Pek çok çelişki ve çatışmanın iç içe geçtiği, birbirini tetikleyip yeni çelişki ve çatışmalara ebelik ettiği bir süreçten geçiyoruz. Bu keşmekeş içinde kapitalist vampirin emeğin olduğu kadar doğanın da sınırlarını zorlayan, tahrip edip yıkıma sürükleyen o kanlı yüzü bir silüet olmaktan çıkıp hayatımızın ortasına dikilen sarsıcı görüntülere dönüşmeye devam ediyor. Erzincan İliç’te “geliyorum” diye diye gelen işçi, doğa ve gelecek katliamı da bu gerçeği bir gölge olmaktan çıkarıp kanlı ve zehirli esas görüntüye dönüştürdü.
Resmi rakamlara göre o zehirli liç yığınının altında kalan dokuz işçiye henüz ulaşılamamışken bile bir avuç altın için gözünü kırpmadan her şeyi yok edebilecek maden şirketi ve taşeronları işçi ilanları verdi, işçileri işe çağırdı. Hazırlanan bilirkişi raporunda Anagold tali kusurlu görülebildi. Gözaltına alınan ve tutuklananlar arasında gerçek sorumluların esemesi okunmadı. Her işçi katliamında olduğu gibi ucuza çalıştırmak için işe alınan genç mühendislerdi yine topun ağzındakiler. Bir an Anagold’un Türkiye sorumlusu Cengiz Demirci’nin tutuklanacağını sandık, ama ne gezer! 6 saatlik gözaltı sonrasında serbest bıraktılar.
Bu facianın yüzde 80 hissesi ABD Denver-Kanada Toronto merkezli SSR Mining’e, yüzde 20 hissesi Çalık Holding’e ait olan Anagold maden tekeliyle o tekele olağanüstü imtiyazlar sağlayan iktidarla, işçileri türlü çeşit yöntemlerle baskı altına alan işbirlikçi sendikayla, yerel yöneticiler ve sermaye bağlantılarıyla ilgili boyutları konusunda fazla söze gerek yok. 2022’de siyanür sızıntısıyla gündeme geldiği, buna rağmen şirket ruhsatı iptal edilmediği, hiçbir uyarıyı dikkate almayan iktidar aygıtları tarafından kapasite artışına ÇED olumlu raporu verildiği, sadece 2023’te 7,2 milyon dolarlık vergi borcunun silindiği gibi sayısız başlık sıralanabilir. Bölge halkının 2010’dan bu yana hayatlarını zehir eden bu canavara karşı mücadele ettiği, bu mücadelenin kırılması için zorla birlikte para dağıtarak halkın susturulduğu gibi birçok gelişmeden bahsedilebilir.
Fakat tüm bunların bu denli pervasızca hayata geçirilebilmesi sorusunun yanıtı belki de tüm bir bölgeyi zehirleyecek, hayatı kurutacak bu facia karşısındaki toplumsal tepki ve öfkenin cılızlığıdır. Şirketin Türkiye sorumlusunun 6 saat sonra serbest bırakılması da hazırlanan bilirkişi raporundaki ruh da daha o zehirli toprağın altındaki işçilere ulaşılmamışken verilen iş ilanları da ya da taşeronların işçilere gönderdiği “işbaşı yapıyoruz” mesajlarındaki buz gibi soğukluk da asıl olarak bu zayıflıktan alınan güçle sergilenmiyor mu?
“Burası Türkiye, facialar yaratan kapitalist vampirliğin yapıp ettikleri hızlı unutulur” denilip geçilebilir belki. Ama mesele tam da burada! Bu kadar hızlı unutabilmeyi koşullayan örgütsüzlüğümüzde, mevcut çürümüş-yozlaşmış örgütlülükleri devrimci bir tarzda sarsıp yeniden kurabileceğimiz bir güç oluşturamamamızda.
Bu böyleyken işçiler artık bu bürokratlaşmış-kastlaşmış, patron değneği haline gelmiş sendikaları sırtlarında taşımak istemediklerini birçok yerde pratikleriyle gösteriyorlar. Yüzlerce işçinin çalıştığı o madende de böyle. Sarı sendikanın sicilinin kirliliği işçilerin sendika bürokratlarına yönelik tepkisinden de açıkça görülüyor.
Dahası bu bürokratları sırtlarında daha fazla taşımak istemeyen işçilerin sarı sendikadan istifa ederek Bağımsız Maden-İş’e üye olmaları oldukça manidar değil mi? Bunu başka örneklerde de görüyoruz. Enerji işkolunda TESİŞ’e karşı Enerji-Sen’in tercih edilmesi ya da tekstil işkolunda BİRTEK-SEN’in bir çekim merkezi haline gelmesinde olduğu gibi. Demek ki mevcut örgütlenmelerin yozlaşmışlığına karşı sınıfın tabandan gelen bir arayışı var, mesele o arayışı örgütleyecek direnişçi-militan bir güç odağının yaratılması, elbirliğiyle bu arayışı örgütlü hale getirmekte. O zaman böyle bir felaket karşısında tek bir gerçek sorumlunun tutuklanmaması söz konusu olamaz, buna cesaret edilemez.
Toplam tepkilerimizdeki zayıflık böylesi bir facia karşısında da hükmünü konuştururken yaşanan daha “küçük çaplı” gelişmelere değinmek bile istemiyor insan. Mesela inşaat işkolunda yıllardır büyük bir emekle fiili meşru mücadele hattında yürüyen bağımsız sendika İnşaat-İş üye ve yöneticileri hakkında verilen ev hapsi kararı gibi… Sadece yasal haklarının gasbedilmek istenmesine karşı “bunu yapamazsınız” dedikleri için verildi bu karar! İliç faciasına karşı gösterilen tepkilerdeki cılızlığı düşününce inşaat işçileri hakkında verilen bu karara karşı anlamlı bir tepkinin gösterilmemesini gündeme getirmek nafile bir çaba gibi gelebiliyor insana. Özak direnişinin yasak ve polis zorbalığıyla ezilmeye çalışılması açısından da öyle.
Bugün yaşanan İliç faciası karşısında birkaç basın açıklaması yaparak ruhlarını kurtaran büyük sendika ve meslek örgütleri açısında inşaat işçileri hakkında verilen ev hapsi kararı ve kararın hızla uygulanması mesele bile değildir. Yine Özak işçilerine yaşatılanlar da öyle. Zaten bu karar ve tutumlar onların geldikleri noktayla doğrudan ilişkili değil mi? Oysaki bugün inşaat işçilerine ya da Özak işçilerine yapılanlar yarın neler olup biteceğinin de ön habercisidir.
Tam da bu noktada tüm bu pervasız saldırılar karşısında mevcut direniş dinamiklerinin birleşik bir direniş odağı haline gelmelerinin yaşamsal önemi çok daha yakıcı bir şekilde hissediliyor.