Bahar kapıda. Bir yanda doğa ve yaşam, öte yandaysa ölüm makineleri kış uykusundan uyanıyor. Bahar, yaşamı adeta yeniden yaratan ama barışın düşmanları için de elverişli çevre koşullarını sunan bir mevsim ne yazık ki. Son iki hafta boyunca önce dışişleri bakanı, ardından da MİT başkanı, Erbil, Bağdat ve Kerkük hattında mekik dokudular. Diplomatik temaslardır, ticaret hacmi ve güvenlik işbirliğidir gibi hayra yormaya çalışanlar olduysa da en nihayetinde savunma bakanı ve genelkurmay başkanı ikilisinin de aynı hat üzerinde askeri temaslarda bulunması, yeni savaş sezonuna hazırlık alametleri olma dışında herhangi bir yorum ihtimalini ortadan kaldırmış bulunuyor. Kürdistani kaynaklar, hedefin bir kez daha Gare olacağını öngörüyorlar.
İtalya’nın faşist diktatörü Mussolini, bir röportajında şunları söylemişti: “Ekonomi zorlanıyordu, işsizlik artıyor, memnuniyetsizlik yayılıyordu. Sonra aklıma harika bir fikir geldi: Savaşmak.” Yerel seçimler arifesinde ahval ve şerait buna yakınsa, Mart ayı içinde yeni ve kapsamlı bir Irak Federe Kürdistan seferi, Saray’ın aklına gelebilecek ilk ve tek ‘harika fikir’ olsa gerekir. Bu, çok da yeni bir fikir sayılmaz çünkü Ocak ayı içinde TSK birliklerinin Zap’ta yediği baskınlarla verilen kayıpların ardından Erdoğan, “Baharla birlikte yeni adımlar atacağız” ifadesinde bulunmuştu. Hakan Fidan, İbrahim Kalın ve ardından iki orgeneralin resmi ziyaret ve temasları bu fikir ve beyanatın gereği olarak değerlendirilmeli.
Geçmiş yıllardaki ‘bahar’ operasyonlarından daha elverişli koşullar mevcut. ABD, bu kez Gazze savaşı nedeniyle Orta Doğu sathında bir askeri çatışmanın içine düşmüş durumda. Yemen’den Irak, Lübnan, Ürdün ve Suriye’ye kadar her yerde İran’ın vekalet güçleriyle fiili bir savaş halinde. Bu durumda Erdoğan yönetimini karşısına almamak önemli. Önemli bir adım olarak ‘ver İsveç’i al F16’ları’ mutabakatı hayata geçmiş bulunuyor. Biden yönetimi, Irak’ta PKK varlığını bitirmeyi hedefleyen bir Türk girişimine daha icazet vermek zorunda kalmış görünüyor. Erdoğan yönetimininse çok katmanlı beklentiler içinde olduğu anlaşılıyor.
Askeri hedefin Gare’nin ‘fethi’ yanında Türkiye sınırı boyunca Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi toprakları içinde bir tampon bölge şeridini kalıcılaştırmak olduğu tahmin ediliyor. Gare’yi ele geçirmenin, stratejik öneme sahip Şengal bölgesinde PKK nüfuzunu kırma yolunda önemli bir hamle olacağı umuluyor. İran’la anlaşmak mümkün olsaydı bahar savaşının Kandil’e kadar uzamasının söz konusu olacağı yorumları yapılıyor. Başkan Reisi’nin Ankara ziyaretinde bu konuda icazet alınamadığı anlaşılıyor. İran, Kürdistan’ın Süleymaniye bölgesine hakim olan YNK’yle yakın ilişki içinde. Geçtiğimiz yıl boyunca ABD’nin de teşvikiyle YNK ile Suriye Demokratik Güçleri (DSG) arasında gerçekleşen yakınlaşma, Türkiye’yi rahatsız ediyor. Hakan Fidan, YNK’yi tehdit eden beyanlarda bulundu ve Türkiye’den Süleymaniye havaalanına uçuşlar durduruldu ama bu gerginliğin önümüzdeki aylarda YNK güçleriyle TSK arasında çatışmaya neden olacak bir düzeye çıkacağı yönünde göstergeler bulunmuyor.
Dışişleri, MİT ve Genelkurmay eliyle yürütülen diplomasinin YNK’yi ilgilendiren bir başka yanı, Kerkük’te vali seçimi sürecine Türkiye müdahalesi. Türk memurların YNK’li bir valinin seçimini engellemek için KDP, Türkmen partileri ve Arap güç birliği temsilcileri arasında bir koalisyon oluşturma yolunda telkinlerde bulunmak üzere bu ziyaretleri yaptıkları tahmin ediliyor.
Resmi ziyaretlerin ve sefer hazırlıklarının bölgesel ve küresel kontekstini, Filistin’den Orta Doğu’nun bütününe yayılma eğilimi gösteren çatışma hali altında Amerikan yönetiminin Suriye ve Irak’tan çekilme niyetini açıklaması oluşturuyor. Türkiye, oluşacak güç boşluğunu doldurmaya aday olduğu sinyalini de veriyor olmalı. Kerkük-Yumurtalık hattının Avrupa’nın enerji ihtiyaçları açısından artan önemini vurgularken kendi ‘Kalkınma Yolu’ tedarik hattını da yeniden pazarlamayı umuyor olmalı. Öte yandan, ABD’nin stratejik orta vadeli hedefi olarak İran rejimini yıkmayı hedefleyen bir savaşa yönelik adımları içinde de kendi önemini göstermeyi hedefliyor.
Erdoğan rejiminin sefer hazırlıklarını ve Federe Kürdistan’ı dizayn etme amaçlı müdahalelerini, milliyetçiler Misak-ı Milli hedefleri, siyasal İslamcılar ise Hilafet idealleri üzerinden algılayarak memnuniyetle teşvik ediyorlar. Siyasi açıdan yalnızca seçimlere endeksli değil daha çok 1 Nisan sonrasına bakan uzun vadeli bir strateji söz konusu. Erdoğan; Şeriat, Hilafet ve benzeri ideolojik çağırmalar yanında Anayasa Mahkemesi’ni de yıpratarak seçim sonrası niyetleri hakkında önemli sinyaller verdi. Kurmuş olduğu rejimi tahkim ederek yeni bir Türkiye kurma peşinde olduğu görülüyor. 100 yıl önce kurucu adımlarda ne yapılmışsa aynılarını ters bir ideolojik mercek kullanarak tekrarlıyor. Ama bir kurucu kahraman, bir ‘fatih’ unvanı olmaksızın yeterli itibarı sağlaması mümkün değil. Müesses nizama kendini bir ‘devlet adamı’ olarak kabul ettiremeyeceğini idrak ettiğinden beri ‘devletin adamı’ olmaya razı olmuş bulunuyor. Buyruklar veren bir ‘reis’ olarak kabul görmenin koşulu bir yerlerin ‘fatihi’ olmak ve işte bu bahar Erdoğan için böyle önemli bir başlangıç olabilir.
Erdoğan’ın bahar seferi üzerinden kazanacağı kudretin, Mussolini’nin işaret ettiği ekonomik zorlukları unutturmanın ötesinde mevcut baskıcı rejimi daha da sıkılaştırma, temel hak ve özgürlük taleplerini bütünüyle kriminalize etme sonuçlarını getirmesi de kaçınılmaz. Önceki nesillerin bize aktardığı siyasi kıssalar arasında Celal Bayar’ın her sene ‘bu bahar komünizm gelecek’ uyarısında bulunması önemli yer tutardı. Zamanımızın nesillerinin aynı sıklıkla ‘bu bahar faşizm gelecek’ uyarısında bulunmaları daha gerçekçi görünüyor. Çünkü bu kez aynı anlama gelmek üzere ‘bu bahar Şeriat gelecek’, ‘Erdoğan halife olacak’ mealinde ‘müjdelerin’ de havada uçuştuğu bir ülke söz konusu.