Demokrasinin bir yaşam hakkı meselesi olduğu Erdoğan’ın Hatay’da yaptığı konuşmada sarf ettiği, “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Bak şu an Hatay garip kaldı” sözleriyle bir kez daha görüldü.
Kendinden olmayana, kendisine oy vermeyip biat etmeyene yaşama hakkı tanımayan bir iktidar anlayışına bu ülke topraklarında ilk kez rastlanmıyor elbette. Aksine bu sözleri duyan -vicdan sahibi- herkesin tüylerini diken diken eden bu yaklaşım, ülkenin müesses nizamının esasını teşkil ediyor ve ne acıdır ki tarih boyunca tekrar edip duruyor. 1915’te Ermenilere; 1938’de Dersim’de, 1970’lerde Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Malatya’da, 1993’te Madımak Oteli’nde Alevilere; yüz yıldan uzun bir süredir Kürtlere uygulanan sürgünler, katliamlar hep o “kendinden olmayana yaşam hakkı tanımayan” anlayışın sonucu değil mi zaten?
Erdoğan’ın son açıklaması, geçmişten bu yana var olan “kendinden olmayana yaşam hakkı tanımayan” anlayışın yeni bir eşiğe taşındığına işaret etmektedir: Artık sadece farklı etnik kimlik ya da inançtan olanlar değil, -dinine, kimliğine bakmadan- sadece kendine biat etmeyen, oy vermeyenlerin de “yaşamayı hak etmediği” en yetkili ağızdan ilan edilmektedir. Daha önce Gezi Direnişi’nde de tanık olduğumuz bu anlayış tekerrür etmiş; resmi kayıtlarda 50 bini aşkın canın yitirildiği depremin yıl dönümünde kitlesel boyuta ulaşan ölümlere -binaların imar ve inşa sürecinde; deprem sonrasında yardım ve kurtarma aşamasındaki ihmallerle- adeta tahammülden göz yumulduğu ima edilerek, biat etmeyenlere yaşam hakkı tanımamanın boyutlarının nereye varacağı da en aleni biçimde gösterilmiştir. İBB başkan adayı Murat Kurum’un da sahip çıktığı, “Benden değilsen ölümü hak edersin!” anlayışı, muhtemelen önümüzdeki yerel seçim sürecinde, “korku salarak -biat ettirmek- oy almak” amacıyla tüm AKP/MHP adayları tarafından da kullanılacaktır.
Kendi topraklarında etnik ve dini ayrımcılık nedeniyle ötekileştirilenler için yaşam hakkı tanımayan tiranlıklar (Sadece tek bir hükümdarın keyfi uygulamalarıyla yönetilen monarşik yönetim sisteminin adıdır tiranlık), ötekine karşı düşmanlaştırarak iktidarını tahkim ettiği halkın arasında kendisine boyun eğmeyenleri de eninde sonunda hedef haline getirmek durumundadır. Zira halka rağmen halkı yönetmeye çalışan tiranlıklar, kendilerine mutlak itaat edildiği sürece ayakta kalabileceklerini bilir; bu nedenle iktidarına karşı sesini yükseltenleri etnik kimliğine, inancına vs bakmaksızın ötekileştirerek ve diğer ötekilerle birlikte onların da yaşam hakkını ellerinden almayı elzem olarak görür.
Ülkede demokrasiyi, barışı, insan haklarını savunanlar; tam da bu yüzden etnik kimliğinden, inancından dolayı ayrımcılığa uğrayan, katli vacip görülen halk kesimleri olduğu sürece halkın diğer kesimlerine de huzurun, saadetin gelmeyeceğinin bilinciyle, -büyük bedeller ödeme pahasına- halkların eşitliğini esas alan bir demokrasi için mücadele ederler.
Demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri ikinci plana atan hiçbir anlayış, bugüne kadar bu ülke halklarına refahı, huzuru getir(e)memiştir; bundan sonra getirmesi de mümkün değildir. Daha önce birçok seçimde olduğu gibi -müesses nizamdan sap(a)mayan-, tiranlığın ötekileştirdiklerinin demokratik haklarını, özgürlüklerini görmezden gelerek onların sadece oylarına talip olan muhalefet partilerinin yaptığı da tiranlığa hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Anadolu ve Mezopotamya topraklarının tarihi; tiranlara, Dehak’lara boyun eğmeyen, direnen halkların tarihidir. Salınmak istenen korkuya geçmişte olduğu gibi bugün de pabuç bırakılmayacaktır elbette. Ancak kendine biat etmeyen halka yaşama hakkı tanımayan tiranlıkların bu topraklardan ilelebet defedilmesi; ötekileştirilen, birbirine düşmanlaştırılan halkların eşit haklar temelinde bir araya gelerek demokratik toplumu inşa edecek mücadele birliğini sağlayacak iradenin ortaya konulmasıyla mümkün olacaktır.