‘Devrimci İslam Tarihi’ kitabının yazarı siyasi tutsak Muhammed İnal ile İslam’ın sağını ve solunu konuştuk: Sayın Öcalan’ın tarihle, kültürle, toplumların zihniyet ve yaşam formları olan inançla doğru ilişki konusunda önemli adımlar attı. Bunun kıymetinin iyi bilinmesi gerekir. Çalışmamda da kendisinden oldukça yararlandım. Müslümanlığın sağından ve solundan söz etmesi paradigmatik ayrışmayı güzel ifade etmektedir
Sami Özbil
İslam konulu çalışmaları ile bilinen Muhammed İnal geçtiğimiz günlerde ‘Devrimci İslam Tarihi’ isimli kapsamlı bir çalışmaya imza attı. Aram Yayınevi’nin yayınladığı kitabın bu konudaki tartışmalara katkı yapması bekleniyor. Uzun süredir tutuklu bulunan Muhammed İnal, yine tutuklu arkadaşı Sami Özbil’in kitapla ilgili sorularını yanıtladı. Bu önemli kitaba bir giriş yapmak için soru ve yanıtları kısaltarak yayınlıyoruz.
Maalesef klasik Müslüman algı, İslam’ı çok dar kalıplara sıkıştırdı, onu Ortaçağ’a ve Ortaçağ’ın kurumsallığına hapsolmuş arkaik bir din formuna soktu. Aynı hatayı modernist yaklaşım da sergilemektedir. Çağımızda oldukça sağcılaştırılan İslam anlayışa karşı İslam’ın Kurani manada devrimci niteliğine vurgu yapmak gerekiyordu
- İslam tarihiyle ilgili farklı görüşten pek çok yazar ve düşünürün çok sayıda çalışması bulunmaktadır. Sizin kitabınızla “Devrimci İslam Tarihi” diyerek devrimci olmayan bir İslam tarihinin de olduğunu söylemiş oluyorsunuz. “Devrimci İslam Tarihi” kitabını yazmanızın amacı nedir?
Bu çalışma ile eksiksiz bir olgu anlatımını esas almadığımızı yani bu çalışmanın salt bir tarih araştırması olmadığını en başta belirtelim. Bundan ziyade İslam’ın oluşum saiklerinin, tarih ve toplumsal ideasının bütünlüğünün “Devrimci” bir paradigma ile irdelenmesidir. Zaten çalışmanın alt başlığı “İslam’ın Tarih ve Toplum Felsefesine Bir Bakış“tır.
Maalesef klasik Müslüman algı, İslam’ı çok dar kalıplara sıkıştırdı, onu Ortaçağ’a ve Ortaçağ’ın kurumsallığına hapsolmuş arkaik bir din formuna soktu. Aynı hatayı modernist yaklaşım da sergilemektedir. Egemen modernitenin saldırıları ve meydan okumaları karşısında bir bütün olarak doğu ve Müslüman topluluklar ciddi bir bocalamayı, geri çekilmeyi ve bunalımı yaşamaktadırlar. İnsanlık bir bütün olarak kapitalizmin ve Avrupa modernitesinin sebep olduğu kriz ve bunalımlarla boğuşmaktadır. Ortadoğu’da ve özellikle bulunduğumuz coğrafyada İslami referansları kullanarak birçok vahamete imza atanlar, insanları kandırarak iktidarlarını sürdürenler bulunmaktadır. İktidarcı yapıların dejenere ettiği bir İslam gerçekliği de bulunmaktadır. İşte tam da bu süreçte kültürümüzün ve coğrafyamızın en önemli unsurlarından olan İslam’ın gerçekliğinin yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. “Devrimci İslam” tanımını önemli bir ayırıma dikkat çekmek için kullandım. İslam’ın ek bir tanımından ziyade, özsel bir niteliği olarak ele almak gerekir. Gerçek manada İslam ya devrimcidir ya da İslam değildir. Tarihte ve çağımızda oldukça sağcılaştırılan bir İslam anlayışı da var ki buna karşı İslam’ın Kurani manada devrimci niteliğine vurgu yapmak gerekiyordu.
- “Tüm İslam tarihi insanlık tarihindeki zihniyet ve vicdan devrimlerine öncülük ve atılım tarihidir.” (Sayfa 91) diyorsunuz. Burada tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Öncelikle insanlık tarihini doğru ve bütünlüklü kavramak gerekir. Çalışmamızda belli boyutlarıyla eleştirdiğimiz gibi klasik ve modern tarihçiliğin temel sorunlarından biri, insanlık tarihinin bütünlüğünü çeşitli yöntemsel yaklaşımlarla parçalamasıdır. Etnisite, sınıf, devlet ve tekil dinsel anlatımlar da içinde olmak üzere belli ideolojik anlatımlar insanlık tarihinin bütünselliğini parçalar, hakikatin birliğini ortadan kaldırır. Bu parçalanma özellikle devletli süreçle daha çok yapılır; devletlerin yapay sınırları gibi yapay tarihsel sınırlar oluşturulur. Etnisitelerin, halkların, dinlerin ve farklı toplumsal yapıların birbiri ile olan hakikat ilişkileri koparılır. Çoğu zaman da her biri diğerine düşman tekil olgulara indirgenirler. Oysa insanlık tarihi, bir bütündür. Belki devletli süreçle beraber iki asli ayrışan damar tespit edebiliriz: Bir yanda sömürücü egemenlerin tarihi vardır; bir de insanlık tarihinin başından itibaren güçlü bir kültür oluşturmuş, eşitlikçi, özgürlükçü, adil toplum idealine sahip halkların-inançların tarihi vardır. Özellikle devletli süreçle beraber tahakkümcü güçler özgür topluluklara saldırdıkça topluluklar bunlara karşı direnmiş, yeni sosyal yapılar ve büyük zihniyet devrimleri ile de cevap olmuşlardır. İşte dinler, egemenliğe, tahakkümcü uygarlığa karşı demokratik medeniyetin zihniyet devrimleri ve öncülüğüdür. Aynı zamanda politik adil ve özgür toplum manifestolarıdır. İbrahim, Babil köleciliğine; Musa, Mısır köleciliğine; Zerdüşt, Asur köleciliğine; İsa, Roma köleciliğine ve işbirlikçi Yahudi egemenlerine karşı çıktılar. Hz. Muhammed de bu geleneğin son halkasıdır. Bu bütün içinde baktığımızda zihniyet devrimlerinin bir bütünlük ve süreklilik arz ettiğini görürüz. İslam’ın tarihsel paradigması çok güçlüdür. Kur’an-ı Kerim insanlığın başından itibaren çıkış yapan bütün peygamberleri ve toplumsal liderleri, aynı geleneğin devamcıları ve tamamlayıcıları olarak görür. Bu haliyle insanlığın bütün dinleri aynı dinin özüne bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’e göre bu İslam’dır. Yani Allah’a teslimiyet, yani Allah’tan başka hiçbir egemen güç tanımama. Bu manada Hz. İbrahim de İslam Peygamberidir, Hz. Zerdüşt de Hz. İsa ve Musa da öyledir. Bu haliyle İslam, tarihte zihniyet ve vicdan devrimlerine öncülük etmiştir diyebiliriz.
Evet Hz. Muhammed bir devrimcidir. Diğer peygamberler gibi o da çok güçlü bir ruhsal arınma ve nefs terbiyesi öngörür ve aynı zamanda insanın evrensel varlığı kavrama ve kendini evrensel konumlandırma sorununa temel cevaplar ya da cevap yolları oluşturur. Bunlar dinin hiçbir politik hedefe indirgenemeyecek temel yanlarıdır
- Hz. Muhammed bir devrimci midir? Sizce nasıl bir devrimcidir?
Evet Hz. Muhammed bir devrimcidir. Diğer peygamberler gibi o da çok güçlü bir ruhsal arınma ve nefs terbiyesi öngörür ve aynı zamanda insanın evrensel varlığı kavrama ve kendini evrensel konumlandırma sorununa temel cevaplar ya da cevap yolları oluşturur. Bunlar dinin hiçbir politik hedefe indirgenemeyecek temel yanlarıdır. Fakat din, sadece nefs terbiyesi veya şahsi arınma ibadetlerine indirgenemez. Tarihsel süreçte her bir din ve peygamber kendi döneminin toplumsal sorunlarına devrimci bir çözüm öngören önderliklerdir. Köleci sistemin yaygınlaşması ile beraber peygamberler kendi dönemlerinin köleciliğine karşı adil, özgür ve eşit toplumsal ideali savundular ve bunun için mücadele ettiler. Hz. Muhammed’in de temel özelliği budur. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetlerinden son ayetlerine kadar hepsinde bu gerçeklik vardır. Kur’an-ı Kerim, her bir insan ferdini sistemin kirlerinden arınmaya çağırmaktadır. Fakat aynı zamanda dönemin toplumsal ve siyasal, ekonomik, kültürel ve dinsel zihniyet sorunlarına tam cepheden karşı durmakta. Temel sloganlarından biri “kölelere özgürlük!” ve “yoksullara ekmek”tir (Beled, 13-14). Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi uygulamasında görülen kadınların insan yerine bile konulmamasına karşı durmakta (Tekvir-8-9), yoksulların açlığına ve doyurulmasına, doğal yaşam alanları yok edilen hayvanların sorunlarına vurgu yapmakta (Şems, 11-15) egemenleri bir devrimle devrilecekleri ile tehdit etmekte (Şuara, 227) ve yeryüzü egemenliğinin ezilenlere verileceğini müjdelemektedir. (Kasas-5)
Hz. Muhammed, Mekke’nin azgınlaşmış egemenlerini devirmek ve Kuran’ın deyimiyle “ezilenleri yeryüzünün mirasçısı kılmak için” bütünlüklü bir mücadele stratejisi izledi. Dini manevi yönüyle beraber siyasal ve sosyo-ekonomik adalet içeren bir program da sundu. Gerektiğinde elinde silahıyla savaş meydanlarında savaştı, ölümle yüz yüze geldi fakat yılmadı ve başardı da.
- Kürtlerin İslamiyet’le tanışması ve bunun Kürtler üzerindeki etkileri bakımından oldukça farklı görüşler bulunmaktadır. Bir kesim bunu bir gerileme olarak ele alırken, diğer bir kesim ise hiçbir zorun olmadığı tarzında ele almaktadır. Sizce bunu nasıl ele almak gerekir?
Müslüman ordularının Kurdistan’a girişi oldukça karmaşık bazı tarihsel ve toplumsal kesişimlerle beraber değerlendirilmelidir. Birinci olgu: Kürtler Hz. Muhammed döneminde İslam’ı duymuşlardır. Hatta Hz. Muhammed döneminde gelip Müslüman olan birçok Kürt şahsiyetten bahsedilir. Hz. Muhammed’den hadis rivayet eden Kürt sahabeler de vardır; Caban el Kürdi gibi. İkincisi devrimci İslam’ın yayılımı ile karşı devrimci saltanatçı güçlerin ayrımını çok iyi yapmak gerekir. Özellikle Hz. Ömer dönemine atfedilen olayların birçoğu ondan yaklaşık 30-50 yıl sonrasına aittir. Yani Emevîlerin iktidarlarını kurdukları Mekke ile Medine de dahil birçok yerde katliam yaptıkları bir döneme denk gelir. İslam’ın yayılımı ve Arapların Arabistan dışına çıkışının saiklerini de doğru değerlendirmemiz gerekir. Hz. Muhammed Mekke egemenlerini devirdikten sonra Roma ve Sasani köleliğine karşı mücadele etmeyi Müslümanların önüne hedef olarak koymuştu. Kurdistan topraklarının bir kısmı Roma, bir kısmı da Sasanilerin işgali altındaydı. Kürdistan toprakları bu iki gücün muharebe alanı olarak yüzlerce yıl yıkımla karşı karşıya kalmıştı. Roma ordularının doğu garnizonları, Şam ve Amid- bugünkü Diyarbekir- de idi. Hz. Muhammed de bu garnizonlara karşı sefer emri vermişti (Tebük ve Mute seferleri). Hz. Ömer döneminde Roma tehdidi arttığında, Roma ile çatışmalar ve savaşlar başladı. Şam kısa sürede alındı. Amid garnizonu ile kimi çatışmalar oldu. Hz. Ömer’in ilk talimatı olabildiğince yerel halk ile çatışmanın olmaması idi. Fakat bazı kumandanların, örneğin Halit bin Velid’in, buna uymadığını ve yerel halka zulümler ettiğini öğrendiğinde kendisini uyarıp görevden almıştı. Tarihsel belgelere göre, Rakka’dan Ermeniya’ya kadar olan hatta günümüz Tiflis’e kadar olan bölgelerin çoğu (Rakka, Urfa, Harran, Cizre, Nusaybin, Hurmaz, Medain, Malatya vb.) yerel halk İslam ordularıyla anlaşmaya giderek yeni siyasal otoriteye dahil oldular. Yapılan anlaşmalar, Hz. Muhammed’in Medine sözleşmesi ve özellikle Necran Hristiyanlarıyla yaptığı anlaşmaya dayanıyordu. Buna göre yerel halk din değiştirmek için zorlanmayacak, kendi dinlerini istedikleri gibi yaşayabileceklerdi. Bu bölgedeki halk için bu durum köleci Roma ve Sasani zulmüyle karşılaştırılamayacak dendi özgür bir ortamdı ve bu nedenle Müslümanların otoritesini rahatlıkla kabul etmişlerdi. Anlaşma ile dahil olan bölgelerin oranı %90 iken Roma ve Sasani ordularıyla çatışmalar dahil kalan oran %10’dur.
Ancak bu tespitlerimiz Kurdistan’da savaş ve katliam olmadığı anlamına gelmez. Zaten karşı-İslam güçlerin özellikle Emeviler döneminde olduğunu belirttik. Hz. Hüseyin’i hangi vahşilik ile katlettiklerini, kucağındaki bebeği dahi oklayıp öldürdüklerini bütün tarih kitapları yazar. Sadece kendilerine biat etmediler diye Mekke ve Medine tam üç sefer Emeviler tarafından harap edilmiş, bütün Müslümanlar için kutsal olan Kâbe dahi bu vahşetten kurtulamamıştı. Hare vakasında Medine’de binlerce sahabe ve Müslüman katledilmiş, binlerce Müslüman kadına tecavüz edilmişti. İşte bu vahşetlerden kaçan birçok samimi Müslüman çevre bölgelere, özellikle Kurdistan’a, Yemen’e, Kuzey Afrika’ya ve Horasan’a kaçmış ve Emevîler’e karşı mücadelelerini buralardan devam ettirmişlerdi. Çoğunluğu halen Müslüman olmayan Kürtler, Emevîler’e karşı gerçekleşen gerek Şii, gerek harici ve diğer isyanları her zaman desteklediler. Emevîler’in zalim veziri Haccac zamanında Kurdistan’a ve diğer yerlere dönük ciddi katliamlar gelişti. İşte esas katliam dönemi budur. Kurdistan’da İslam; kendilerine sığınan gerçek samimi Müslümanlarla ilişkilerinde içten kabul yoluyla büyük oranda gelişti. Bugüne kadar Kurdistan’da İslam’ın bu kadar saf kalmasının tarihsel temelinde bu vardır. Nihayetinde Emevîler’in yıkılmasında hem Cizre denilen orta Kurdistan bölgesindeki direnişler, hem de Horasan kuvvetleri temel rol oynadı. Daha sonra da önemli tarihsel kırılma anlarından Kürtler önemli rol oynadılar. Kudüs’ün haçlı işgalinden kurtarılmasında Kürt komutan ve lider Selahaddin Eyyubi ismi tüm dünyada bilinir. İslam’ın ilk akademik sistemi olan Beyt-ül Hikme’de Harranlı Kürt alimler (özellikle İshak bin Yakup ve Sabit bin Kurra) büyük rol oynadılar. 12. yüzyıl ile beraber Kurdistan medreseleri özellikle Selahaddin’in katkılarıyla önem kazandı. 18 ve 19. yüzyılda ise neredeyse bütün İslam alemine alim ihraç eden öncülük merkezleri oldular.
‘Sosyalist bir Müslüman’
- Sayın Abdullah Öcalan’ın din ve toplum ilişkisi üzerine oldukça derinlikli analizleri bilinmektedir. Hz. Muhammed’i dönemin en büyük devrimcisi olarak gördüğünü söyledi. Gerçek manada İslam’ın tekel ve sermayeye (kapitalizme) karşı olduğunu belirtti. Bir mektubunda da yeni dönem Kürt siyasetinin ana hatlarından birini belirlerken şu tespiti yapar: “Müslümanlık konusunda ciddi yanılgılar var, bu da tarih ve toplum bilincinin zayıflığından kaynaklanıyor. Bu nedenle Müslümanlığı iyi tanımlamak gerekiyor. Aslında Ortadoğu halkları olarak kültürel manada hepimiz Müslümanlığı yaşıyoruz. Buna kendini ateist olarak tanımlayanları da dahil ediyorum. Kültürel olarak yaşadığımız Müslümanlıktır. Nasıl ki diğer dinlerin sağı ve solu varsa, bu manada Müslümanlığın sağından ve solundan bahsedebiliriz. Ben de kendimi bu açıdan sosyalist bir Müslüman olarak tanımlıyorum” dedi. Siz bunu nasıl anlıyorsunuz?
Sayın Öcalan’ın din ve İslam konusundaki yaklaşımını değerli buluyorum. O da İslam’ı devrimci olarak tanımlıyor. Türk ve Kürt sosyalistlerinin büyük bir kısmı İslam’a batı sosyalizminin aydınlanmacı seküler ve katı laikçi yaklaşımı üzerinden retçi yaklaştılar. İslam’ı aşılması gereken gerici bir zihniyet, ilkel bir düşünüş, karşı devrimci bir unsur olarak tanımladılar. Bu tutum, sosyalist devrimcilerle büyük çoğunluğu dindar olan, dinini samimice yaşamak isteyen halk arasında bariyerler oluşturdu. Türkiye’de ve Kurdistan’da sosyalist hareketlerin tutunamamasının ve tabanda kitle edinememesinin temel sebebi budur. Sayın Öcalan’ın paradigmatik değişiminin en önemli boyutu; Tarihe, dine, halka yabancı bu aydınlanmacı, batıcı seküler tutumları aşmak oldu. Tarihle, kültürle, toplumların zihniyet ve yaşam formları olan inançla doğru ilişki konusunda önemli adımlar attı. Bunun kıymetinin iyi bilinmesi gerekir. Çalışmamda da kendisinden oldukça yararlandım. Müslümanlığın sağından ve solundan söz etmesi paradigmatik ayrışmayı güzel ifade etmektedir.