Bütün hayatları ‘ölüm’ üzerine kurulu bir aileydi onlar. Dededen babaya, babadan oğula tek işleri yüce düzenin emriyle can almaktı. Yine de hastalıklı kalabalıklar tarafından çok sevildiler
Arif Mostarlı
“Bütün gazeteler, usta bir uygulayıcının rahatlığını gösteren genç Bay Deibler’in hakkını verme konusunda hemfikirdi. Genç, zarif, koyu renkli bir frak giymiş, seçkin bir düellonun tanığı gibi, modern cellat tipini mükemmel bir şekilde temsil ediyor. Bu mutlu girişimin ardından onun iyi bir kariyer ve hatırı sayılır sayıda performans sergileyeceğini öngörebiliriz.”
15 Ocak 1899 tarihli Paris gazeteleri böyle yazıyordu. İlginç değil mi? İnsan okurken şu küçük ayrıntıyı, ‘cellat’ kelimesini kaçırsa, söz konusu olanın bir sanat gösterisi olduğunu zannedebilir. Ama işte bütün mesele o küçük ayrıntıda gizli. Giyotin ‘üstadı’ Fransız cellatlarının en ‘verimli’ olanından söz ediliyor haberde: Anatole Deibler…
‘Baba mesleği’ni sürdürmek
‘Baba mesleği’ bir halk deyimi olarak sevimli bir şeydir aslında. Babanız ayakkabı ustasıysa mesela onun dükkânında yetişir sanatını sürdürürsünüz, vs. Ama Deibler ailesinde durum biraz farklı. Baba Louis Deibler, 1904’te öldüğü güne kadar Paris Baş Celladı olarak yaşamıştı. Baş cellatlık mühim bir rütbe o vakitler. Ona da babasından kalmış aslında. Büyükbaba Joseph Deibler, gençliğinde aslında bu işlerle ilgili değil; hatta bir kafe filan çalıştırıyor ama bir gün tanıştığı bir müşteri, Lyon celladı Claude Chrétien kanına giriyor ve cellat yamaklığı için onu ikna ediyor. Böylece Dijon’da ‘meslek’ hayatına başlayan büyükbaba, 1874’te emekli olana kadar epey bir kafayı giyotin sepetine düşürüyor.
Staj yeri: Cezayir
Bu arada, genç Louis de çok erken yaşta babasına yardım etmeye başlıyor. Bu, öyle babanın şekerci dükkânında çalışmak gibi bir şey değil. Bildiğin kafa kesmeyi öğreniyor çocuk. Sonra, biraz ustalaşınca ‘ihtiyaca binaen’ Cezayir’e geçiyor. O zamanlar orada, Fransa’nın Cezayir baş celladı Antoine Rasseneux var; onun yanında staj görürken kızı Zoe ile de evleniyor. Tam bir mantık evliliği! Kimse bir cellattan normal bir evlilik bekleyemez zaten!
Bu arada bir yandan insan öldürürken bir yandan da çocuk yapan Louis, 1863’te önce Rennes’te babasının yerine, sonra da tam Komün günlerinde, 24 Temmuz 1871’de Paris’e atanıyor. Üç-beş yıl yardımcı cellatlık yaptıktan sonra da 15 Mayıs 1879’da Paris Baş Celladı oluyor. Kariyeri boyunca Prévost, Campi, Pranzini, Eyraud gibi suikastçıların yanı sıra Ravachol, Vaillant, Henry gibi anarşistleri idam eden Louis, Başkan Sadi Carnot’un suikastçısı anarşist Sante Geronimo Caserio’yu da listesine ekliyor.
Fakat tabii cellatlık da ağır iş. Öldür öldür, nereye kadar? İnsan yoruluyor. Louis de yoruluyor ve 1890’da geleceğin yıldızı olan oğlu Anatole’yi takıma dahil ediyor. Bu arada, son derece trajiktir, bir giyotin celladı olarak hematofobi (kan korkusu) krizleri yaşamaya başlıyor ve nihayetinde 6 Eylül 1904’te gırtlak kanserinden vefat ediyor.
Podyumda yeni bir yıldız
Sahnede artık Anatole vardır. On iki yaşındayken bir mağazada satıcı olarak hayata başlayan Anatole, ilk idamına 1882’de katılıyor ama başlangıçta pek istekli değil. Yine de Cezayir’e gidip dedesi (cellat) Antoine Rasseneux’un yanında giyotin stajı görüyor. 1890 sonbaharında da babasının yardımcılığına atanıyor ve 78 idamda yamaklık yapıyor. Ve evet, şaşırmıyoruz, 1898’de de yine cellat bir ailenin kızı Rosalie Rogis ile evleniyor. Nihayet 1899’da da, babasının istifası üzerine baş cellat oluyor. Baba Louis Deibler, o gün “Ah sevgili oğlum, bu ne kadar güzel bir şey!” diyor.
Kariyeri boyunca 395 kişini kafasını keserek rekor kıran Anatole, böylece yükselirken doğan tek çocuğu iki ay bile yaşamıyor; Allah’ın sopası yok!
Baş cellatlığının ilk yılları idamı pek sevmeyen iktidarlar yüzünden pek ‘verimli’ geçmiyor. Hatta arada şampanya satıcılığı filan yapıyor. Ama sonra işler açılıyor. Bu arada fotoğrafın icadı da gerçekleşmiş olduğu için ‘medyatik’ oluyor. Ehliyet alan ilk Fransızlardan biridir örneğin; fotoğrafçılık, sinema, tiyatro zevkleri arasındadır.
1909’dan sonra işler hızlanıyor. Savaş sırasında da skorunu yükseltirken, infazlar için Belçika’ya bile gidiyor. Bu arada, her performansının ayrıntılarını defterlere sistematik olarak not ediyor, “efendi efendi ölenleri” takdir ederken “çok fazla gürültüyle ölen anarşistlerden” nefret ettiğini belirtiyordu. Artık geniş bir izleyici kitlesine de sahip olan Anatole, fotoğrafçıların gözdesi olarak Paris’in ünlü simaları arasına katılmıştı.
Küçük bir ‘iş kazası’
Ama işte, malum, “her fani bir gün ölümü tadacak” ya, öyle oluyor. 3 Şubat 1939’da Maurice Pilorge’un kafasını kesmek için Rennes’teki cezaevine doğru giderken istasyonda kalp krizi geçiriyor ve üç-dört saat sonra da atmosferimizi kirletmeyi durduruyor. Pilorge, böylece giyotinden kurtulmuyor tabii; devlette devamlılık esastır, yeni baş cellat Desfourneaux, bu küçük ‘pürüzü’ ertesi gün hallediyor. Ve bu devamlılık, Mitterand’ın 1981’de idam cezasını kaldırmasına kadar sürüyor.
İşte böyle bir hikâye Deibler ailesininki. Kariyer olmasına kariyer ama “evlat olsa sevilmez” derler ya hani, tam öyle. Evlerden uzak olsun!