Genel seçim başka, yerel seçim başkadır.
Seçimler başka başka olunca da genel seçim taktiği başka, yerel seçim taktiği de başka olacaktır.
CHP sanırsınız ki şu yerel seçimlerde kazanırsa Erdoğan iktidarını devirecek.
Erdoğan iktidarını devirecek olsa, (hoş kendi başına deviremez de) bu devrilme işinden bütün muhalifler kazançlı çıkacak. Öyle olunca da genel seçim taktiği buna uygun bir taktik olacak.
Oysa şimdi bir belediye seçimi yapılmakta. İstanbul’u İmamoğlu değil de Kurum, ya da Kurum değil de İmamoğlu kazanacak olsa mesela Erdoğan’a Kürt sorununda çözüm masasını devirdiği için karşı olanlar ne kazanacak? İmamoğlu “çözüm masası” mı kuracak?
Deniyor ki, AKP İstanbul seçimini kazanırsa “daha da güçlenecek”…
Ne kadar güçlenecek? Şu anda ne yapamıyor ki, İstanbul’u aldığı zaman yapacak? İstanbul AKP-MHP iktidarı için hiçbir stratejik önem taşımıyor. Alsa da almasa da Anayasa’yı çiğniyor. Zam üstüne zam yapıyor. Savaşa devam ediyor. İstanbul kavgası rant kavgasıdır. İşin esası budur.
Ama mesela Diyarbakır, Van, Mardin öyle değil. Bu şehirler rant açısından iktidar için çerez bile sayılmaz. Ama burada kavga büyük. Kelimenin gerçek anlamında iktidar kavgası. İktidar bu şehirleri ele geçirmek için yüzbinlerce askeri bölgeye yığmış, savaş kırk yıldır sürüyor. Silahla kazanamadığı savaşı seçimle kazanmak için yine aynı yola başvuruyor. Onbinlerce askeri Kürdistan’da seçim bölgelerine sevkediyor. Sahte seçmenle bu şehirleri zaptetmeye çalışıyor.
CHP’liler Dem Parti’nin İstanbul’da kendi adaylarıyla seçime giriyor olmasını “CHP’ye kaybettirme, AKP’ye kazandırma” olarak görüyor. Şunu kafalarına bir türlü koymuyorlar: Kürt seçmen Diyarbakır’ı, Van’ı, Mardin’i kazanmak için CHP’den “oy desteği” istemiyor. Kendi özgüçleriyle iradelerini sandığa yansıtıyor. Ama iktidar o sandıkta ezici çoğunlukla tecelli eden halk iradesini kayyımla hiçe sayıp, darbe yaptığı zaman CHP ne yapıyor? Gidiyor Ümit Özdağ’la “gizli kayyım protokolü” imzalıyor.
Dem Parti şimdi adaylarını çekse, İmamoğlu’nu “bağrına taş basarak” desteklese, CHP İstanbul’u yeniden alsa, ne olacak? Sorunun cevabı beş yıl öncesinden bu yana verildi. Hiçbir şey olmayacak. Yani “her şey güzel olmayacak.” Olmadı. Türkiye’de faşist dikta rejimi berdevam.
Yerel seçimlerin metropollerde anti-faşist karakter kazanmasının biricik yolu, sistem içi muhalefetin Dem Parti’yle, öyle gizli kapaklı değil, pazarlıkla filan da değil, açıkça ve karşılıklı hiçbir alıp verme olmadan, iktidara karşı demokrasi cephesi kurmasıdır.
“Ama oy kaybederiz”. CHP’li böyle bahaneler uyduruyor. Sen seçimden beş yıl önce, kamuoyu yoklamalarında oyunun azaldığına bakmadan böyle bir ilkeli anti faşist cephe kursaydın, beş yıl boyunca bu cephenin ne kadar meşru olduğunu halka anlatabilirdin. Ama seçime beş kala gizli kapaklı, kirli pasaklı bir ittifak peşinde koştuğun zaman, bu politika ayağına dolanır, “terör örgütünün uzantısı” ile ittifak çabaların sana sandıkta pahalıya malolur. “Terör değil savaş, bölücülük değil hak mücadelesi” diyemedikçe, her zaman bu “suçlama” seni Kürt halkından uzaklaştırır, iktidara yaklaştırır.
Bu seçimi kaybedeceksiniz. Görülüyor. Ama gelecek seçimi kazanmak istiyorsanız, reçeteniz şudur:
Savaş devam ettiği sürece CHP seçim kazanamaz. Savaşı durdurmanın asıl yolu bu iktidarı devirmekse de CHP bu iktidarı deviremez. Geriye kalan nedir? Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan çıkmasıdır. Çıksın, bir hafta sonra savaş sona erecektir. Kürtler “teslim bayrağını” çekmeyecekler, İmralı’dan çıktığı gün dört parçanın elli milyon Kürt ulusu Öcalan’ın etrafında ulusal demokratik birliğini kuracaktır. İşte bu birliğin “sivil gücü” dört devletteki egemenleri durduracaktır. Şimdi bölünmüş Kürt halkını kırk yıldır yenemeyenler, birleşik Kürt halkıyla barış yapacaktır.
CHP liderliği, bir zamanlar Erdoğan’ın cesaret ettiğinin yarısını yapsın, “Öcalan’la müzakere” talep etsin, Dem Parti’yle “Öcalan’a özgürlük” yürüyüşüne katılsın, barışın yolu açılır. Bu yola giren CHP, yolun sonunda da “iktidar hasretini” giderecek ışığı görür.
CHP’ye önerilen ittifak şartı budur.
Bunun dışında “al sana şu ilçenin beşte birini, ver bana oyunu” gibi işler Türkiye’nin felakete doğru gittiği şu aşamada komik bile değildir, tiksinti vericidir.
Şu anda Türkiye’nin çok boyutlu krizden çıkışının en mümkün olan yolu İmralı esaretine son vermektir. Eğer işlerin iyice çıkmaza girmesiyle, ülkenin üçüncü dünya savaşına yepyeni bir aşamada sürüklenmesiyle ülkenin kanlı iç savaşlara sürüklenmesiyle çözülmesini göze almayacaksak, tez elden yapılacak iş, İmralı kapılarını ardına kadar açmaktır.
Bunu yapabilmek için ne Anayasa’da, ne yasalarda, ne yönetmeliklerde tek bir değişiklik bile gerekmiyor. Bunu yapabilmek için, partilerin birbirlerinin gırtlağına sarıldığı seçim üstüne seçimler yapmak da gerekmiyor. AİHM’nin “umut hakkı” ilkesi temelinde, artık az sonra 25 yıllık esareti tamamlayacak olan her hükümlü gibi Öcalan’ın özgürlük hakkı vardır.
CHP’liler şunu düşünmeli: Can Atalay’ın, Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın, bu arada 7 yıllık tutukluluk sınırını doldurmuş Sabahat Tuncel’in, Gültan Kışanak’ın serbest bırakılmamasının en önemli nedeni, AİHM ve AYM’nin Öcalan’ın özgürlüğünü sağlayacak kararlarının önünü almaktır. Kapı bu sayılanlara açıldığı zaman, iktidar Öcalan’la ilgili AİHM kararlarına da uymak zorunda kalacağını bildiği için imzaladığı uluslararası anlaşmaları ve kendi Anayasasını çiğniyor.
Olacak şey değil ama, diyelim ki ben İstanbul Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı olsaydım; ve CHP seçime iki gün kala en yetkili organını toplayıp, “Öcalan’ın üstündeki tecrit kalkmalı ve umut hakkı gereği serbest bırakılmalı” kararını alsaydı, derhal CHP’li aday lehine seçimden çekilirdim. Neden? Çünkü ben çekilmesem milyonluk Kürt seçmeni beni ezer geçer, gereğini yerine getirirdi.
Dem Partili vekiller “özgürlük yürüyüşü” ile seçimler öncesinde tüm muhaliflere ve hatta iktidara hangi temelde “uzlaşı” sağlanacağını açık seçik göstermiş bulunuyorlar.