Her evinde bir kaybın olduğu dünyanın en geniş yas coğrafyalarından birisinin Kürdistan olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz. Bu yasa tanıklık etmek isteyen herkes, yürüyüşün güzergâhlarını takip ederek zulmün en saf halini görebilir
Cengiz Çiçek
1 Şubat 2024 tarihinde “Abdullah Öcalan’a özgürlük ve Kürt sorununa çözüm” şiarıyla iki koldan başladığımız “Büyük Özgürlük Yürüyüşü” ilçe ilçe, il il devam ediyor. Bu uzun, meşakkatli ama kutsal yürüyüş bir yandan Kürdistan coğrafyasını baştan başa kat ederken, diğer yandan Kürdistan tarihi ve gerçekliğiyle bir kez daha bir araya gelmemize neden oluyor. Öyle ki, hukukun sıfır noktası olan mutlak tecrit rejimine karşı yürüyüş, sadece bir yürüme fiili veya demokratik protesto hakkının kullanımı değil, hakikati yeniden yorumlama ve üstlenme sorumluluğunu da ortaya çıkarıyor.
Ceza Kolonisi’nde yaşam
Yürüyüşün ulaştığı her bir koordinat, korkunç bir zulmün sonuçlarını ve muazzam bir direnişin mirasını içeriyor. Her evinde bir kaybın olduğu dünyanın en geniş yas coğrafyalarından birisinin Kürdistan olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz. Bu yasa tanıklık etmek isteyen herkes, Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nün güzergâhlarını takip ederek zulmün en saf halini görebilir.
Bu zulmün saf halinin bir diğer penceresi, sözde güvenlik politikalarının Kürt halkının geneline yayılmasıyla ortaya çıkıyor. Gittiğimiz her kentte, yüzlerce-binlerce insan ya yargılanmış ya hapishanede kalmış ya da denetim adı altında imzayla/yurt dışına çıkış yasağı var. Öyle bir tablo ki herkes bu ceza kolonisinden bir şekilde nasiplenmiş durumda. Zulüm nüfusa öyle bir yayılmış ki, en değme sömürge uygulamasına taş çıkarır vaziyette. Kürdistan’da toplum, hem devletin fiziki ve sembolik şiddetiyle hem de iktisadi şiddetiyle ülkenin geri kalan nüfusundan kat be kat daha fazla karşı karşıya kalıyor. Göç yolları açılarak “insansızlaştırma ve örgütsüzleştirme”nin taşları döşeniyor. Bunun için Türkiye halkları bir birim yoksul bırakılıyorsa, Kürdistanlılar üç birim yoksul bıraktırılıyor. “Mahkemelerin” cezalarına yoksulluk eklenince umut, Avrupa ve Amerika sınırlarından kaçak geçişlere sevk ediliyor. Gittiğimiz her yerde yüzlerce, binlerce insanımızın son yıllarda yurt dışına gittiği bilgisini almak, sistemin bu stratejisinin bir ölçüde başarıya ulaştığını gösteriyor. Bu durumda bize düşen ilk görevlerden biri zorunlu göçe dönüşen bu “insansızlaştırma” stratejisine karşı yerellerde kalıcı çözümler üretmek ve politik bir karşı çıkış stratejisi üretmektir. Yerel çözüm ve politik karşı çıkışın formülü de Demokratik Ulus paradigmasında mevcuttur. Yürüyüş deneyimimiz, Sayın Öcalan’ın Demokratik Ulus çözümünün Kürdistan’daki yerel sorunlara ilaç gibi geleceğini bir kez daha tüm netliğiyle gösteriyor. Bunun örgütünü, örgütlenmesini yaratmak da biz Kürdistanlıların elinde.
Zindan çıkışlılara selam
Öte yandan Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nün ayak bastığı her kentte, ilçede hatta beldede hapishanelerden çıkan arkadaşlar var. 30 yıl, 20 yıl, 15 yıl… Neredeyse hapishaneyi tecrübe etmemiş insan yok. Tek başına bu tablo bile Kürdistan’ın sömürge mantığıyla ele alındığını gösterirken, İsrail’in Filistin halkına yönelik politikalarını kat be kat aşan bir devlet pratiğiyle karşı karşıyayız. Onlarca yıl zindanlarda rehin tutulan arkadaşlarımızın her birinin ulaştığı bilgelik ve sahip oldukları devrimci ruh, reel politikanın ihtiyaç duyduğu devrimci öznenin zeminini sunuyor. Her bir sohbette aslında biz “dışarıdakilerin” çürümeye ne denli bırakıldığımıza tanık oluyoruz. Bu yönüyle zindan çıkışlıların devrimci özneleşme ekseninde oynayacağı her rolün bir halkın özgürlük mücadelesinde ne denli kritik bir pozisyon olduğu o kadar ayan beyan ortada duruyor ki… ‘Örgütsüz özgürlük olmaz’ şiarının devrimci özneyle buluştuğu kesişim kümesinin zindan çıkışlı yoldaşlarımız olduğunu anlamak için çok çabaya ihtiyaç olmasa gerek. Ama zindan tecrübesi edinmiş yoldaşlarımızı bulundukları yerlerde politik çalışmalara daha sistemli bir şekilde dahil etmek için bir miktar bilinçli emeğe ihtiyacımız olduğu da bir gerçek…
İtiraz, isyan, inat
Sistem ceza kolonisinin her ferdine, ailesine, mahallesine ayrı tahakküm stratejileri üretmek ve uygulamakla meşgul. Mezarlar ve ölüler bile bu tahakkümden payını aldı ve almaya devam ediyor. Öyle ki, Bingöl’de Hayri Durmuş’un mezarının hemen ilerisinde çitlerle çevrili küçük bir toprak parçasına karanfil bırakırken, altında yatan mezarsız ve isimsiz isyancıların hikâyesi olmasa, orası hafızalarımıza sıradan bir toprak parçası olarak kaydolacaktı. Oysa çitlerle çevrili alanda herhangi bir işaret olmasa da bir tarih, bir yaşam ve bir direniş en rafine haliyle olduğu yerde duruyor, varlığıyla tarihsel, toplumsal bir hakikati ifade ediyordu. Üstüne örtülen toprak bile an be an, kıyasıya yaşanan bu tarihi serüveni kapatmaya yetmiyor. Tıpkı o ünlü şiirde olduğu gibi; çünkü biz Kürtler “yerin derinliklerinden” gelmiştik. Mazlumlar, Hayriler, Sakineler, Ayseller yerin derinliklerinden artarak gelen bu tarihsel yürüyüşün kutup yıldızı olmaya devam ediyorlar.
Özcesi bu ceza kolonisinde “beyaz adam”ın dünyasına dair hiçbir gerçek geçerli değil. Yine “beyaz adam”ın asla kavrayamayacağı bir direniş sanatının tanıklığı her sokağa ve her karış toprağa yayılmış durumda. Yani bu coğrafyada itiraz, isyan ve inat beyaz adamın yabancı olduğu Kürt halk hikâyesinin üç sac ayağıdır.
Meçhul kahramanlarımız
Onun içindir ki, “beyaz adam” duygu ve akıl olarak bu coğrafyaya hep çok ama çok uzak mesafededir. Her karış toprağında bir direniş destanının olduğunu bilmez, bilse de kabul etmez. Oysa hakikatin bir tarzı vardır: Hep yürür ve durmaz, zaman aşırıdır. Onun içindir ki, bu coğrafyada Şex Said ile Sur direnişlerinin, 38 Kayalıkları’nda askerin eline canlı düşmemek için el ele tutuşup kayalıklardan atlayan Dersimli kadınlarla KDP peşmergelerine esir düşmemek için kayalıklardan tilili çekerek atlayan Dersimli Beritan’ın hikâyesi birbirine karışır. Tıpkı ozanlar gibi biri diğerini söyler. Bu direnişlerde yaşamını yitirenler için yakılan ağıtlar, ağıtı yakan analar-babalar tarihsel sürekliliğin, direnişler silsilesini birbirine bağlayan dikişlerin öznesi olmaya devam ediyor.
İtiraz, isyan ve inat Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nün her saniyesinde tanık olmaktan kaçılamayacak derecede belirleyicidir, bu coğrafyada. İtiraz eder, çünkü hakikatini bilir. İsyan eder, çünkü kudretlidir. İnat eder, çünkü başaracaktır. İtiraz, isyan ve inattan yoğrulmuş bu coğrafyada, Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nün tanıklıkları bize şunu anlatıyor: Eğer zaman ezilenden taraf akıyor, zulme karşı direnişin lisanıyla konuşuyorsa bunu sağlayan, tarihte adı sanı bilinmeyen kahramanlardır, devrim emekçileridir!
Kaçınılmaz özgürlüğün görevleri
Adı sanı bilinmeyen ama her birinin hikâyesi bir halkın kaderini kalın harflerle çizen kahramanların mücadele mirasını ve sorumluluğunu taşıyabilmek için şimdi her zamankinden daha fazla her şeyi ters yüz etme cesaretine sahip olmalıyız. Çünkü yürüyüşün her karışında Kürt Özgürlük Hareketi’nin gerçekliği dimdik karşıda duruyor. Bu gerçekliği ileriye taşımak için demokratik siyasetle bağları doğru şekilde kurmaya, birincil ve ikincil konumları doğru tanımlamaya ihtiyaç var. Yedeği asil olanın yerine geçirecek her türlü politik halüsinasyondan uzak durmakla her şeye yeniden başlamak mümkün.
Sömürge coğrafyasında siyasal olanın gerçekliğini doğru kurmak, toplumsal direniş dinamiğini tetiklemenin ön koşuludur. Ki bu coğrafyada siyasal olanın ölçüsü sandık, seçim ve performansa mahkûm siyaset değildir. Ölçü halk gerçekliğini yaratan direniş ve değerleriyle, bu direniş ve değerleri bastırmak, bunu yapamıyorsa odağı kaydırmak isteyen sistem arasındaki karşıtlıkla billurlaşıyor. Bu açıdan üstü tozlanmış, hafif toprak serpilmiş hakikatleri yeniden yerli yerine ve tüm parıltısıyla ortaya çıkarmak için kendi gündemlerimize, mutlak tecride ve mücadele gerçekliğine dönerek canlanan, dinamiğini harekete geçiren bir halk gerçekliğiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Açık ki, bu devrimci potansiyelli dinamik, uzun süredir kritik edilmeyi ve ters yüz edilme cesaretini bekliyor. Örgütlü ve devrimci bir dinamik için kalkış noktasını, belirli oranda dejenere olmuş, kapitalist modernitenin tuzağına görece daha fazla çekilmiş şehir merkezlerinden çevreye doğru kaydırmak, direnişi ihtiyaç duyduğu asabiye ile buluşturmanın kapılarını aralamaya müsait. Bu yönüyle, kentlilik kültürü geliştiği ölçüde politik dejenerasyondan kaçamayan mekânsal tabiiyete karşı kendi devrimini örgütlemenin adresi “çevre kentler” oluyor. Bu asabiyenin bir kıvılcıma baktığı “çevre kentler”de halk, mekânın gerçek sahiplerine karşı daha hakiki ve çağıran bir pozisyonda duruyor. Merkez kentler ve tüm merkezi düzeylerin eksiklik ve yetmezliklerine, bu durumun olumsuz sonuçlarına rağmen devrimci asabiyenin potansiyel mekânlarının eleştirmedikleri tek gerçek halk gerçekliğini ortaya çıkaran bilgeler ve Yusuflar’dır. Buralarda “merkez kentler”in dejenerasyonuyla kanaat teknisyenliğine sığınanlara veya sığlık yarışında siyasete yön vermeye çalışanlara ender rastlanıyor. Siyaset de, yaşam da, direniş de kendi hakikatinin sözcüsü oluyor.
Kendi hakikatini ele almak
Ezilenlerin tarihi gösteriyor ki, kendi hakikatini eline alan halklar özgürlüğüne koşmuşlardır. Kürtler bu ülkenin tarihinde baş üstü duran özgürlük kavramını, ayakları üstüne oturtacak bir mücadele yürüttü, yürütmeye ve büyütmeye devam ediyor. Dönemsel gerilemeler, eksiklikler olsa da kuşku yok ki, bu mücadele kaçınılmaz şekilde özgürlükle taçlanacak. Her karışında bir acının, her evinde bir yasın, her sokağında bir direnişin örgütlendiği dünyanın en büyük direniş haritasında özgürlük kaçınılmaz olarak gelecek. Çünkü bu topraklar Sayın Öcalan 1999’da Komplo’yla esaret altına alındığında gözünü kırpmadan barış elçisi olarak Türkiye’ye gelen ve son nefesine kadar O’ndan gözlerini ayırmayan Aysel Doğan’ları doğurdu…