimiz hayatın her aşamasında Kürtçe dilinin kullanılmasından öncülük ediyor.
- 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü için kapsamlı bir etkinlik ve eylem programı açıkladınız. Neyi hedefliyorsunuz?
21 Şubat sonrası için bir plan yapmış olsak da bizim için bu, sembolik bir anlam taşımıyor. Dilimiz varlığımızdır. Sembolik nitelikler kazandırma gibi anlayışlardan uzak durmak gerekiyor, parti olarak böylesine eksik bir anlayışı asla kabul etmiyoruz. Var olduğumuz coğrafya Kurdistan, varlığımızın kendisi de Kürtçe’dir. Dilin selameti ve yaşaması birkaç güne değil, bütün bir yaşam süresine sığdırılmalıdır. Bu amaca ulaşmak için yaşamımızın her anını bu mücadeleye tahvil etmemiz gerekiyor. Kürtçe için yaptığımız 1 gramlık iş, başka dillerde yapacağımız tonlarca işten çok daha değerlidir. Kürtçe iki kelime konuşmak, Türkçe saatlerce nutuk çekmekten çok daha değer ve itibar görür. Ben bunu seçim sürecinde gördüm ve yaşadım. Bütün bu nedenlerden ötürü her ortam ve koşulda dilimizi konuşmalı, yazmalı, ona sahip çıkmalıyız. Bu mücadeleyi sadece siyaset sahnesinde değil, toplumun her alanında yaygınlaştırmak durumundayız.
- Geçenlerde partinizin seçmeli derse ilişkin “temkinli” yaklaştığına ilişkin açıklamanız sonrası belli çevreler tarafından eleştirilere maruz kaldınız, tam olarak ne demek istediniz? Partiniz ne istiyor?
Kürtçe dilinin bir anadil olarak her çocuğun, bireyin ve ailenin öğrenebilmesinin koşullarının yaratılması gerektiğini söyledik. Çünkü esasında asimilasyonu gerçekleştiren okullar ve bu okullardaki anadilinizle ilgili bir eğitim almadığımız zaman o dil bir süre sonra sizin açınızdan nostaljik bir hal almış oluyor. Ve tabii ki ayrımcılık olduğunu düşündüğümüzde kişiler bunu kullanmamaya özen gösteriyorlar. Çünkü Kürtçe konuşacağımız zaman fişleneceğiz kaygısı taşıyor. Kürtçe konuştuğu zaman işi alınmayacak, Kürtçe konuştuğu zaman bekli de bir kariyer planlaması vardır ama bunu Kürtçe yapabilmesinin koşulları yoktur. Bunu Türkçe ile yapabiliyor çünkü var olan sistem size bunu dayatıyor.
Toplumda bir dilin kendini var edebilmesinin en önemli koşulunun zorunlu eğitim dili olması gerektiğini savunuyoruz. 1990 yıllarda bunun söyledik. Şuanda da o noktayız. Zorunlu dil eğitimi özellikle dili yasaklanan, her türlü şiddetin uygulandığı, bir toplum açasından sonuç itibarı oto asimilasyona da dönmüşse bu şart oluyor.
Dolayısıyla oto asimilasyon açısından çözüm zorunlu eğitimdir. Zorunlu eğitim deyince biz kendi dilimizle beraber, fiziği, kimyayı kendi dilimizle öğrenelim diyoruz. Biyoloji, matematik, tarih, coğrafya vb. bunları kendi dilimizle öğrenmek istiyoruz. Seçimli dersle ilgili iktidarın tutumu dile yapabilecek en büyük haksızlık. Okullarda sadece iki saat eğitim vermek anadile bir gerçek dil muamelesi yapmayıp yabancı dil gibi yaklaşmaktır. Türk eğitim sisteminde dördüncü sınıftan liseye kadar zorunlu İngilizce derse vardır. Bu sizin seçimine bırakılmamıştır fakat kimse İngilizce öğrenmemiştir, herkes İngilizce’den kaçmıştır. Aslında öğreten bir sistem yok. 4 saatlik bir süre bile size bu dili öğretemiyor. Biz burada anadilimize yabancı bir dil muamelesi yapılmasını istemiyoruz. Kendi anadilim milyonlarca insanın konuştuğu bir dildir. Burası Kürtlerin yaşadığı bir coğrafyaya, burası bizim ana toprağımız, sürgünde değiliz. Başka topraklarda yaşamıyoruz. Bu dilin hak ettiği değeri ancak anadille eğitim verilerek sağlanacağını düşünüyoruz.
Yine temkinli yaklaşmadaki nedenlerden bir tanesi devletin buna bir siyasi araç olarak yaklaşıyor olmasıdır. Çünkü 2011 yılındaki düzenlemesine baktığımızda “çözüm süreci”ydi, görece bir adım atılmış gibi görünüyordu. Biz o zamanda söyledik bu bir adım değil. Bu bir oyalamadır dedik. Bu kadar esaslı bir talep insan hak talebi olan anadil talebi nasıl iki saatlik bir düzeye indirgenebilinir. 2 saat kabul edildi. Kanunla dahi değil. Bir geçici kanun çıkarıldı 6287 kanun içerisinde Kuran dersleri ve peygamberimizin hayatının öğretileceği ile ilgili bir yönetmelikte seçimlik dersler dendi. Bu derslerin ne olacağı da belli değil. Bir yönetmeliğe atıf yapıldı. O yönetmelikte de yaşayan diller dedi. Dikkat edin Kürtçe hala içinde yok. Formlardan bahsedildi o formlarda da Kürtçe yazmıyor. Yaşayan diller yazıyor, biz buna kayıtsız kalamayız. Bu çok samimiyetsiz bir yaklaşım bizim açımızdan. Bir haktan tamamen yararlanıyor olabilmeniz için sizin hukuksal bir statünüzün olması lazım. İsim belirlenmeli ki o hakkın sahibi de belirlenebilsin. Kürdün, Kürtçe’nin isminin telafüz edilmesinden bile imtina ediliyor. Bu halka karşı çok büyük bir saygısızlık ve haksızlıktır. Yine temkinli yaklaştığımız diğer bir konu ise müfredatın kendisidir. Haftalık saatlik bir süre içeresinde müfredata baktığınızda alfabeyle başlıyor Kürtçe şehir isimleri ile bitiyor. Bir şey öğrenemiyorsunuz aslında. Öğrendiğiniz Kürtçe yer isimlerinin hepsi Türkçe, sizin kendi anadilinizle aslında siz asimile ediliyorsunuz. Örneğin siz Dersim diyeceksiniz derste ise bu Tunceli olarak öğretiliyor ve kendi anadilimiz ile asimile etmeye çalışıyorlar. Kendi bütün taleplerinizi bu yönüyle aşındırmış oluyorsunuz. Şehir isimleri, mekanlar ve coğrafya bu dilin, bu kültürün bir parçası, hafızasıdır. Bunlar yokmuş gibi bir asimilasyoncunun aklıyla bunu telaffuz edemezsiniz.