Devletlerin ‘ulus’ kimliği üzerinden inşa edilmeleri, kapitalizmden ve sömürgecilikten bağımsız değildir. Ulus devlet anlayışıyla inşa edilen devletler krallığa karşı monarşiyi talep edip, liberalizmin ekonomi politikaları ve özgürlükçü söylemleri ile alan buldular ve meşruiyet kazandılar. Bu durum çok uluslu devletlerden oluşan imparatorlukların dağılma tehlikesini beraberinden getirdi ve 19. ile 20. yüzyıl kolonileşme ve paylaşım savaşlarına sahne oldu.
Osmanlı İmparatorluğu da 19. yy. da dağılmamak için bazı reformlar yaptı. ll. Abdulhamid gerek Avrupa devletlerinin baskısı gerekse de çökmekte olan Osmanlı Devleti’nin yenilenmesi ve yaşatılması amacıyla 1876 Kanuni Esasi’yi ilan ederek monarşiye geçişin ilk adımlarını attı. Ancak ll. Abdulhamit Meclis-i Mebusan’ı kapatıp baskıcı politikaları artırınca Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandırdı.
1.Abdulhamid’in baskıcı politikalarının Osmanlı Devlet’ini yıkılmaktan kurtaramayacağını ve devletin hızla toprak kaybettiğini gören bir kısım genç Osmanlılar; Osmanlıcılık ve Ümmetçilik fikirleriyle Osmanlı Devleti’nde yaşayan halkları bir arada tutmaya çalıştı. Ancak bu oluşumlar Türkçülük ve Turancılık fikirlerine dönüştü. Türkçülükle Osmanlı Devleti’ni kurtaracaklarını düşünerek paylaşım savaşına giren Turancılık akımı Osmanlı Devleti’nin yıkılışında son noktayı koydu.
1918-1923 yılları arasında Anadolu’da kalan halklar, savaşın yaralarını sarmak ve yeni kuruluşu inşa etme çabası içindeydi. Bu arada Mustafa Kemal de yeni devletin kuruluşu için Anadolu’yu gezip kongreler yaparak Anadolu ittifakı oluşturuyordu. Bu ittifakta konsensüse varılan temel ilkelerden biri yeni devletin katı merkeziyetçilikten ziyade adem-i merkeziyetçilik üzerine inşa edilmesi olacaktı. Bütün halklar ve inançların özgürce yaşayacakları bir devlet olacaktı. Bunun için Kürtlere defalarca muhtariyet sözü verildi.
Ancak başta Kürtler olmak üzere ve Anadolu halkları, yeni devletin kuruluşu için çaba gösterirken İttihat ve Terakki kadroların devamı olanlar etnik ve ırkçı Türk ulus devletini inşa ediyorlardı. 1923 Lozan antlaşmasıyla ulus devletin tapusunu alan kadro ile 1924 Anayasası ile Anadolu ittifakına verilen sözler unutuldu ve Anadolu’daki halkları Türkçülük potasında eritme politikaları başlatıldı. Yeni Cumhuriyette nüfus olarak Kürtler öne çıkıyorlardı. O nedenle yeni Cumhuriyet Kürtlerle ayrı ve özel olarak ilgilendi.
1924 Anayasası ile Kürtleri inkâr eden yeni Türk ulus devleti 1925-1938 arasında Kürtlere yönelik şiddet politikalarının yanında Kürtleri kültürel ve sosyolojik olarak yok etmek için de çalışmalarına başladı. Bunun ilk uygulaması 24 Eylül 1925 Mustafa Kemal imzasıyla uygulamaya konulan Şark Islahat planı oldu.
Dil toplumun kollektif hafızasını yarınlara taşıyan en önemli araçtır. Bu hafızanın taşıyıcısı da kadındır. Bu nedenle Şarkı Islahat Planı ile Kürt diline ve Kürt dilinin taşıyıcısı olan Kürt kadınlara özellikle yönelinmiştir. Bu planda;
“Kamu kurumlarında, çarşı ve pazarlarda, Türkçeden başka dil kullanmak yasaktır, kullananlar cezalandırılacaktır (m. 13)
Kürtlerin ağırlıklı olduğu bölgelerde Türk Ocakları, yatılı okullar ve kız mektepleri” açılarak bölge halkının “Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılması” (m. 14) ve, Fırat’ın batısında yaşayan Kürtlerin de Kürtçe konuşmaları yasaklanacak, kadınların Türkçe konuşmaları sağlanacaktı (m.16). Maddeleri Kürt dili ve Kürt dilinin taşıyıcıları olan Kürt kadınlara yönelik saldırıları içermektedir.
Şark ıslahat planı Kürt diline ve Kürt varlığına yönelik saldırıları sürekli güncelleyerek günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
1930-1950 ve 1970’li yıllarda devletin heyetleri Kürdistan’ın şehir, ilçe ve köylerini gezerek Kürtlerin masalları, öyküleri, stranları, bilmeceleri, tekerlemeleri derleyerek Türkçeleştirdiler. 1940’lı yıllar ve devamında ‘vatandaş Türkçe konuş’ kampanyalarıyla cadde, sokak, kapı, duvar her yerlere afişler astırdılar. 1950’li yıllarda köylerin ve yerleşim yerlerinin isimleri Türkçeleştirildi. 1961’de sadece Kürt bölgelerinde 60 civarında yatılı bölge okulu açtılar. 1961 Anayasasıyla ‘vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür’ tanımını getirdiler. 1983’te Türkçe’den başka bir dil ile yayını yasakladılar.
Şark Islahat Planının en önemli uygulamalarından biri de ‘Türkçe konuşanların işini kolaylaştırmak, Kürtçe konuşanları cezalandırmak’ oldu.
Bu uygulamalarla Kürt çocuklarının Türkçe öğrenirken, öğretmenlerden yediği dayaklar hiç bitmedi, hastanelerde kendi dilleriyle sağlık hizmeti alamadı, Kürt anneleri cezaevlerinde sadece ‘Kamber Ateş nasılsın, iyisin’ diyebildi ve kamu kurumlarında bitmeyen çaresizlikler yaşadı. Bugün de başta Kürtçe Tiyatrolar ve Konserler olmak üzere Kürt diline, Kürt kültürüne dair ne varsa yasaklanmaktadır. Ancak bazı ‘siyasetçilerin’ Kürt oylarını almak için Kürt diline araçsal yaklaşması Kürtlerin gözünden kaçmamaktadır. Asıl acı olan da Kürdi siyaset yaptıklarını iddia edenlerden bazıları ‘tekçi-inkârcı-asimilasyoncu’ devlet aklının verdiği siyasi rantının bedelini ödemek için ‘Kürdün ve Kürt dilinin inkâr edilmediği’ gafletine düşmeleridir.
Kürt dili bugüne kadar direndi. Ancak Kürt dilinin varlığını sürdürebilmesi için direnmekten öteye geçmesi gerekmektedir. Çünkü dil canlı bir organizmadır. Kendini geliştirmezse varlığını sürdüremeyecektir.
Kürtçenin varlığının sürdürülmesinin iki ana yol ve yöntemi vardır. Biri kamusal yol ve yöntemdir, diğeri de sivil ve toplumsal yol ve yöntemdir. Kamusal yöntem; okul öncesi eğitimden – Üniversiteye kadar anadilde eğitimdir. Kürtçe anadilde eğitim için mücadele devlet erkine karşı yapıldı ve yapılacaktır. Bugüne kadar kimlikleri için direnen Kürtler mutlaka Kürtçe anadilde eğitim hakkını da kazanacakladır.
Sivil ve kamusal yol ve yöntem ise mücadele devlet erkine karşı değil Kürtlerin oto asimilasyona karşı mücadeleleridir. 100 yıldır Türkçeye maruz kalan Kürtler maalesef Kürtçeyi günlük dillerinde kullanmakta yetersiz kalmaktadırlar. Bunda devletin 100 yıllık uygulamaların etkisi çok büyüktür tartışmasız. Kürtçe konuştukları için cezalandırdılar, vatandaşlık haklarından faydalanmadılar, Kürtçe itibarsızlaştırıldığı için Kürtçeyi kullanmaktan utandılar. Günümüzde Kürt halkının kendine özgüveni vardır. Ancak devletin 100 yıllık Kürt diline yaklaşımları nedeniyle Kürtler günlük yaşamlarında Türkçeyi daha çok kullanmaktadırlar. Bu da Kürt dili için en önemli tehlikelerden biridir.
Bu nedenle Kürtler dillerine sahip çıkmalı ve yaşamın her alanında Kürtçeyi kullanmalıdırlar. Özellikle Kürdistan’da günlük yaşamda; lokantada, kafede, cadde, okulda, tapu dairesinde, karakolda, adliyede, konserde, pazarda, toplu taşıma araçlarında, hava alanlarında, iş hayatlarında, çocuklarıyla, sevgilileriyle/eşleriyle Kürtçe konuşmalılar. Kürtler; Kürtçe kitaplar, dergiler okumalı, Kürtçe konserlere, tiyatrolara gitmeliler.
Anadilde eğitim hakkını elde edene kadar mücadeleye devam edilmeli. Ama öncesinde Kürtçe kent dili, kültür/bilim/sanat dili, alışveriş/ticaret dili kısaca yaşamın dili olarak kullanılmalıdır.