Merkel’in CDU başkanlığına bir kez daha aday olmayacağını ve siyasetten bir süre sonra çekileceğini açıklamasıyla ortalık “Bir dönem bitiyor” türü analiz enflasyonundan geçilmez oldu. Aslında herhangi bir dönemin bittiği falan yok, olanlar Alman tekelci burjuvazisinin uzun süredir çözmeye çalıştığı yönetim krizinin bir ifadesidir. O açıdan son gelişmeleri kişiler ve söylemleri temelinde değil, tarihsel koşulları, maddi şartları ve içinde hareket ettikleri sınıf ilişkileri temelinde ele almak aydınlatıcı olacaktır.
Yaklaşık bir yıl önce bu köşede “Avrupa’yı kapsayan çoklu kriz ortamının Almanya’daki yönetim kriziyle zenginleştiğini” yazmış, ancak buradan “Avrupa’nın merkezî gücü olan Alman emperyalizminin istikrarsızlık dönemine gireceği sonucunun” çıkartılmaması gerektiğini vurgulamıştık. Gene başka bir yazıda yeni Merkel hükümetinin ömrünün “iki-üç yıl” olacağı tahmininde bulunmuştuk. Süre konusunda yanıldığımızı itiraf etmeliyiz.
Merkel’in Şansölyelik dönemi, partisinin son Eyalet Seçimleri’nde büyük oy kaybına uğraması nedeniyle bitmiyor. Asıl mesele, Alman tekelci burjuvazisinin çoklu kriz ortamını ve bilhassa yönetim krizini sosyal açıdan daha sert tedbirlerle ve siyasî açıdan daha otoriterleşerek aşmak istemesi, ancak görevdeki Merkel hükümetinin böylesi bir politikaya gerekli olan toplumsal rızayı yaratamayacağını görmesidir.
Sermaye çıkarları açısından Merkel başarılı bir isimdir ve en büyük başarılarından birisi, Alman emperyalizminin 2007/2008 ekonomik ve mali krizinden en az hasarla çıkmasını sağlamasıdır. Ancak Alman emperyalizminin öncü konumunu sağlamlaştıran bu başarı, AB içindeki denge bozukluklarını büyütmüş, dolayısıyla yeni ve tehlikeli çelişkileri derinleştirmiştir.
Devam etmekte olan çoklu kriz ortamı yeni sarsıntılara işaret etmektedir. Dünya gücü olma hedefine kilitlenen Alman tekelci burjuvazisi, Avrupa’daki yüksek konjonktür sürecinin bitmekte olduğunu ve yeni kriz ocaklarının oluştuğunu görmekte, siyasî temsilcisi olan hükümeti bu durumun gereklerini yerine getirecek bir yapıya kavuşturmak istemektedir.
Başında hangi isim olursa olsun, sorun bir Alman hükümetinin sadece sınıfsal görevini, yani mülkiyet ve varlık ilişkilerini, sermaye birikim süreçlerini sermaye lehine güçlendirmeyi, ihracat kotalarını yerine getirmeyi ve kriz giderlerini çalışan sınıfların sırtına daha çok yüklemeyi başarmak zorunda olması değildir. Temel sorun, tılsımını kaybetmiş olan neoliberalizmin daha otoriter restorasyonu ve bu restorasyonun olanaklı olan en geniş toplumsal rızaya kavuşturulması için gerekli olan koşulların yaratılmasıdır.
Alman emperyalizmi aynı şekilde ABD emperyalizmi karşısında elde ettiği pozisyonunu korumak ve AB çatısı altında stratejik otonomiye kavuşmak için de toplumsal desteği yüksek olan bir hükümete gereksinim duymaktadır. Merkel’in “mülteci krizinin” ve dolayısıyla burjuva toplumunun siyasî elitlere karşı duyduğu derin güvensizliğin sorumlusu olarak görülmesi, toplumsal desteği zayıflatmakta, direnç mekanizmalarını ortaya çıkartmaktadır. Sermaye bu gidişatın engellenmesini istemektedir.
Merkel’in kişiliğinde cisimleşen hükümet bileşimi bu görevlerin üstesinden gelmeyi artık başaramayacaktır, değişim bu nedenle zorunlu olmuştur. Mesele aslında bundan ibarettir.